Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


BİR DOSTLA HASBİHAL

SEVGİLİ DOST!..

İBADETİNİN BEREKETİNİ GÖRMEK İSTİYORSAN:

-GIYBETTEN, YALANDAN, SUİZANDAN, İSNATLARDAN, DEDİKODUDAN; HÜLASA KUL HAKLARINDAN UZAK DURMALISIN.

Dost;
Günahlar, ibadetlerden zevk almamızı engeller. Günahlar insanı paçavraya çevirir.Yüzünün nurunu, sözünün nurunu, özünün nurunu giderir. Malının bereketini giderir. Sağlık ve sıhhatini giderir. Günahlarda ısrar ede ede, kişinin kafa ve gönlü, ŞEYTANIN ÇALIŞMA OFİSİ haline gelebilir. Öyle ki şeytan onu takip etmeye hiç gerek duymaz. Çünkü peşinden gelenin, neden peşinden koşsun ki?..

Her günah; şeytanla yaptığımız yepyeni bir anlaşmadır.
Her günah; kişinin kendisini şeytana meze ve maskara yapmasıdır.
Her günah; kişinin, ruhuna vurduğu büyük bir darbedir.
Her günah; esaret zincirlerine yeni bir halka takmaktır.
Her günah; tövbe etmezsem ve tövbem kabul edilmezse, beni yakacak ateşe attığım, kocaman bir odundur.
Her günah; kişinin, hayırdaki son kullanım tarihini kısaltmaktadır.

Günahlarda ısrar ediyorsam, ateşime odun taşımakta ne kadar hevesli davranıyorum demektir.
Kendimi aşındırma konusunda, kendimi kokutma konusunda, kendimi çürütme konusunda ne kadar da hevesliyim demektir. Paçavra haline gelmeyi ne kadar çok istiyorum demektir.

Her günah, küfre doğru atılmış bir adımdır. Evet, günahı işleyen kafir olmaz ama günahlarda ısrar ede ede insan zamanla inkara kadar yuvarlanabilir, Allah korusun!..

Her günah, ibadetlerden zevk almamızı sağlayan latifelerden bazılarının ölümüdür. Bunlardan bazıları uzun uğraşlar sonucu dirilirken bazıları hiç dirilmeyebiliyor. Aman dikkat et! "Bir öpmekte bir bakmakta batma… Ebediyeti yutacak latifelerini; basit, zehirli ve anlık bir hazza kurban etme!" Allah korusun!..

O yüzden, şeytanımızı ve nefsimizi, devamlı kuşatma altında tutmalıyız. Müdafaa savaşında değil, sürekli taarruz halinde olmalıyız. Günahlarımıza gece baskınları (TEHECCÜD) düzenlemeliyiz. Nefsin geçtiği yolları aç kalmakla (ORUÇ) daraltmalıyız.

Şehvetini kontrol etmeyi mutlaka öğrenmelisin. Onun seni oynatmasına izin vermemelisin. Sirklerde küçücük bir çocuğun kocaman bir ayıyı nasıl oynattığını hep merak etmişimdir? Meğer ayının en hassas yeri burnuymuş. Zincirin bir halkası ayının burnuna takılırmış, bir ucu da çocuğun elinde... Çocuk ayıyı oynatmak istediğinde, zinciri çektiği zaman canı yanan ayı, hemen oynamaya başlarmış. Şehvetin, sirkte oynatılan ayı gibi bizi oynatmasına izin vermeyelim. Zincirlerin iki ucu da irademizin elinde olsun.

Sevgili Dost;
Şu husus önemli: Matkap duvarı delmek içindir, delikte sürekli tutmak için değil. Eşyayı hilkatine uygun olarak kullanmak bir sanattır.

Fotoğrafını itina ile koruyorsun, hatta çerçeveletip muhafaza altına alıyorsun. Ama fotoğrafın sahibi olan seni, günahlara karşı neden çerçeveleyip koruma altına almıyorsun? Fotoğrafını buruşturup çöpe atmıyorsun ama onun sahibini her gün, günahlarla karıştırıp, buruşturup, çöpe atıyorsun…

NAMAZIN BEREKETİNİ GÖRMEK İSTİYORSAN;

NAMAZIN DIŞINDA DA NAMAZDA GİBİ DİKKATLİ OL!

Lokmalarına dikkat et; haram lokmayla beslenmiş bir beden, helal bir ibadetten yeteri kadar feyiz alamaz.
Abdestini güzel al. Suyu israf ederek abdest alma ki; bir ibadetin gerçekleşmesi, bir başka haramın gerçekleşmesiyle mümkün olmasın. Bir çiçeğe ulaşmak için onlarca çiçek çiğneme!

OKUDUĞUN DUALARIN ANLAMINI ÖĞREN.

Bir insan, içinde ne kadar vitamin, ne kadar protein ihtiva ettiğini bilmediği bir yiyecekten istifade edebilir, onu yiyerek beslenebilir, zevk alabilir. Ama kendisine yabancı olduğu bir kitabı sürekli okuyarak, anlamadan, ondan istifade edemez.

Helal lokma ye; ibadetin başı helal lokmadır. Haramla beslenmiş insanın gönlünde, marifet pınarları yeşermez.

Helalinden kazan, helaline harca, iktisatlı ol, Allah (c.c.), Müminun suresinde, “Önce helal yeyin, sonra Salih amel işleyin.” buyuruyor.

Belâ ve musibetlere karşı, sadakayla, iyilikle, güzel sözle ve ferasetle kendini koru.

Abdullah bin Ömer (r.a.) “Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız da, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetleri kabul etmez” demiştir.

Sehl “Haram lokma yiyenin azaları bilsin, bilmesin; istesin, istemesin, isyan eder. Yediği helal olan kimsenin de azaları, kendisine itaat eder ve hayırlı işler yapmağa muvaffak olur.” demiştir.

Hz. Ali (r.a.) ve diğerlerinden gelen meşhur rivayette de “Helal olan malın hesabı, haram olanın ise azabı vardır.” denilmiştir. (İhya-u Ulumiddin 2/237-240)

HARAM, KALBİ ÖLDÜRÜR.

Abdulkadir Geylani “Haram yemek kalbi öldürür. Helal yemek ise onu ihya eder. Lokma vardır nurlandırır, lokma vardır onu karartır. Lokma vardır seni dünya ile meşgul olur hale getirir, lokma vardır ahretle meşgul eder. Lokma vardır, sana dünyayı da ahireti de terk ettirir; seni, dünya ile ahretin yaratanına rağbet ettirir. Haram yemek seni sırf dünya ile iştigale sürükler ve sana günahları hoş gösterir. Mubah yiyecekler, seni ahiret ile meşguliyete sevk eder ve sana taatları sevdirir. Helal yiyecekler ise kalbini Allah’a yaklaştırır.” demektedir.

