Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Her Sayfa Ruhunu Okşuyordu…

Babası, “Nasıl yaparsın bunu bize?” diye bağırdıktan sonra şiddetli bir tokat indirdi. Sinirleri gerilmişti. Oğlundan bunu beklemiyordu. En yakınından darbe yemişti. Bir türlü kabullenemiyor, içine sindiremiyordu. Dövüyordu oğlunu. Tekrar bağırmaya başladı: “Ne yaptığını zannediyorsun sen? Biz seni en güzel şekilde yetiştirmeye çalışırken, karşılığı bu mu olacaktı? Oğlum! Hayatının baharındasın. Neden ömrünü zindan ediyorsun? Kimler çeldi senin aklını? Deli mi oldun sen?” dedi ve tekrar vurmaya başladı. Hırsı dinmiyordu lakin daha fazla vuramazdı, evladıydı, öldüremezdi ya! Durdu, burnundan soluyordu. Kapıyı çarparak çıktığında, çocuk, bitkin bir şekilde, olduğu yere yığıldı…

Bu genç, âilesiyle birlikte Belçika’da yaşıyordu. Annesi-babası Hristiyandı. Liseye gidiyordu. Okumayı çok seven, çalışkan bir gençti. Zamanının çoğunu kütüphanede geçirirdi. Her yeni kitap onun için ayrı bir tattı. Çalışkan arılar gibi çiçek çiçek bilgi toplardı.

O gün yine okul çıkışı kütüphaneye uğramıştı. İçinde farklı bir huzur vardı. Onu, kitaplarla bu kadar haşır-neşir eden, kitaplara bu kadar bağlayan, içinde hiç dolmayan bu boşluk, bu arayış, bugün aradığını bularak dolacak gibiydi. Raflara biraz baktıktan sonra gayrı ihtiyârî elini uzattı ve bir kitabı alıverdi. Nasıl olduğunu anlayamadı, bu kitap hem elini hem ruhunu mıknatıs gibi çekmişti. Boş bir yere oturdu ve okumaya başladı.

Okuduğu her satır kalbine nakşoluyor, ruhunu okşuyor, zihnini âdeta büyülüyordu. Her sayfa, içindeki o boşluğu biraz daha dolduruyor, benliğini sarıyordu. İşte bu, hayatının, “İslam”la tanıştığı ilk anlardı. Okuduğu kitap ise, Kur’an-ı Kerim’in Felemenkce meâliydi. O, bizim tek kitabımız, hazinemiz, menzile ulaşmak için tek rehberimiz, hayat pusulamız...

Müslüman kişiler bulmalı, onlarla arkadaş olmalıydı. Bu dinin kabul edildiği bir topluluğun yaşam tarzını merak ediyordu. Bir süre araştırdıktan sonra Pakistanlılarla tanıştı. Sonra Türklerle arkadaş oldu. İslam dinine ısınmış kalbini huzur kaplamıştı. Böylelikle, iman nuru parlamıştı içinde. Seçiminin çok isabetli olduğuna karar verdi. Ve şehadet getirerek Müslüman oldu. Yeni girdiği bu dini günden güne benimsiyor ve daha çok seviyordu.

Her güzelliğin bir bedeli olduğu gibi yediği bu dayak da Müslüman olması sebebiyleydi. Ailesi, duyunca çılgına dönmüş; babası, öfkeyle bağırıp hakaret etmişti. Fakat o saygısında kusur etmemiş, bu kadar şiddete karşılık bir şey söylememişti. Çünkü öğrendiği bu son din anne-baba hakkına son derece önem veriyordu.

Böylece bir ay kadar bir zaman geçti.

Bir gün, babası oğlunu yanına çağırarak şöyle dedi:

“Oğlum! Öncelikle senden özür diliyorum. O gün: “Baba! Ben Müslüman oldum.” deyince kan beynime sıçramıştı. “Eyvah! Oğlum toplum dışına çıkacak, terörist olacak, adam öldürecek. İlkel bir hayat sürecek diye düşünmüş, seni kaybettim zannetmiştim. Fakat yanılmışım. Bakıyorum o zamandan beri hayatında farklı bir düzen, intizam var. Arkadaşların eskisinden çok daha iyi. Derslerinin başarısı, günden güne artıyor. İnsanlarla ilişkilerin mükemmel. En önemlisi bize karşı davranışların herşeye rağmen saygı ve nezaket dolu. Eğer İslam dediğin bu din, senin şu yaşadığın gibiyse ben, senin Müslüman olmandan gurur duyarım ve mutlu olurum.”

İslam, karanlıkta kalmış bir gönlü daha aydınlatmış, hayatını nurlandırmıştı. Bu din gerçekten yaşayabilene çok şey öğretiyordu.

Belçikalı genç, Abdurrahman ismini alıp, bir kısım Müslüman ülkeleri ziyaret ediyor ve Türkiye’ye de geliyor. Kendisine, “Müslümanlıkta en çok zevk aldığınız şey nedir?” diye sorulduğunda verdiği cevap, hepimize ders olacak ölçüde:

“Seherlerde seccademin başına oturarak Allah’ın huzurunda olmanın hazzını ve feyzini yaşamak.”
BETÜL KAFALI

Paylaşımın için teşekkürler..


Serbest Kürsü

MollaCami.Com