Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Seherlerde uyanık olmak
Hayâtı gün ve gece periyodu içinde görmek, ayrı bir ilâhî ihtişam ve ibret levhasıdır. Bir mü'minin gecesini tamâmen uykuda harcayarak ilâhî feyz ve rûhâniyetten mahrum kalması, bir heykel donukluğu içinde geceleri uykuya kurban etmesi büyük bir hüsrandır. Zîrâ bizler, fânî lezzetleri ellerinden alınacak âhiret yolcularıyız. Bir yaz bulutu hâlinde gelip geçen dünyâ hayâtı, âhiret endişesi olmadan yaşanıyor ise bu, gündüzü akşamsız telâkkî etmekten başka bir şey değildir.
Muğîre bin Şu'be radıyallahu anh anlatıyor:
"Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm ayakları kabarıncaya kadar geceleri kalkıp namaz kılardı. Kendisine:
"Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar hırpalıyorsun?)'' denildi.
"Şükredici bir kul olmayayım mı?" cevabını verdi."
Kainatın efendisi, ins ve cinin nebisi, Allah’ın sevgilisi can Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bunu söylerken biz günahkarların hali nasıl olacak? Beş vakit namazı baştan salma kılan cennetin tapusunu satın aldığını zannediyor. Altmışından sonra camiyle tanışan neredeyse kendisini ermişler safında görüyor. Bir yandan ibadet ederken, diğer taraftan haramın her türlüsüyle iştigal ediyor. Aile efradı baştan çıkmış; edep ve hayânın ölçülerini zorlarken, onlara söz geçiremiyor. Şükreden bir kul nasıl olması gerekir, maalesef bunun dahi şuurunda değiliz.
Asr-ı Saadette, sahabe-i kiramın evleri seher vakitleri arı kovanının uğultusu gibi oluyordu. Evlerden değirmen taşının buğday öğüttüğü gibi uğultular geliyordu. Namazsız, Kur’an’sız ve zikirsiz ev yoktu. Hatta öyleleri vardı ki bütün geceyi uyanık geçiriyorlardı. Göz yaşları sel oluyor, kendilerinden geçiyorlardı. Bunun karşılığı olarak da dünyadayken yıldızlaşmışlar ve alış verişlerini öbür alemden yana kullanıp cenneti satın almışlardı… Rabbim bizleri cennetinde onlarla beraber etsin.
Her şeyin durduğu, uyanık gönüllerin huzur bulduğu ve sadece Allah dostlarının ayakta olduğu, rahmet ve bereketin sağanak yağmur gibi indiği, seher zamanı… Halık’a dilekçelerin sunulduğu seher vakti… Gönül ikliminde; aşık ve maşukun alış veriş yaptığı seher çok önemlidir. Seherde, zikir ve ibadetler gündüz yapılan ibadetlere göre, Ramazan orucunun diğer zamanlarda tutulan oruçlara göre derecesi gibidir. Günah batağında kirlenen gafillerin uyuduğu, insanın kendisiyle baş başa kaldığı seher vaktini iyi değerlendirmek gerekir. Aşık öyle diyor:
Seherde kalkıp da elini kaldır,
Rahmet ummanına gönlünü daldır,
Uyurken gafiller bu çok efdaldır,
Çiçeğin özüsün seher yıldızı.
Kim seher vakitlerinde kalkar ve istiğfara devam ederse, Allah ona bütün nur pencerelerini açar, yakînlik (kurbiyet) âleminden kendisine manevî lezzetler tattırır, kalbinde mânâ âlemine ait güneşler ve aylar doğar. Yaptığı ibadetler ona zevk verir. Görevini yapmanın vermiş olduğu manevî huzurla, dinç ve dinamik olarak güne başlar. Yüzlerine seherin nuru akseder. Her günü, yeni bir bahar sayarak durmadan çevreye tohum saçanlar ve her fecri, her seheri feyizli, bereketli bir hazîne kapısı bilerek Hakk’ın ilk ihsanlarını değerlendirip o kapıyı açmaya çalışanlar, hayatlarını yedi veren bir başak haline getirir ve ruhlarıyla ölümsüzlüğe ererler. Unutulmazlar, unutturulmazlar…
Geceleri belli miktarda uyanık geçirerek onun feyiz ve bereketinden istifade etmek lazımdır. Bu hususta ayet-i kerimelerde şöyle buyrulur:
“(O muttaki kimseler, geceleri namaz kılmak ve istiğfar etmek için) yanlarını (tatlı) yataklarından kaldırırlar... Rablerine, azabından korkarak ve rahmetini umarak dua ederler (Muratlarını isterler, yalvarırlar). Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infak ederler.” (es-Secde-16)
Cenab-ı Hakk’ın geceye verdiği kıymet ve onun içine yerleştirdiği sırlar, sayısızdır. Olgunluğa erişmiş müminler için geceler, derunundaki sükunet ve feyz dolayısıyla müstesna bir ganimettir. Bu nimetin kıymetini layıkıyla bilenler – bilhassa gece yarısından sonra- bütün mahlukatın istirahate çekildiği zamanda, dua, ibadet ve yanık ilticalarla Rablerine yönelmenin en feyizli zeminini bulurlar.