Hz. Ömer, İmam Şamil, Hz. Ali gibi kahramanlar, hançerlenince ölüm komasına girdiler. Ayıldıklarında ilk sordukları soru şu oldu:

-Namazımın vakti geçti mi?

Evet, dervişin fikri neyse zikri de odur. Güneşin doğmasından beş dakika sonra kalkmak, o kadar acı verici bir olaydır ki; bunun nefsin oyunu olduğu çok açıktır. Gök çökse, kişinin başına yıkılsa, bu kadar acı çekmezdi. Güneş sabah altıda doğuyor. Kişi altıyı beş geçe kalkıyor. Sabah namazını, beş dakikalık bir uykuyla takas etmek, bir mümin için ne büyük bir faciadır. Nur topu namaz gitmiştir artık, bir daha asla geri gelmeyecektir. Ezan okunurken kalbinin horozu ötmüyorsa, seher vakti yüzlerce horoz ötse, seni uyandıramaz. Horozların sesi, çalar saatlerin sesi, ‘gözü uyuyan kalbi uyanıkları’ uyandırabilir. Gaflet uykusuna dalmışları ancak İsrafil’in Sur’unun sesi uyandırabilir. Efendimiz (s.a.v.), sabah namazını kaçırdığını söyleyen bir sahabeye “Şeytan, senin kulağına işediyse, ben ne yapabilirim?” buyurmuştur.

Atalarımız sabah namazı için tedbirler almıştır. Sabah namazına kalkmanın şifresi, atalarımızın vecizesinde gizlidir. “Saat on yatağa kon, saat üç yataktan uç.” Evet, yatmasını bilmeyen kalkmasını da bilmez.

GÜCÜNÜN BEREKETİNİ GÖRMEK İSTİYORSAN;

Dost; Güç, organize olmaktadır. Yani cemaattedir. Ama cemaat kelle sayısı değildir. Sürü ile cemaati, malzeme ile yapıyı karıştırmamak gerekir.

ARALARINDA DUYGU, DÜŞÜNCE, HEDEF MÜŞTEREKLİĞİ OLMAYAN İNSANLAR CEMAAT DEĞİLDİR, CEMADATTIR!

Cemaat olmak için acılar ve sevinçler paylaşılmalıdır. Acılar paylaşılınca azalır, sevinçler paylaşılınca çoğalır. Borular birbirine bağlanmadan suyu iletmezler. Kalpler müşterek çarpmadan cemaat olamazlar. Bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür. Camid, şuursuz taşlar bile kafa kafaya vererek muhkem binalar oluşturuyor. İnsanlar bundan ders almalıdır. Keyfiyet, kemiyete müreccahtır. Kemiyette başak çok, dane yoktur. Keyfiyette ise başaklar az ama hepsi dolu doludur. Sayı çokluğunda keramet olsaydı, karıncalar ayaklar altında sürünmekten kurtulurlardı. Allah müminlere vizyon yüklemiştir. “Allah yeryüzünü Salih kullarına miras bırakmak istiyor.Kafirlerin müminler üzerine velayet hakkı yoktur. Bir mümin, onlardan on kafire bedeldir.”

İslam’ın bugünlere kadar gelmesinin altında Ensar-Muhacir kardeşliği yatmaktadır. İslam’da psiko-sosyal açıdan en büyük olay, Ensar-Muhacir kardeşliğidir.

Sevgili dost, Allah bizim Halikımızdır, haşa hizmetçimiz değildir. O, bizi imtihan eder. Kulun haddine düşmez ki Allah’ı imtihan etsin. Sorumluluklarımızı Allah’a havale etmek, en hafif deyimiyle Allah’a saygısızlıktır. Biliyor musun? Asırlardır bu sırrı unuttuk, Allah’ın bize yüklediği sorumlulukları, biz tekrar O’na yüklemeye çalışıyoruz.

Ne kadar masum olursan, o kadar kurtların iştahını celbedersin. Kurtların yanında masumiyet zillettir. Çünkü, kurtların çok olduğu yerde, ceylan masumiyetiyle duramazsın. Orada aslan heybeti gerektir. Kurt seni yer, seni yedikten sonra da torunundan dişinin kirasını ister. İşte zalimler bu kadar acımasızdır. Efendimiz (s.a.v.) “Ümmetim cihadı terk etti mi, zillete düşer.” diyor. Bugün, Selahaddin’den beri kınında paslanan o kılıcın ruhuna, ne kadar muhtacız. Zalimlerin her tarafı kana buladığı çağlarda, zamanın gücü olmak, vaktin vacibidir. Aksi halde kendi evinde esir alırlar seni. Güçlüler başka ülkelerde bile ev sahibidir. Güçsüzler kendi ülkelerinde bile misafirdir.

Zayıflar hep eşitlik ve adalet ister ama bu güçlülerin umurunda bile değildir. Hakkını koruyamazsan hiç olmazsa zalimlerin önünde eğilme.Aksi halde ruhun cesedinden önce ölür.Tarih bize şunu öğretmiştir: Kahramanlar bir kere ölürler ama kahramanca ölürler.Korkaklar ise her an ölmektedirler.

Allah büyüktür. İslam büyüktür. KK büyüktür. 1400 senedir, ezanlar “Allah büyüktür!” diye haykırıyor. Ama büyük dinin müntesipleri olan bizlere; zillet, cebanet, meskenet yakışır mı? Büyük dinin müntesipleri nasıl küçük kalabilir?

En büyük keramet istikamettir. Balıklar gibi suda yüzsen, kuşlar gibi havada uçsan, istikametin yoksa beş para etmezsin. Boncuklarla, oyuncaklarla ancak çocuklar meşgul olur. Duygu ve düşüncelerinin rahmani mi, şeytani mi olduğuna dikkat et. Çünkü Allah şöyle buyurur “Şeytan, taraftarlarına vahiy verir.”. En büyük felaket şeytanın hezeyanlarını ilhamla hakikatle karıştırmaktır.

Başımıza ne geliyorsa duygularımızı aklileştirememekten, aklımızı da naklileştirememekten geliyor.

Aklileştiremediğimiz duygularımız bir parmak bal için tonlarca keçiboynuzu çiğnetir. Bir çiçeğe ulaşmak için binlerce gülü çiğnetir. Eşeğin bir tutam ot için uçurumdan yuvarlanması gibi, aklileştiremediğimiz duygularımız da, hayatımızı uçurumlara yuvarlar. En sonunda basit bir duygu tatmin olmak için, Allah’ın kırmızı çizgilerini çiğnetir. Duygularını tatmin etmeyi değil, terbiye etmeyi öğrenmelisin!

