Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Çürümüş kemikler nasıl dirilir
Kıssalar : Çürümüş kemikler nasıl dirilir
--------------------------------------------------------------------------------
Hz.Resulallah (s.a.v) Efendimiz Mekke'lilere ölümü ve tekrar dirilmeyi haber verince, kafirlerden Übey b. Halef, gitti kabristandan çürümüş bir kemik buldu, kemiği elinde ufalayarak Allah Resûlü'nün yanına geldi. Kendisinin ilk yaratılış hâlini unutup alaylı bir tavırla:
"Ya Muhammed! Şu çürümüş kemiklere mi can verilecek ? Sen Allah'ın bu kemikleri tekrar dirilteceğine mi inanıyorsun?" diye sordu. Efendimiz (s.a.v):
"Evet, Allah seni diriltecek ve cehenneme sokacaktır."(1) cevabını verdi. Bu olay üzerine Yüce Rabbimiz şu ayetleri indirerek, Resûlünü tasdik buyurdu:
"Resûlüm, tekrar dirilmeyi inkar eden o kafire deki:
O kemikleri ilk defa yaratan Allah tekrar diriltecek.
O Allah, yaratacağı her şeyi en iyi bilendir.
Yeşil ağaçtan sizin için kırmızı ateşi çıkaran O'dur.
Gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya güç yetiremez mi ?
Evet, elbette güç yetirir.
O her şeyi hakkıyla bilen ve dilediğini yaratandır." (2)
(1) İbnu Kesir, Tefsir,
(2) Yasin,79-81.
Meseleye katkı olur düşüncesiyle....
Alıntı(Risale-i Nur Külliyatı,10.Söz ve 25.Söz)
اَوَ لَمْ يَرَ اْلاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ İşte şu bahiste haşir mes'elesinde Kur'an-ı Hakîm, haşri isbat için yedi-sekiz sûrette muhtelif bir tarzda isbat ediyor. Evvelâ neş'e-i ûlâyı nazara verir. Der ki: “Nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan tâ hilkat-ı insânîyyeye kadar olan neş'etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki, neş'e-i uhrayı inkâr ediyorsunuz. O, onun misli, belki daha ehvenidir.” Hem Cenâb-ı Hak insâna karşı ettiği ihsanat-ı azîmeyi اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا kelimesiyle işaret edip der:“
Size böyle ni’met eden zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.” Hem remzen der: “Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib'ad ediyorsunuz. Hem semâvat ve arzı halkeden, semâvat ve arzın meyvesi olan insânın hayat ve mematından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı zannedersiniz?” Der: “Haşirde sizi ihya edecek zât, öyle bir zâttır ki; bütün kâinat, ona emirber nefer hükmündedir. “Emr-i kün feyekûn”e karşı kemâl-i inkıyad ile serfüru' eder. Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona ehven gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zâttır. Öyle bir Zâta karşı مَنْ يُحْيِى اْلعِظَامَ deyip kudretine karşı taciz ile meydan okunmaz.
Acaba; mûciznümâ bir kâtib bulunsa, hurufları, ya bozulmuş veya mahvolmuş üçyüz bin kitabı tek bir sahifede karıştırmaksızın, galatsız, sehivsiz, noksansız, hepsini beraber, gayet güzel bir sûrette bir saatte yazarsa; birisi sana dese: “Şu kâtip kendi te'lif ettiği senin suya düşmüş olan kitabını, yeniden, bir dakika zarfında hâfızasından yazacak.” Sen diyebilir misin ki: “Yapamaz ve inanmam...” Veyahut, bir Sultân-ı Mu'cizekâr, kendi iktidarını göstermek için veya ibret ve tenezzüh için bir işaretle dağları kaldırır, memleketleri tebdil eder. Denizi karaya çevirdiğini gördüğün halde; sonra görsen ki; büyük bir taş dereye yuvarlanmış. O Zâtın kendi ziyâfetine dâvet ettiği misafirlerin yolunu kesmiş, geçemiyorlar. Biri sana dese: “O Zât, bir işaretle o taşı, ne kadar büyük olursa olsun kaldıracak veya dağıtacak. Misafirlerini yolda bırakmayacak.” Sen desen ki: “Kaldırmaz veya kaldıramaz...” Veyahut, bir zât bir günde, yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde biri dese: “O Zât bir boru sesiyle, efrâdı istirahat için dağılmış olan taburları toplar. Taburlar, nizâmı altına girerler.” Sen desen ki: “İnanmam!” Ne kadar divânece hareket ettiğini anlarsın...
Bak! Nakkaş-ı Ezelî, gözümüzün önünde kışın beyaz sahifesini çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, rûy-i Arzın sahifesinde üçyüz binden ziyâde envâı, Kudret ve Kader kalemiyle ahsen-i sûret üzere yazar. Birbiri içinde birbirine karışmaz. Beraber yazar; birbirine mâni olmaz. Teşkilce, sûretçe birbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz. Yanlış yazmaz. Evet en büyük bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip, muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz; vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder, denilir mi? Ve Küre-i Arzı bir sapan taşı gibi çeviren Zât-ı Kadîr; âhirete giden misafirlerinin yolunda, nasıl bu Arzı kaldıracak veya dağıtacak, denilir mi? Hem hiçten, yeniden bütün zîhayatın ordularını bütün cesedlerinin taburlarında kemâl-i intizâmla zerratı Emr-i كُنْ فَيَكُونُ ile kaydedip yerleştiren, ordular îcad eden Zât-ı Zülcelâl; tabur-misâl cesedin nizâmı altına girmekle, birbiriyle tanışan zerrat-ı esasiyye ve eczâ-yı asliyyesini bir sayha ile nasıl toplayabilir denilir mi?