Seher vakti Allah'ın sevgililerinin uyanık bulunduğu ve Allah'a ibâdât ve taat üzere oldukları lâhûtî bir zamandır. Rahmet-i İlâhiyye'nin yeryüzü semâsına kadar indirilip: "Yok mu derdine derman isteyen? Şifasını vereyim. Yok mu sıkıntılarını gidermek isteyen. Sıkıntılarını gidereyim" diye nida edilen, rahmetin saçıldığı ve kulun Rabbine en yakın olduğu anlardır. Mânevî ikramların yapıldığı, ruhânî ziyafet sofralarının açıldığı ve Yâr ile buluşup kalbî alış verişlerle ilâhi ünsiyetin gerçekleştiği bereketli vakitlerdir. Gözyaşlarıyla namaz, niyaz, istiğfar, tefekkür ve zikirle yüce Rabbe en içten hislerle, samîmî, sıcak ilticâlar edilen demlerdir.
Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (kuddise sirruh), "Seher vakti öyle bir vakittir ki, bir kıvılcım kalbe gelir ve bütün letâifi harekete geçirir, çalıştırır. O vakitte evradını ifa edenlerin zikirden aldıkları tat ve gönül zevki tarif edilemez. İnsan seher vaktinin dışında 24 saat seccâdesinden kalkmasa, devamlı Allah'ı zikretse yine de seherde aldığı feyzin tadını alamaz." buyururlardı. Kendisi devamla: "Seher vaktinde Allah'ı zikredenlerin evlerinin üstlerinden bir nur semâya doğru yükselir. Bu, kalb gözü açık olanlar tarafından görülür. Hangi apartmandan bu nur yükseliyorsa, mutlaka orada Allah'ı zikreden, ibadet ve taatla, duâ ve niyazda bulunan veya Kur'an okuyan bir kimse vardır. Bizler de ehl-i gaflet değil ehl-i nur olalım. Seherlerde uyanık olmaya çalışalım. Allah'ın sevgililerinden olalım." derdi.
Seher vakti uyanık bulunma konusu bütün Allah dostlarının eğitiminde dikkat çekilen hususlardandır. O lâhûtî vakit insanoğlunun bedenen dinlenip zinde olduğu, kâinatın bir sessizliğe bürünüp kalbin Allah Teâlâ'ya yakınlığını daha kolay hissedebildiği, kalb ve zihnin birlikte aynı hedefe yönelebildiği tatlı anlardır. İnsanın kendini rûhen zenginleştirebildiği ve fikrini derinleştirebildiği, kalben ve ruhen Allah'ın nuruyla dolabildiği dolum anlarıdır.
"Mişkatü'l-Envar" adlı kitaptan seherde uyumaktan ikaz için şu şiir nakledilmiştir:
İşittim bir gece bir hoş hâmâme
Olup candan Hudâ zikrine kaim,
Uyurdum beni uykudan uyardı.
Dedi olma sakın bu demde nâim,
Revâ olmaz ki nâim ola insan.
Durup zikrede Mevlâ’sını behâyim,
Behâim zikrederken Hâlık'ını
Ulu'l-elbâb'a nevm olmaz mülâyim.
Abdullah ibnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:
"(Rüyamda) elimde bir istibrak parçası gördüm. Cennette her nereye istedi isem bu parça beni (bir kanat gibi) oraya uçuruyordu. Rüyamı (kız kardeşim) Hafsa'ya anlattım. O da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a anlatmış. Aleyhissalatu vesselam, Hafsa'ya:
"Kardeşin Abdullah (Allah'ın ve kulların hakkına riayet eden) salih bir insan, keşke geceleyin de namaza kalksa!" buyurmuş. Ben bu vak'adan sonra gece namazını hiç bırakmadım."
Geceyi ibâdet ve tâatle ihyâ etmenin şükre vesile bir amel olduğu; bundan daha açık bir biçimde ifâde edilemez. Hz. Peygamber'in bundan başka gece ibâdetini öven ve seher vakitlerinde istiğfar ile meşgul bulunmayı tavsiye eden bir çok hadis-i şerifi bulunmaktadır. Onlardan bazıları şunlardır:
"Gecede bir vakit vardır ki, Müslüman bir kul bu vakti denk getirir ve o saatte Allah'tan ne gibi hayır dilerse Allah onu verir.” (Buhari, Talâk, 24; Müslim, Müsâfirin, 166)
"Kişinin gece yarısı kıldığı iki rekat namaz, bütün varlığı ile dünyadan hayırlıdır. Eğer ümmetime zor geleceğinden korkmasaydım, bu iki rekat namazı onlara farz kılardım." (Buhârî, Teheccüd, 10)
"Gece namazına devam edin, zira bu, sizden önceki sâlihlerin sünnetidir. Gece ibâdeti Allah'a yakınlık vesilesi, günahlara keffârettir. İnsanı, bedenî hastalıklardan korur ve günahlardan uzaklaştırır." (Tirmizî, Deâvât, 101; İbn Hanbel, VI, 126)
"Gece namaz kılmak alışkanlığında olan kimse uyanamadığı zaman aynen namaz kılmış sevâbı kazanır, uykusu da kendine sadaka olur." (Ebû Dâvud, Tatavvu', 30)
[