Her sözün kalbine, gönlüne girmesine fırsat verme. İçselleştiremediğin bilgiler yakanda duran rozet gibidir. Bir işine yaramaz, parıltısının dışında. Öyle sözler vardır ki kenefe atsan mundar eder; onun, bir de kalbine, gönlüne girdiğini düşün. Mahalli iman olan kalbi, ne hale getirir bir düşün. Yemek yerken ağzından girenlere, konuşurken ağzından çıkanlara, dinlerken de gönlüne girenlere dikkat et. Filtresi olmayan her şey binlerce mikrop barındırır. Sana bir sır vereyim:

-Virüsler bakterilerden daha tehlikelidir. Savunma sistemlerimiz bakterileri kolayca keşfeder ve imha eder ama virüsler çok sinsice hareket ederler. Bu büyük farka dikkat…

Kiminle hangi mevzûyu konuşacağını bilmen, ilmin başıdır. Buna çok dikkat etmelisin. Emsaliyle konuşmayanın sesi semadan gelir. Cahillerle tartışmak, ısırgan otuyla taharetlenmek gibidir. Hiç kimseye hak ettiğinden fazla değer verme, eşeğe paye verdiler de kendisini küheylan sandı. Bir oduna biraz gül suyu döktüler de, “ben gül ağacıyım” diye böbürlendi.

Sahte döviz veren bir yere, paranı iki defa bozdurmazsın değil mi? Pekiyi, kalbinin siyahlığı yüzüne vurmuş, kara aydınlara, dinini nasıl emanet edebilirsin? Aklını uçkuruna gemici düğümüyle bağlamış sahte aydınlara, nasıl güvenebilirsin? Yolunu kaybetmişlerden, yol gösterici olmaz. Onlardan hikmet değil, ibret alabilirsin ancak.

Azgın duygularını kontrol etmek istiyorsan ölümü çok düşün. Ölüm bilinci kadar, insanın yaşamına çeki-düzen veren bir öğreti daha yoktur. Kalbimizin tik-takları arasında kaç kez ölüyor ve diriliyoruz. Dikkat et! Ayaklarının altındaki toprak, başka insanların yüzleri ve alınlarıdır. Bir gün, ayaklarının altında çiğnediğin toprak, seni de içine alacaktır. Her sabah yeniden dünyaya gönderiliyoruz. O zaman, her sabah, taze bir başlangıçtır. Allah’ın sana olan selamını duy. Her geçen gün, kabre atılan dev bir adımdır. Her geçen gün, ömür binandan düşen bir tuğladır. Her nefes alıp verişimizde bir parçamız eksiliyor. Her nefes bu nefsin son nefesi olabilir. Nefsin son nefeste imanla kabre girmesi için, her nefesi son nefes bilmek gerekir.

“Yattığın zaman ölümü yastığının altında, kalkınca da karşında bil.” Ölümden ancak münafıklar ve kafirler korkar. Müminler için ölüm asıl gezegene geri dönüştür. Ancak, tembel talebeler sene sonunun gelmesini istemezler. Çalışkan öğrenciler sene sonunu iple çekerler. Eğer ölüm kalıcı olsaydı, ölmekten korkmaya hakkın vardı. Ama dikkat et. Allah “Her nefis ölümü tadacaktır.” diyor. Diyebilirdi ki; “Her nefis ölmeye mahkumdur, her nefis yok olacaktır”. Ama ifadedeki belağata dikkat et. “Her nefis ölümü tadacaktır.” diyor. Tadımlık olan şeyler geçicidir. Kalıcı değildir. Ölüm de tadımlıktır. Demek ki ölüm tadımlık, hayat doyumluktur. Doyumluk hayata, tadımlık ölümün kapısından girildiğini unutma!

İşte, bu hakikate binaen üzülme, mahzun olma.

Gençliğin gitmesinden elem çekme; baki bir gençlik seni bekliyor. Nimetlerin birer birer elinden çıkmasına mahzun olma. Her an “Ölümlüyüm! Ölümlüyüm!” diye haykıran dünya, her an “Ebed! Ebed!” diye haykıran insanı nasıl doyurabilirdi? O zaman mesele ölümse, çoookça gülümse

Ölüm bilinci bize anın tekliğini öğretir. Şimdi ve burada yaşamanın sihirli gücünü öğretir. Ölüm bilinci, şimdi ve buradayı yaşatmayan iki hilekarı bize tanıtır: Dün ve Yarın. Bu iki Hilekar’dan, iki yakanı kurtaramazsan, kıyamete kadar iki yakan bir araya gelmez, bilesin! “Şüphesiz ki bugün bizler, hesabı olmayan bir amel günü içindeyiz.Yarın ise, ameli olmayan bir hesap günü içinde olacağız.” O yüzden, bugün bol bol hayırlı amel işlemeye bakmalıyız.

Yaşlanmaktan korkma, yaşlanmak deri buruşması değildir. Asıl yaşlılık ruhun buruşmasıdır. Yaşlanmak bir dağın zirvesine çıkmak gibidir. Çıkasıya kadar yorulursunuz ama çıkınca da her tarafı çok net görürsünüz. İşte yaşlılık böyledir. ÂLİMİN YAŞLISI, YAŞLANDIKÇA KOÇ OLUR. CAHİLİN YAŞLISI, YAŞLANDIKÇA HİÇ OLUR. “Yaşlılık gençliğin eleştirisidir.” Hayatın kaymağıdır. Medeniyete büyük hizmetler eden bütün meşhurlar, en kıymetli eserlerini yaşlanınca vermişlerdir .Şunu da bil ki; kara cahil, hangi yaşta olursa olsun bayattır. Çünkü, cehalet onu bayatlatır. Âlim, hangi yaşta olursa olsun tazedir. Çünkü, ilim insanı diri ve taze tutar.

Sevgili dost,
Malım var diye böbürlenme; bir kıvılcım yeter.
Güzelim, gencim diye böbürlenme; bir sivilce yeter.
Güçlüyüm, kuvvetliyim diye böbürlenme; güç ve kuvvet öküz ve boğalarda, boy zürafa ve develerde de var.
Korkaklarda uzun bacaklar kaçmaya, cesurlarda kısa bacaklar koşmaya yarar. Kavak da uzun amma meyve veremiyor.
Hayat, trenin içindeki kompartımanlar gibidir. Hangi kompartımanda olduğumuzdan ziyade, o kompartımanda nereye gittiğimiz çok önemlidir. Sahip olduklarımızın ne olduğu değil, sahip olduklarımızla ne yaptığımız önemlidir.

