Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Kosova Prizren´de Bitmeyen Zaman!..
Hem tarihi hem de ‘genç’ bir şehir. Adım başı tarihi camileri ve tarihi yapılarıyla güzel bir taş köprünün süslediği ırmağın kenarına kurulmuş olan Prizren, Osmanlı'dan kalmış bir “hayal” şehri sanki. Kosova’dayız; daha hükümet oluşmamış, hâlâ uluslararası barış gücü tarafından yönetiliyor.
Kosova’da iki şey dikkat çekiyor; araba mezarları ve inşaat malzemesi satan yerlerin çokluğu. Buradaki imar faaliyetlerinde hiçbir şekilde rüşvet olayının olmadığını söylüyorlar, gerekçesini sonra öğreniyoruz; imar için ruhsata gerek yok. Dolayısıyla yeni yapılaşmaları oldukça dağınık.
Bu coğrafyaya yabancı olanların beklediği gibi Kosova bir şehrin ismi değil; geniş bir coğrafyanın adı. Buranın iki önemli şehri var; Priştine ve Prizren. Priştine’nin içinden geçiyoruz; rehberimiz bazı tarihi binaların ve camilerin kimler tarafından yapıldığını anlatıyor, Prizren’de olduğu gibi bir şehir insicamından söz edilemeyeceğine değiniyor.
Kosova, gezi sürecinde dolaşacağımız yerlerin içinde Müslüman yoğunluğunun yüzde 99 gibi Türkiye ölçeklerinde ifade edildiği bir yer. Tabii bu rakamın büyük çoğunluğunu Arnavut Müslümanlar oluşturuyor. Sokaklarında en rahat dolaşabildiğimiz ve mutlaka Türkçe konuşan birileriyle karşılaştığımız için en rahat olduğumuz yerlerden biri oluyor Kosova. Özellikle Priştine’de şehrin girişinde yükselen sitelerde mantar gibi bütün daireleri saran çanak antenlerin tamamının Türk kanallarına dönük olması dikkat çekici.
O kadar mahsun duruyor ki...
Kosova’da ilk uğrak yerimiz Murat Hüdevendigar’ın üzerinde tarım yapılan geniş arazisinin ortasında tek bir yapı olarak duran türbesi oluyor. Emantur’la çıktığımız Balkan gezisinde çok yer görüyor, çok şey öğreniyor, inanılmaz güzelikte camiler ve tabiat harikalarına şahit oluyoruz ama hiçbiri Kosova Savaşının yapıldığı yemyeşil ovadan geçerek vardığımız Murat Hüdevandigar’ın türbesi kadar etkilemiyor bizi. Göz yaşları sökün ederken, derin bir sessizlik çöküyor üzerimize. Tarihiğin ‘derunu’ böyle birşey olmalıydı. Daha gençliğinde Ohri’den göç ederek Türkiye’ye yerleşen, şimdi de türbenin başında hüngür hüngür ağlayan Esat Abi’nin duygularını anlamak ve anlatabilmek isterdim. Yasin okunuyor, çıkışta türbeye bakan aileyle bir çift laf ediliyor, ardından Prizren’e doğru yola çıkıyoruz.
Ohri’den söz ederken aramızda oylama yapıldığından, gezdiğimiz şehirlere ‘rey’ verdiğimizden bahsetmiştim; itiraf ediyorum benim reyim Prizren’e gitmişti. “Niye Prizren? ” derken ne bir cami, ne bir külliye, ne bir doğal güzellik, ne de nehrin üzerinde kurulu olan taş köprü tek başına ‘şu’ diyebileceğim bir etki değil. Prizren’in herbiri çok önemli tek tek eserleri değil, oluşturduğu atmosferdi beni bu karara götüren. Onca yoldan sonra geldiğimiz yer tastamam bir Osmanlı kentiydi. “Nasıl oluyor da bu kadar uzak ama bu kadar bizden bir yer olabiliyor” dedirten bir yerdi. İlk durakladığımız yer fethedilen yeni topraklara yapılan ilk yapı olan taştan küçük bir minare, minber ve zeminden oluşan ‘namazgah’ oluyor. Şehri ortadan bölen Bistriça ırmağından Sinan Paşa Camii’ne doğru yaklaştığımızda adeta büyülenmiştik. Evleriyle, camileriyle, taş köprüsüsüyle, ırmağıyla tablo gibi bir şehirdi burası. Bayraklı Cami, Mehmet Paşa Hamamı ve Sadi, Halveti gibi tarikatlere ait tekkeleri görebilir, Bistriça ırmağının kenarındaki kafelerde kahvenizi yudumlar, Prizren’in Sultanahmet Köftecisini hatırlatan köftelerinin tadına bakabilirsiniz. Şadırvan semti denilen Sinan Paşa Camii’nin bulunduğu sokak Prizren’in gençlerin akın ettiği en hareketli mekanlarından biri. Hem tarihi hem de ‘genç’ bir şehir. Adım başı tarihi camileri ve tarihi yapılarıyla güzel bir taş köprünün süslediği ırmağın kenarına kurulmuş olan Prizren, doyumsuz bir panorama sunuyor sakinlerine.
Şehirde Türk askerleri kadar diğer Nato üyesi ülkelerin askerleri de dikkat çekiyor. Keçe külahlı Arnavut Müslümanlarla sık sık karşılaşıyoruz. Koyun yününden elde üretilen bu külahlardan alabilir hatta başınıza takabilirsiniz ama Makedonya sınırına geldiğinizde çantanızda taşısanız sağlığınız ve selametiniz açısından iyi olur. Çünkü bu keçeler Makedonların hiç hoşuna gitmiyor.
Muhsin Öztürk