Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Beytullah'ı Düşünmek
BEYTULLAH’I DÜŞÜNMEK
Yine sıkışmıştı gönlü Yine yüreğinde med - cezirler şahlanmıştı. İtiverdi çalışma masasını... İndi minicik merdivenlerden... Attı kendini bahçeye... Yürüdü sekiz adım ve geri döndü... Bir daha, bir daha... Hepte sekiz adım... Dokuzuncu adımı atmıyordu !
Dilinden düşmeye başladı;
“İnnel hamde
Vel ni’ mete
Vetevel mülk
Laaa şerike leh
Lebbeyk Allahümme Lebbeyk
Lebbeyk laaa şerike leke lebbeyk ! “ nidası...
Biraz daha hızlandı adımları. İnceden bir Mayıs yağmuru başladı. Takvimler 7 Mayıs Pazar 2006 yı gösteriyordu. Adımları gibi hızlanmaya başladı yağmur...
gözlerinin önüne Beytullah geldi. İlk 1999 da Beytullah’ a gitmeye niyetlenmişti. 2001 için İnşallah demeden “Gideceğim” demişti. Kısmet olmamış gidememişti. Nemlenmeye başladı gözleri... Baktığı her yerde Beytullah vardı. İncecik , çisil çisil yağan mayıs yağmurunun tül gibi incecik zarrof boşluğunda Mekke-i Mükerreme vardı...
İhrama niyet ve şükür namazı... Hacca niyet, heyhat ! Mekke-i Mükerreme’ ye girecekti. Haremi Şerifi görecekti. Babü’ e Selam kapısından içeri girecekti... Beyti Şerif’ e yürüyecekti. Yüreği yaralı bir kuş gibi alacaktı. Islanacaktı yanakları. Başını kaldırmaktan haya edecekti. Bakacaktı yerlere, yerleri öpmek isteyecekti...
Usul usul tavafa başlayacaktı. Ya Rabbi bu, bu aciz kuluna ne büyük lutuf... Buralara gelmeye layık olmayan kuluna bu ne büyük ihsan... Yedi şavt olan kudüm tavafını yetmiş defa yapmak isteyecekti.
Hacerü’ l Esved’ in önünde Hazreti Hacer anamızı hatırlayacaktı. Hazreti İbrahim’ in (a.s.) onu oğlu İsmail ile bırakıp gittiği günü... Hazreti Hacer’ in Safa’ yla Merve arasında ki çaresizce gidiş gelişini... Ve her zorlukla doğan kolaylığı...
Hacerü’ l Esved’ i öpecekti. Saygıyla, sevgiyle, korkuyla, ümitle... Ve Zemzem kuyusuna gidip kana kana o mübarek sudan içecekti...
Sonra Cenab-ı Allah’ ın (cc) siarlarından olan Safa ve Merve arasında defalarca Sa’ y yapacaktı. Dostları için, sevdikleri için, sevenleri için sayısızca Sa’ y...
Ve Arafat’ a yaklaşacaktı: “Subhanallahi velhemdülillahi vela ilahe illallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahi aliyyil azim” diyecekti.
Yeniden nemlenecekti gözleri, yanakları ıslanacaktı. Küçük mahşeri görecekti her an... Ve her zaman büyük mahşeri aklında tutmaya çalışacaktı...
Arefe gününden itibaren Teşrik Tekbir’ lerini getirecekti. Tel tel dökülecekti bedeni... Acziyetini sonsuzluğa uzanır şekilde hissedecekti. Yerlere yığılacaktı... Tuz buz olacaktı...
Ve Arafat’ ta Beytullah’ a karşı titreyen sesiyle gönülden;
“Lebbeyk Allahümme Lebbeyk
Lebbeyk Laaa şerike leke Lebbeyk
İnnel Hamde
Vel ni’mete
Vetevel mülk
Laaa şerike leh” diyecekti.
Parçalanacaktı yüreği... Müzdelife’ ye gidene kadar bu nida hiç susmayacaktı. Yüreği susmayacaktı... En Yüce... En Büyük...
Rahman ve Rahim olan Cenab-ı Allah Azze ve Celle’ nin önünde acziyetini hissedecekti. Korkudan ödü patlamak üzereyken gönlünde ümit kıvılcımları canlanacaktı. Karın içinden fışkıran kardelen gibi umut dolacaktı...