Abidim, zahidim deme; kalpler her an değişmektedir. Bu yüzden; elde tutmak, elde etmekten daha önemlidir. İstikamette kalmak, istikameti bulmaktan daha önemlidir.

ZAMANIN BEREKETİNİ GÖRMEK İSTİYORSAN;

HAYATINI, BÜTÜN TEFERRUATLARDAN ARINDIR. Sade, basit, teferruatsız bir hayat yaşa. Vücudundaki bütün hücrelerden ders al. Bak, onlar bilgi oksijen ve kan taşıyorlar; sen ise hala lüzumsuz işlerle meşgul oluyorsun. Her doğan gün ile bir parçan eksilmektedir. Her doğan gün bir melek şöyle haykırır:

-Ölmek için dünyaya geliyorsunuz, harap olması için evler yapıyorsunuz.

Dünyayı eline al, ama kalbine alma, yoksa dünya seni eline alır. Keseyi kalbine alırsan; kese, kalbini keseler durur, bilesin. Unutma; su, geminin içinde olursa batmasına, altında olursa yüzmesine yarar.

Ömrümüz eriyen buz gibidir. Her an erimekteyiz. “Çocukluğun oyunla, gençliğin gafletle, ihtiyarlığın meşakkatle geçti ve geçiyor. Söyler misin? Ne zaman Allah’a ibadet edeceksin?” Dün ve yarın adlı iki hilekarın elinden, yakanı kurtarmaya bak. An bu andır, dem bu demdir. Şimdi ve burada hangi işi yapıyorsan, o en önemli işindir. Şimdi ve burada kiminle görüşüyorsan en önemli kişi odur.

Sevgili dostum, zamanı bereketlendirmek istiyorsan, öncelikler meselesini iyi anlamalısın. İşte yaşanmış hikaye, bize güzel bir örnek olabilir:

Profesör sınıfa girip karşısında duran, dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra:
-Bugün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız, dedi.

Kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarıp ardından yumruk büyüklüğünde taşları alıp büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha fazla taş almayacağından emin olduktan sonra öğrencilere döndü:

-Bu kavanoz doldu mu?, diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan
-Doldu, diye cevapladılar.
Profesör
-Öyle mi?, dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı, kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü, sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilere dönerek bir kez daha :
-Bu kavanoz doldu mu?, diye sordu. Bir öğrenci:
-Dolmadı herhalde, diye cevap verdi.
-Doğru, dedi.

Profesör yine kürsünün altına eğilip bu defa bir kova kum çıkarttı ve kumu kavanoza boşaltarak taşların ve mıcırların arasına yerleşmesini sağladı. Öğrencilere kavanozun dolu olup olmadığını tekrar sordu. Öğrenciler:

-Hayır, diye cevapladılar.
-Güzel, dedi ve bu defa bir sürahi su alarak kavanoza boşalttı. Sonra öğrencilere dönerek :
-Bu deneyin amacı ne? diye sordu. Uyanık öğrencilerden biri:
-Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, aslında ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır, diye yanıtladı.
-Hayır, dedi profesör.
-Bu deneyin esas amacı; ‘eğer büyük taşları baştan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri asla kavanozun içine yerleştiremezsin’ gerçeğidir.
Profesör devam etti,
-Nedir hayatımızdaki büyük taslar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, hayalleriniz, sağlığınız, eğitiminiz vs… Büyük taşlarınız belki bunlardan biri, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu akşam uyumadan önce iyice düşünün. Sizin büyük taşlarınız hangileri, iyice karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk başta yerleştirmezseniz bir daha asla yer bulamazsınız

Evet, geçmişten sadece ders alınır ama hayat geçmişe doğru değil, geleceğe doğru yaşanır.

Dost; zamanla ilgili olarak gücümüzün sınırlarını iyi bilmemiz gerekir. 250 gram ağırlığında bir taşı elimize ilk aldığımızda onun gerçek ağırlığı 250 gramdır. Bir saat boyunca elimizde tuttuğumuzda ağırlık 500 gram gibi gelir. Süre uzadıkça ağırlığın yükü artacaktır.

Kemirgen ilişkileri besledikçe ömrümüz kısalacaktır. Tek çare onlara bulaşmamak, bulaştıysak en kısa sürede terk etmektir. Süre geçtikçe, ağırlıkları örnekte görüldüğü gibi artacaktır. Çünkü kemirgenlerden ancak terk ederek kurtulabiliriz. Çünkü kemirgenler hayatımızda hiçbir mavilik yaşamamıza izin vermezler. Hayattan bir beklentisi olmayan, hayatını çöpe atan, kendi gelişimine zerre kadar katkısı olmayan insanlara bağışlanacak, bir dakikamız yoktur. Bunlara evlilik adı altında yakanı kaptırmamaya özen göstermelisin.

Sevgili dostum, dikkat et!

Nice bebeksi görünümlü yüzler, nice köpeksi ruhlar saklayabilir. Bu sözü söylerken, ruhunun acıdığını biliyorum ama “güneşe gözünü kapayan, gündüzü kendine gece yapar.” Gerçekler acı değildir, şeker gibi tatlıdır aslında… Onları acı hale getiren bizim algılama biçimlerimizdir.

SÖZÜNÜN BEREKETİNİ GÖRMEK İSTİYORSAN;

İfade ettiklerini hisset, hissettiklerini ifade et, gönülden çıkan sözler gönülde ma’kes bulur. Ağızdan çıkan sözler kulak kepçesinde takılı kalır. Öyle sözler vardır ki, ordulardan daha fazla tesir gücüne sahiptir. Öyle haller de vardır ki, binlerce sihirli sözden daha tesirlidir. İnsan güç ve kuvvet karşısında eğilebilir ama tatlı dil ve güler yüz karşısında diz çöker. Yılanı deliğinden çıkaran tatlı dildir, yılanın başının ezilmesini sağlayan kendi zehirli dilidir. Hepimizin öğrenmesi gereken iki dil vardır. Tatlı dil ve beden dili.

Sevgili dost;
Kurşun yarası geçer ama dilin yarası geçmez. O yüzden söylediklerine dikkat et. Söylemediğini her zaman söyleyebilirsin ama söylediklerini geri alamazsın. Meramını ancak doğru kelimelerle ifade edebilirsin. Eğri kelimelerle doğruyu ifade etmeye çalışmak EĞRİ teraziyle DOĞRU tartmaya çalışmak gibidir.

Çok konuşmak belağat değildir. Ne kadar konuşursan konuş bildiklerin anlatabildiklerin kadardır. Bir Amerikalı bir Japon turiste ülkesinin güzelliklerinden bahsediyordu, tam bir saat ülkesinin güzelliklerinden bahsetti, Japon turist sürekli gülümsüyordu. Bir saat sonra anlaşıldı ki Japon turist İngilizce bilmiyor.

