Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Doğu Medeniyetinde Öğretmen

Doğu Medeniyetinde Öğretmen
Yrd.Doç.Dr. Denis B. PATAY
Doğu’da eğitim ve öğretim oldukça önemli bir iş sayıldığından, sahip olduğu bilgileri başkalarına aktarabilen insanların itibarı her zaman yüksek olmuştur. Hz. Muhammed’in (sas): “Ben öğretmen olarak gönderildim.”1 hadîsinin ışığında oldukça önemli sayılan neslin yetiştirilmesi işi Doğu milletlerinde, hayatını sadece bu işe adamış âlimlere verilirdi. Doğu ülkelerinde eğitim işini üstlenenler; dirayetli, hür ve saygın kişilikleriyle önemli bir sosyal tabaka oluşturmuşlardır.2
Doğu’dan farklı olarak, Batı ülkeleri ve Rusya ise, öğretmenliği sıradan bir meslek olarak görmüştür. Toplumda öğretmen bir nevi ‘hizmetçi’ olarak görüldüğünden ona yapılan muamele de bu istikamette olmuştur. 20. yy. Avrupa’sında M. Beauller, D. Brown ve A. Maslow’nun pedagojik fikirleri yaygınlık kazanınca öğrenci ile velinin gözünde öğretmenin itibarı daha da düşmüştür. Bu süreçlerin neticesinde Rusya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri bir tercihle karşı karşıya geldiler: Ya öğretmene toplumda hak ettiği itibar verilecek veya maddî ve mânevî gelişmeler gittikçe azalıp sıfıra inecekti. Bu ülkelerin korkusu, biraz da bilim ve teknoloji sahasında ‘lider’liği Doğu ülkelerine kaptırma endişesinden kaynaklanıyordu.
Günümüzde bu endişelerin haklı olduğu ortaya çıkmaya başlamıştır: Şu anda Hindistan, geliştirdiği ileri iletişim teknolojileriyle Avrupa ülkeleri ve ABD için ciddi bir rakip durumuna gelmiştir; Türkiye’de hayat standardı Rusya’dakine göre daha yüksektir. Bilim adamlarının tahminlerine göre 21. yy. Doğu ülkelerinin ekonomik üstünlüğüne şâhit olacaktır.
Doğu medeniyetinde öğretmenin eğitimde oynadığı rolü anlayabilmek için meseleye genel olarak Doğu, hususi mânâda İslâm’ın penceresinden bakmak gerekir. Doğu’da ilim tahsiline çıkan bir insanın Yüce Yaratıcı tarafından yönlendirildiği inanışı yaygındır. Hz. Muhammed (sas): “İlim yolunda ilerleyen biri, Cennet yolunda ilerleyendir.” buyurmuştur. Büyük âlim F. Gülen ise bir yazısında: “Bilgi edinmekteki maksat, insanın şahsî kemalâtına yardımcı olabilecek bir rehber ve akıl hocasını bulmaktır. Sahibini mânevî göklere yöneltmeyen bir mânevîyat, sahibinin kalbine ve aklına binen bir yüktür. Gerçek asalet, Yüce Yaratıcı’ya hizmete ve bilgiye dayanır.”3 demektedir.
İslâm dinine göre, kişinin ilim öğrenme gâyesi; benliğini keşfetme, mânevîyatını güçlendirme ve bu vesileyle de Yüce Yaratıcı’yı tanımaktır. “İlim öğrenmekten maksat, bilginin insanoğluna mürşit ve rehber olması ve öğrenilen şeylerle, insanî kemâlâta giden yolların aydınlığa kavuşturulmasıdır. Binaenaleyh, ruha mâl edilmemiş ilimler, sahibinin sırtında bir yük; insanı ulvî hedeflere yöneltmeyen mârifet de, bir kalb ve düşünce hamallığıdır.”4
Geçmişte Batı’nın eğitim felsefesi günümüzdekinden çok farklı idi. İnsanın Yüce Yaratıcı’nın kulu olduğunu bildiren İslâm’dan farklı olarak Batı, onu devletin veya kilisenin ‘kulu’ olarak görürdü. Dolayısıyla, Avrupa ülkelerinde eğitim ve terbiyenin hedefi yeni yetişen nesle devlet ve kilise otoritesine itaati aşılamak ve açlıktan ölmemesi için belli bir şehir veya köyde icra edebileceği bir meslek kazandırmaktı.
Batılı meslektaşlarından farklı olarak Doğulu öğretmenler, bir öğrencinin belli bir meslek edinmesini hedef olarak değil, eğitim için bir araç olarak görmekteydi. Doğu medeniyetine göre insan, kâinatın küçük bir modeli, yani kendine has bir mikro-âlemdi, dolayısıyla kâinattaki câri kanunlar hem talebenin iç dünyasına, hem de eğitim ve öğretimin her konusuna uygulanabilirdi. Bir talebe, kâinattaki kanunları, bu vesileyle de kendi iç dünyasını ve Yüce Yaratıcı’yı daha iyi tanımak ve anlamak istiyorsa, bunu ancak canlı bir örnekte, meselâ demircilik mesleğinde görmesi ve anlaması gerekirdi.
Müslümanlara göre, talebeleri hedeflerine ancak üstün vasıflı kişiler ulaştırabilirdi. Doğu medeniyetine göre, “öğretmen bilgi birikimi ve mânevî üstünlük sahibi, Yüce Yaratıcı tarafından binlerce yılın bilgi birikimini çoğaltmak ve onları kendi öğrencilerine ‘elden ele, kalbten kalbe’ aktarmakla görevlendirilmiş, her mânâda güçlü, değerli bir kişiliktir.”4
Doğu ülkelerinde, bilgi birikimi olmayan ve ahlâkî zaafiyeti olan insanların eğitim vermesi kesinlikle düşünülemezdi. Bu tip insanlarca verilen eğitimin çok düşük seviyede olduğuna inanılırdı. Batılı bir eğitim kurumundaki öğretmen veya özel ders veren biri öğrencilerine karşı ahlâkî sorumluluk almamayı tercih ederdi.5
Doğu’da muallim, talebelerine hakikate ulaşma yollarını gösteren mânevî rehber ve hayat boyu izinden yürünecek bir örnek şahsiyet kabul edilirdi. Kâinatın genel kanunlarını anlamak için gerekli olan bilgilerin koruyucusu ve taşıyıcısı olan öğretmen, bunları talebesine aktarırken onu, ileride benzer bilgileri kendi başına sezgi ve ilham ile elde edebilecek seviyeye çıkarmayı hedefliyordu. Kendini aşacak talebeler yetiştirmek hedefinde olan hakiki muallim, talebesinin maddî-mânevî tekâmülüne ve gerektiğinde kendi başına karar alıp zor durumlardan yüzünün akı ile çıkmayı başarmasına yardımcı oluyordu. Doğu’da, bilginin, kişinin ömrünü uzattığı ve şerefini korumaya vesile olduğu düşünülürdü.6
Müslümanlara göre ‘eğitim süreci’ ancak yukarıda bahsedilen şartların yerine getirilmesiyle tamamlanmış sayılırdı. Aksi takdirde, talebe gerçek hayattaki problemlerle yüz yüze geldiğinde, etrafındaki insanların gerçek niyetlerini değerlendirmede ve doğruyu seçmede yanılabilirdi.
Doğu’da insanın hayatı, kişinin meslekî ustalığına bağlıydı. Doğu hikmeti, “Eğer muallim öğrettiği gibi yaşamıyorsa, ondan uzaklaş!” der. Öğretmene öğrencisinin hayatının emanet edildiği düşünüldüğünde, öğrenci ile öğretmen arasında her zaman özel bir güven bağı olduğu düşünülebilir. Öğretmen, öğrencilerine uyguladığı disiplinle beraber, onların iç dünyasına çok yakın olur, bütün öğrencilerine şefkatle yaklaşırdı; ama dışarıdan bu durum hemen anlaşılamayabilirdi; çünkü bu, bir el hareketi, sert bir bakış veya uyarı şeklinde de olabilirdi. Doğu’da “Bazen talebeyi cezalandırmak, bazen mükâfatlandırmak, zaman zaman övmek, zaman zaman kınamak ve bazen de affetmek” inancı yaygındı.7 Hz. Ali’nin: “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözü İslâm medeniyetinde muallime ve onun yaptığı işe verilen değerin temellerini göstermesi açısından önemlidir. Böylece, Batı’dan farklı olarak, Doğu’da ve bilhassa İslâm medeniyetinde muallimin özel bir itibara sahip olması, onun, mânevî değerlerin temsilcisi, koruyucusu ve gelecek nesillere taşıyıcısı olarak görülmesiyle izah edilebilir.