Müzdelife’ de, Mina’ da dualar edecekti... İlelebete uzanan yolda şeytanı taşa tutacaktı. Öyle ki kurşundan beter... Öyle ki hançer gibi... Öyle ki sahte peygambere saplanan mızrak gibi...
Ve kurbanlar kesilecekti boynunu keser gibi... Kendini kurban eder gibi... Hazreti İsmail’ i düşünüp maverayı asacaktı. Ruhu...
Tıraş olup Harem’ i tavaf edecekti... Safa’ yla Merve arasında Hazreti Hacer anamızı hatırlayıp gidip gelecekti. Etrafına bakacaktı ve düşünecekti. O günkü yalnızlığı... Hazreti Hacer’ le minicik oğlu İsmail’ i düşünecekti... Bu günkü mahşerde ki yalnızlığını hissedecekti. Ve gözyaşları içinde veda tavafını yapacaktı...
....................
Mekke-i Mükerreme’ den Medine-i Münevvere’ ye gidecekti. Resulullah’ ın (s.a.v.) bastığı toprakları, çölleri, taşları öpmeye gidecekti...Umutla taşlara basacaktı... Ya bu taş En sevgili’ yi görmüşse ? Ya bu kaya En Sevgili’ yi görmüşse... Ya En Sevgili bu bahçenin ağaçlarından hurma yemişse...
Gözyaşları kan gibi ılık ılık yanaklarına akarken O’ nun (s.a.v.) Mescidi Şerifine gidecekti. Namaz kılacaktı. Düğümlenen boğazından zar zor dökülen sözlerle O’ na (s.a.v.) Selam verecekti. Salatu Selam olsun Sana Ey Habibullah... Salatu Selam olsun Sana Ey Nebiyyullah... Salatu Selam olsun Sana Ey Resulullah... Ve Ravza-i Tahirenin ortasında yerlere yığılacaktı... Kendine gelecekti epey zaman sonra... yeniden düğümlenecekti boğazı. Ama sözü vardı. Ümmetinin yetimlerinin Selamlarını götürecekti... Yıllardır haksızlığa uğrayan Filistin’ li gazilerin şehitlerin Selamlarını götürecekti... Irak’ lı gözü yaşlı anaların... Babasız çocukların... İşkence altındaki tutsakların... Afganların... Kafkas Müslümanlarının... Bosna’ lıların... Açe’ lilerin... Türkiye öksüzlerinin... Afrika çaresizlerinin... Pakistan evsizlerinin ... BİRBİRİNE DÜŞMÜŞ KARDEŞLERİN ÇOCUKLARINDAN SELAMLAR GÖTÜRECEKTİ !!!
Ravza-i Mutaharra’ nın kıble tarafında Ümmetinin suskunluklarını, haksızlığa karşı susanları Cenab-ı Allah’ a (cc) şikayet edecekti... Onların ıslahı için duâlar edecekti... dökülecekti kan gibi ılık gözyaşları yüzüne, boynuna...
.....................
Dayanamadı daha fazla, durdu yerinde, yağmur durmuştu. Ayaklarının önünde bir kova vardı. Kovada yağmur suyu... yağmur suyuyla yüzünü yıkadı. Duâlar etti... Bir daha sekiz adım atacaktı vazgeçti. Sekiz adım atmaktan yorulmuştu. Acaba ne zaman kısmet olur diye aklından geçirdi. “İnşallah en kısa zamanda” dedi. “İnşallah bütün Müslümanlara nasip olur” diye sözlerini bitirip etrafına baktı...
Etrafında on metreye varan duvarlar vardı. Dokuzuncu adımı atamıyordu çünkü, çünkü cezaevindeydi. 2000 Şubatından beri cezaevindeydi...
Gamlanmadı cezaevinde olduğu için. “Bu işte de hayır vardır” dedi. İkindi vakti yaklaşıyordu usulca koğuşuna girdi. Abdestini tazeleyecekti. Namaz kılıp duâlar edecekti. Zira duâ mü’minin silahıydı... Selam ve Duâ ile...
Lokman HAMİTOĞLU
ahhhhhh kardeşim mevlam gidenlere tekrar tekrar gidemeyenlere ankaribizzaman nasip eder inş