Çok insan şiir gibi konuşur. Ama çok az insan şiir gibi yaşar. İçtenlik ve samimiyet en büyük sanattır. Bu gök kubbe Yunus’tan daha güzel söz söyleyen şairlere tanık oldu, ama hepsi saman alevi gibi yanıp söndüler, hiçbiri Yunus gibi kadim kalmadı. Samimiyet öyle bir iksirdir ki seni kıyamete kadar taşır. Konuşurken düşün; düşünmezsen konuştuktan sonra kara kara düşünürsün. Söz, ancak ağızdan çıkar ve söz vermek başka şeyler vermeye hiç benzemez. Sözünde durmak, randevularına sadık kalmak farzdır. Allah İsra suresinde “Ahitlerinizi yerine getirin.” buyurur. Bir bilge şöyle der “Kim olduğun öyle bağırıyor ki, ne dediğini duyamıyorum”. Ağzından çıkan sözü yerine getirebilen tek varlık insandır. Hiçbir HAYVAN randevu veremez. Çünkü HAYVANLARIN randevu kültürü yoktur.

Muhatabını dinlerken, iç sesini kontrol etmeyi öğrenmelisin. Çok az insan bunu başarabilir. Yapılan araştırmalarda konuşulanların ancak yüzde yirmisi anlaşılıyormuş. Gerisi iletişim kaybı, iletişim kazaları… İşitmek dinlemek değildir. Muhatabını anlamadan ona geri bildirim sunamazsın. Dinliyor musun yoksa vereceğin cevabı mı hazırlıyorsun?

Sükut cahilin örtüsüdür, âlimin süsüdür. Âlim konuştuğu zaman sükutunun hikmetinden olduğu anlaşılır. Cahil konuştuğu zaman sükutunun cehlinden olduğu anlaşılır. Bir insanın ağzından çıkan söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır.

EVLİLİĞİN BEREKETİNİ GÖRMEK İSTİYORSAN;

Sevgili dost,evliliğin bereketini görmek istiyorsan kendini iyi tanı. Kendini tanıyamamanın, kendini geç tanımanın veya kendini yanlış tanımanın verdiği zararı, bütün dünya birleşse sana veremez. Dostunu yanlış anlarsan, dostunu kaybedersin; kendini yanlış anlarsan, kendini kaybedersin. Kaybettiğin dostların yerine yenisini bulmak pekala mümkün olabilir… Ama kendini bir kaybedersen çok zor bulursun. O yüzden şair demiştir ki, gellll…gelllll.. Kendine gel…

Aldatmanın en kötüsü, insanın kendini kandırmasıdır. Hiç bir insan ihsanını ucuza satmaz. O yüzden sığınmanın adını evlilik koyma. Evlilik adı altında sığınma. Aksi halde, bir kişiden oluşan bir esir kampı kurmuş olursun.

Bir insan hatır için çiğ tavuğu yiyebilir ama hatır için kemirgen bir evliliğe katlanamaz. Yağmurun, rüzgarın aşındıramadığı Everest tepesi, eğer kemirgen bir evlilik yapsaydı kısa bir sürede dümdüz olurdu. Çünkü, ‘duvarı nem insanı gam çürütür’ diyen bilgeler boşuna dememişler.

Bir insan bir menkulü, bir gayri menkulü kiralayabilir ama sevmediği bir evliliği, sevmediği bir arkadaş ilişkisini hala devam ettiriyorsa varlığını kiraya veriyor demektir.

Bir insanın yanındaki kendisiyle olan ilişkisi hayattaki en önemli ilişkidir. Yanındaki kendisini mutlu edemeyenleri bir başkası hiç mutlu edemez. Mutluluk parfüm gibidir. Kendine bulaştırmadan başkasına bulaştıramazsın.

Sevgi, sebep değil sonuçtur. Sevgi, uyumun sonucudur. Uyum doyum getirir. Uyumsuz birlikteliklerde sevgi yoktur. Sürekli katlanma, sürekli sineye çekme vardır. Aşırı farkları tahammülle kapatamazsın. Çünkü, uçurumlar kapatılmaz. Bir uçurumu binlerce kamyon taş, toprak ve kum yığarak belki kapatabilirsin ama fıtratlar arasındaki uçurumu, ömrünün her salisesini dolgu maddesi olarak kullansan yine dolduramazsın. Fıtratlar arasındaki uçurumlar dolmaz. Uçurumlar dolmadan sen kapkara bir kederle dolarsın. Aşırı farkları tahammülle, sineye çekmekle kapatacağını sanmak safdilliktir. Farklar mutlaka farkını gösterir. İhmal ettiğin farklar seni ihmal etmez. Koca bir ömrü imha ederek, seni ihmal etmediğini, sana gösterir.Evet yanlış hesap Bağdattan,yanlış tercihler Fıtrattan geri döner.

Ayrıca; duygular, kıymetler, cevherler, sürekli bakım isterler. Sürekli olarak beslenmeyen her kıymet kaybolmaya mahkumdur.

İki-üç bardak su, susuz bir insan için faydalıdır. Ama bir tanker su onu boğabilir. O yüzden hiçbir insana hak ettiğinin üstünde değer vermemelisin. Fırtınadan kurtarmak için eve aldığın leylek karnı doyunca, sıcağı görünce gözünü çıkarmaya teşebbüs eder. Hak ettiğinin üstünde sana değer verenlere de aldanma. Seni sende olmayan özelliklerle methedenler gün gelir seni sende olmayan özelliklerle MAT edebilirler. Hayatı sarkacın uçlarında yaşamak hep tehlikedir. İfrat ve tefrit edenlere dikkat et. Kendin de ifrat ve tefritten sakın. Olduğunun üstünde algılanmak bir ihtiyaç değildir. 1.60’lık boyunu sahte aynalar 2 metre gösterse de gerçekte boyun 1.60’dır. 40 cm.lik fark için hayatına zar atma, hayatınla kumar oynama. Dilenciliğin en kötüsü, sevgi dilenciliğidir. Senden değer almayan SEN, hiç kimsenin yanında değer bulamaz.

Denginin altında bir evlilik yapsan da bedel ödersin, denginin üstünde bir evlilik yapsan da. Hayat rasyoneldir. Uzatmaları oynasan da kaçınılmaz acı gerçeği değiştiremezsin. Gerçekle ne kadar erken yüzleşirsen hedefe o kadar erken varırsın. Acılardan korkma. Bazen acılar ilaçların dağıttığı şifalardan daha tesirli şifa dağıtır. Yeter ki acıların verdiği mesajı iyi anlayasın.

Dış görünüşe dikkat et, ama dış görünüşü put yapma, evet 7.9 şiddetinde ki depremden sonra ayakta kalabilen bir ev o depreme boyası yüzünden dayanmış değildir. Rivayetlere göre Lokman Hekim’in patlak patlak gözleri vardı. Birisi O’na tiksinerek bakınca Lokman Hekim şöyle dedi:

-Hayrola üstat, boyayı mı beğenmedin yoksa boyacıyı mı?

Dost şunuda bil ki, Allah Hazreti Yusuf”u yakışıklı olduğu için peygamber yapmadı.

SAĞLIKLI BİR PSİKOLOJİYE SAHİP OLMAK İSTİYORSAN,

Seçicilik ve fark edicilik özelliklerini sürekli geliştir. Başkasının malumu kendinin meçhulü olan zavallılardan olma. Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olma. Bilgilenmeden ilgilenmeye kalkmak, yüzme bilmeden kurtarmaya benzer. Hiçbir insanı ondan daha fazla düşünme lüksüne sahip değilsin. Sen izin vermediğin sürece, hiç kimse seni sana değersiz hissettiremez. Eğer bir insan seni sana değersiz hissettiriyorsa; bu, senin ‘onun, seni sana değersiz hissettirmesi’ne değer verdiğin içindir. Çok acırsan acıdığın insandan daha fazla acınacak hale düşersin. Kırmızı çizgilerini ‘hayır’ kelimesiyle koru. Bazen insanın en soylu erdemi, gök gürültüsü gibi ağzından çıkan hayır kelimesidir. Unutma, hayır kelimesinde ne mübarek hayırlar vardır bilesin. O bir hayır seni binlerce evetten kurtarır. Zaten hayırı şimşek gürültüsü gibi olmayanın eveti sinek vızıltısı gibidir.

-iyilikle ahmaklığı,
-şüphecilikle feraseti,
-vakarla gururu,
-tevazuuyla zilleti,
-cömertlikle israfı,
-iktisatla cimriliği,
-belağatla cerbezeyi,
-dostlukla hamallığı,
- merhametle sevgiyi,
-evlilikle evcilik oyununu asla birbirine karıştırma.

Yaşamını sahiplen. Ben yaşamımı idare edemem diyene yaşam mutlaka bir çoban bulur. Kendin için çalışmazsan kendisi için çalışanlar seni kendilerine çalıştırırlar bilesin.Kendi planlarının öznesi olmazsan başka planların yüklemi olursun,bilesin. Sorumluluklarını, yarını meçhullere ertelersen, yenilgiyi bir yaşam tarzı haline getirirsin. Yarın için yapılacak en iyi plan, şimdi ve buradayı yaşamanın bilincine varmaktır. Dün tecrübedir, ders al; yarın gelecektir, planla; şimdi ve burada ise hakiki ömründür, yaşa. Sorumluluk almadığın hiçbir şeye sahip olamayacaksın.Çünkü,çilesini çekmediğin şey senin değildir… Eğer başkalarına minnet ederek yaşıyorsan özgürlüğü rüyalarında bile göremezsin. Dünyada en pahalı su gülsuyu değil, yüzsuyudur. Gülsuyunu bol bol döktükçe mis gibi kokular saçılır. Yüz suyunu döktükçe zillet, meskenet saçılır. Yüz suyunu alın teriyle karıştırırsan gül suyu gibi güzel kokar. Kendini başkalarına bir yük gibi hissettirme, onların seni bir yük gibi algılamalarına izin verme; bir yük olanlar, bir büyük olamazlar. Sürekli idare edilen insanlar asla terakki edemezler.

Ormanda en çok bodur kalan ağaçlar büyük ağaçların gölgesine sinen ağaçlardır.

Dinle dostum,
Geçme namerdin köprüsünden bırak sel alsın seni,
Sinme tilkinin gölgesine bırak aslan yesin seni.

Aslan acından ölse de çakalın artığını yemez.

Bir filozof servetler içinde olmasına rağmen çok fakir yaşıyordu. Ona soruldu,
-Ayaklarının dibi servetle dolu olmasına rağmen neden fakir yaşıyorsun?
Filozof cevap verdi:
-Çünkü onu almak için eğilmek gerekiyor da ondan.

Sevgili dost, ihtiyaç öyle bir alçak kapıdır ki, boyun ne kadar yüksekse o kadar eğilmek zorunda bırakır seni. Tamam, her şeyi yapmamız mümkün değil ama mümkün mertebe ihtiyaçlarımızı kendimiz görmeye çalışalım. Sırtındaki yüke aşık olan hamal yoktur.Bunu unutma sakın.

Senin ıstırapların başkalarına nenni gibi gelebilir. O yüzden acılarınla savaşmayı öğren. Evet sıradan bir insan ol ama asla sürüden olma.

Evet orijinal ol, insanların hepsi orijinal olarak doğar ama çok azı müstesna hepsi kopya olarak ölürler. Bir bilge şöyle demiştir:
-Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben az kullanılanı seçtim. Hayatımdaki bütün farkı, bu fark meydana getirdi.

Orijinal ol ama farklı olacağım diye bin bir surat olma. Her sahnede kılık değiştirenler palyaçolardır.

Sürekli yanlış yapıyorsan yanlışta ısrar ediyorsundur. Her acı kendi içinde bir mesaj taşır ama demek ki sen ondan ders almıyorsun. Her insan hata yapar ama ahmaklar hatalarında ısrar ederler. Yanlışlarımız miras değildir, savunmak zorunda değiliz. Kanaatlerimiz namusumuz değildir. Yanlış olduğunu anladığımızda değiştirmeliyiz. Hiçbir insan, görmek istemeyen kadar kör, duymak istemeyen kadar sağır olamaz. Elindeki paslanmış bakırı, kendine uzatılan altın kaseye rağmen bırakmak istemeyenden daha ahmak kim olabilir?

Kendini şehevi arzuların kölesi ve merkebi haline getirme. İçinde kirli duyguların kökleşmesine ve seni esir almasına izin verme. Bunun bedeli, sistematik çalışmadır. Unutma emeksiz ekmek olmaz, balık yemek istiyorsan ayakların suya değmelidir. Cennete girmek istiyorsan oraya giden meşakkatli yolları birer birer aşmalısın. Unutma cennete giden yol asfaltla döşenmemiştir.

Temizlik, tertip, düzen; nezaket, nezahet, nezafet güzeldir ama kendini imajın kulu haline getirme, imajın değil takvanın sahibi ol. İmajı kullar, takvayı Allah değerlendirir bilesin. İnsanlara yaranamazsın, insanların rızası erişilmeyen bir makamdır. Ne yaparsan yap insanlar mutlaka aleyhte konuşur. Sen rızayı ilahiyi esas maksat yap. Allah senden razı olduktan sonra bütün insanlar seni beğenmese ne gam. Allah senden razı olmadıktan sonra bütün insanlar senden yana olsa ne fayda.

Başarı, sonuç değil süreçtir. Kapasitemizi maksimize ettikten sonra, ortaya çıkan sonuç önemli değildir. Önemli olan sonuç değil, üzerimize düşenleri yapmamızdır. Bazı peygamberlerin bir tane bile tabisi yoktu. Ama Allah katında peygamberdi. Bazı ideallerin gerçekleşmiyor diye üzülme.

Dünyada her istediğimize sahip olamayabiliriz. Belki bu da ayrı bir nimettir… Öyle idealler vardır ki, o yolda mağlup olmak bile, şereflerin en büyüğüdür.

Kaçamayacağın en büyük otorite vicdanındır.
Vicdanın seni mahkum ettiyse, hiçbir mahkeme sana beraat veremez ama vicdan o vicdan olmak gerektir. “Saksıyla vazo birbirine çok benzer, farkını sen güllere sor ama gül plastikse farkını fark edemez zaten.”

Davranışlarını sürekli kılmak istiyorsan onlara yüklediğin anlama bak. Güçlü anlamlar yüklediğin davranışlar süreklidir ve çok güçlüdür. Para için dövüşen bir boksörle, namus için dövüşen bir boksör bir olur mu?

Hayatın mahiyetini iyi anlamalısın. Eğer hayat sadece yemekten, içmekten ve zevklerden ibaret olsaydı, insan tuvaletiyle sofrası arasında uzanan bir PVC boru gibi olurdu. Daha açıkçası, hayatı zevk, haz kabul eden; kendisini gazurat makinesi haline getirmiştir. İmam Şafi Şöyle buyurur: “Kimin batınınaysa himmeti batınından (midesinden) çıkan kadardır kıymeti.” Eğer, Öküzlerle inekler konuşabilselerdi, mevzuları yemleri olurdu.Lutfen dikkat et! Hayat, hayat için lazım olan şeylerin kendisi değildir. Araçları hayat zannetmek, samanı ideali haline getiren ineğe yakışır. Bir hedefe gitmek için lazım olan araçlar, hedefin kendisi değildir.

Bir de şu husus çok önemlidir: Hedefe ulaştığımızda buna sevinelim ama hedefe yapışmayalım. Hedefe varmak başka, hedefe yapışmak başkadır.

HAYATTA LÜZUMSUZ TEKRARLARDAN KURTULMAK İSTİYORSAN;

Hayatı bir kitap gibi iyi okumalı, iyi anlamalı ve anladıklarını hayata geçirmelisin. Hayatın üçte ikisini rahat yaşamak istiyorsan, hayatın üçte birini meşakkatle yaşamalısın. Yanı, temel sağlam atılmalıdır. Yaşlılığında hayatı yeniden inşa etmeye çalışmak, kubbede ceviz durdurmaya çalışmak gibidir. Gençlik yaşama uyum, ihtiyarlık yaşamdan doyum elde etme yıllarıdır. Sevdiklerimize ulaşmak için sevmediklerimize katlanmak zorundayız. Hayatımızı bir prens gibi mutlu yaşamak istiyorsak, prensiplerimizi prenses yapmalıyız. Rahata ermek için rahatsız olmak gerekir.Bak, sabah olunca kalkanlar, geceleyin yol alanları överler.Gelecek,rahatına kıyabilen insanlarındır.

Dost,
Akılla zeka arasındaki farkı anlamak gerekir. Zeka merdiveni hızlı tırmanmak, akıl ise doğru yere koyup koymadığını bilmektir.
Bir kabak yazın hızla büyüdü ve ulu çınarın boyuna yaklaştı. Böbürlenerek sordu:
-Sen kaç yılda bu boya ulaştın.
Çınar cevap verdi:
-35 yılda.
Kabak böbürlenerek:
-Ben çok kısa bir sürede buraya geldim, dedi.
Bahar geçip, sonbahar gelince kabak sararıp solmaya ve hızla aşağıya doğru inmeye başladı. Tekrar sordu:
-Bana ne oluyor. Çınar cevap verdi:
-Çünkü ölüyorsun.

Mutlu bir hayat planlı bir hayattır. Zamanını dakika dakika, mekanını karış karış, servetini kuruş kuruş planla ki yaşamın kırış kırış olmaktan kurtulsun.

Şu anda gittiğin yolda senden öncekiler nereye vardılar ve sen nereye varmak istiyorsun. Bazı yollar çok uzundur. Ama geri dönüşü vardır. Ama geri dönüşün uzunluğu nispetinde, ağır bedeli vardır. Ama bazı yolların geri dönüşü yoktur. Çıkmaz sokaktır. Bin hükema gelse seni oradan kurtaramayabilir. Ayrıca kurtulsan bile kurtulana kadar yanlış yol seni kurutmuş olabilir. Kurtulduğunda kurutulmuşsundur zaten. Kurutulmuşsan kurtulmuş sayılmazsın. Büyük şehirlerde arabanla seyahat ederken, yanlış bir yola girdiğinde, bir U dönüşü bulabilmek için dakikalarca gitmen gerekir. Hayatın U dönüşleri bu kadar kısa olmayabilir ve maliyeti çok yüksek olabilir. Ömrünün nevbaharı geçtikten sonra bahara ulaşmanın ne faydası vardır? Elindeki biletin, son tren bileti olduğunu, tren gittikten bir saat sonra anlamak neyi değiştirir? Hayatı yaşlanmadan öğrenmek gerekir. Yaşlandıktan sonra hayatı öğrenmek ancak acılarını artırır. Çünkü, öğrendiğin hayatı yaşayacak ömrün kalmamıştır. Ölümcül bir hastalığa yakalanan insan kendisine miras kalan büyük bir servetten zevk alabilir mi?
Ancak ahmak insanlar hayatın doğrularını tekrar tekrar deneyerek kendileri bulmak isterler.
Hayatı GECİKMELİ TARİFEDEN öğrenmenin bedeli olarak koca bir ömür sunarsınız da yine yetmez. O yüzden hayatı İNDİRİMLİ TARİFEDEN öğrenmek bile kurtarmaz; en iyisi ERKEN TARİFEDEN öğrenmektir.

Sevgili dost; o yüzden yaşamımızdaki öncelikler meselesi, hayatımızın oksijeni gibidir. Önceliklerini anlamayanlar, oksijen kaybından ölürler. Hayatı planlı yaşamak, suda yüzmek gibidir. Hayatı öylesine yaşamak, suda sürüklenmek gibidir. Sular sürüklediği insanları kıyıya değil kabire ulaştırırlar.

İlişkilerinde daima orta yolu seç, küsecekmiş gibi barış, barışacakmış gibi küs. Muhabbetinde dengeli olamayan, öfke halinde de dengeli olamaz. Uçlardan sakın ki seni uçurmasınlar… “Düşmanlarına gelince, onlara çok kin besleme, gün gelir ahmak dostlarının şerrinden seni onlar kurtarır. İşte o gün hayatının en acı günüdür.” Ahmaklığın katmerlisi; sulamadığı, beslemediği, çapalamadığı ağaçtan meyve bekleyen ham hayalperestlerdir. İlişkilerini de, duygularını da bir fidan gibi bakıma almalı ve beslemelisin. Sınavdan geçmeyen dostluklar kartondan evlere benzerler. Plandaki mutfakta yemek pişiremezsin. Sahte dostluklara da bel bağlayamazsın.

Nankör insanlar için boşuna uğraşma. “Yağmur taşlara da yağar ama bin baharı görse de taşlar yeşermez.” Sonradan görmelere dikkat et. Bir tas su bir sineğe denizdir. Dindar geçinen dini-darlara dikkat et. Daha insan olmanın asgari müştereklerini kazanamamış bu insanlar kaba softa, ham yobazdır. En tehlikelileri de dini ticaretle takas eden, maneviyat haramileri ve din bezirganlarıdır.
İyinin iyiliği ahmaklığından, kadının dindarlığı çirkinliğinden geliyorsa buna da dikkat et. Burada bir problem vardır. Tevazu iki sınıf insana yakıştığı kadar hiçbir insana yakışmamıştır: Başarılı erkekler ve güzel kadınlar. Çünkü, bunlarda tevazu az bulunur.

Feraset yemi değil, tuzağı görmektir. Her hıyarım var diyene tuzluğu yetiştirmeye çalışma. Yeme ilk önce atlayanlar, sazanlardır. Kalbi seninle ama gücü sana karşı olan insanlara dikkat et. Şairin, “lafımın dostu çilemin yabancısı” dediği kaypak, dönek insanlara dikkat et. En vahşi hayvanlar, bunların yanında çok masumdurlar. Bu kaypakların, bu döneklerin en büyük marifeti gittikleri her yere ormanlarını da birlikte taşımalarıdır. Bazen düşünmeden edemiyorum. Bunlara hayvan dediğim zaman bunlara mı yoksa hayvanlara mı hakaret oluyor,anlamış değilim doğrusu.

Ayının birisi çok acıkmıştı. Canı karınca yemek istedi. Kocaman dilini çıkararak dışarıya saldı. Karıncalar bu yumuşacık nesnenin üzerinde iyice toplandılar. Ayı, yeteri kadar karınca toplandığını hissedince dilini ağzına çekerek bütün karıncaları yuttu.. Kalabalığın olduğu her yerde, bu yumuşak dilin üstüne oturmamaya özen göster. Sonra içeri çekilebilirsin. Ferasetine havale ediyorum.

OLSAYDI-BULSAYDI

Sevgili dost;
Olsayla bulsayı evlendirmişler, çocukları KEŞKE olmuş. Temenniler hayatın kendisi değildir. “Hayallerinde sultan olabilirsin ama gerçeği görünce nereye kaçacaksın?” “Bir dane hakikat, milyonlarca hayalata müreccahtır.” Elindeki bir kuruş, hayalindeki servetten üstündür.

Eğer kılda keramet olsaydı, keçiler büyük medeniyet kurardı.

Sayı çokluğunda keramet olsaydı, karıncalar ayaklar altından kurtulurdu.

Eğer geçmişle övünmekte keramet olsaydı, patates en pahalı yiyecek olurdu. Çünkü en kıymetli tarafı yerin altındadır.

Eğer kapıya at nalı takmak uğur getirseydi, atlar her gün kırbaçlanmaktan kurtulurdu. Çünkü atın ayakları nallarla doludur.

Eğer isimlerde keramet olsaydı; Edipler, Nuriler, Yükseller, İskenderler, Talipler, Kenanlar, Salabeler, Haluklar, Fikretler, vesaireler yolunu şaşırmazdı.

Eğer boyda keramet olsaydı, develer ve zürafalar ormanlara kral olurdu. Ama cesurlarda kısa bacaklar koşmaya korkaklar da uzun bacaklar kaçmaya yarar. Kavakta uzun amma meyve vermiyor.

Eğer taklit de keramet olsaydı, maymunlar en büyük medeniyeti kurarlardı.

Eğer çıplaklıkta uygarlık olsaydı, tarih en kadim ŞEBEK UYGARLIKLARINDAN BAHSEDERDİ.

Eğer hayat yiyip-içip, zevk almaktan ibaret olsaydı, insan tuvaletiyle sofrası arasında uzanan bir PVC borusu gibi olurdu.

SEVGİLİ DOST,

Sana en büyük kötülüğü yine sen yaparsın. Senin sana musallat ettiğin en büyük kötülük alışkanlıklarındır. Alışkanlıklarının sana verdiği zararı, atom bombası tepende patlasa veremez. Her an ayrı bir ölümle ölürsün. Esaretin en korkuncu, zincirsiz olanıdır. Böylelikle hem esir olduğunu bilmezsin hem de yaşadığın her an alışkanlığı beslemeye devam edersin. Zaman seni ihtiyarlatırken alışkanlıkları gençleştirir. Zaman seni güçsüzleştirirken alışkanlıklara güç üstüne güç katar… Artık seni ilahi bir nefhadan başka hiçbir şey kurtaramaz. O yüzden şimdi küçüktür deme. Şimdi büyük olan sen, bir zamanlar küçük bir damlaydın. O yüzden nice küçükler, bünyesinde ne büyükleri barındırır. Büyümeye yüz tutan her küçükten kork ve titre; çünkü o büyüyünce seni yutacaktır. Alışkanlıkları besleyen güç,lezzet noktasında şimdici, sorumluluk noktasında sonracı olan nefistir.Nefsin bu kaypaklığına çok dikkat et. Nefis sandalye gibidir.Ayaklarının altına alırsan seni yüceltir.Başının üzerine koyarsan seni alçaltır.

Sevgili dost,

Nasihat çok pahalı olmasına rağmen çoğu zaman çok ucuza gider.Efendimiz “din nasihattir” buyurur. Altının değerini sarrafı, kelamın değerini erbabı anlar. Erbabı olmayan sözün kadrinden ne anlar?

Seni Şefiki Âlaya, Yüce Dosta emanet ediyorum. Muhabbetle kal.


Nusret KARDELEN

> www.zehirliok.com


Makaleler

MollaCami.Com