* Dünya Medeniyetleri Tarihi Uzmanı Rusya Tabiî Bilimler Akademisi (Moskova)

Dipnotlar
1. İbn-i Mace, 229 numaralı Hadîs-i Şerif.
2. G. B. Kornetov, “Şkola, Vospitaniye i Pedagogika Tsivilizasiy Blijnejo Vostoka” (Yakın Doğu Medeniyetlerinin Okulu, Terbiyesi ve Pedagojisi), Moskova, 1993, s. 96.
3. F. Gülen, A.g.e., s. 31-32.
4. A. Saadi, “Pedagogiçeskiye Mısli Vostoka. Opıt İssledovaniya” (Doğu’nun Eğitim Düşünceleri. Araştırma Tecrübesi), Kazan, 1927, s. 12.
5. A. İ. Piskunov, “İstoriya Pedagogiki i Obrazovaniya” (Öğretim ve Eğitimin Tarihi), Moskova, 2005, s. 203-205.
6. Kornetov, A.g.e.,s. 98.
7. Kornetov, s. 85.

Kaynaklar
- Gülen, F. Kriterii ili Ogni v Puti (Kriterler veya Yoldaki Işıklar). Moskova, 2006.
- İkbal, M. Rekonstruksiya Religioznoy Mısli v İslame. (İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşaası). Moskova, 2002.
- Kornetov, G. B. Şkola, Vospitaniye i Pedagogika Sivilizasiy Blijnego Vostoka (Yakın Doğu Medeniyetlerinin Okulu, Eğitimi ve Öğretimi). Moskova, 1993.
- Mahmutov, M. İ. Antologiya Gumannoy Pedagogiki. Prorok Muhammed (İnsancıl Öğretimin Antolojisi. Muhammad Peygamber ). Moskova, 2002.
- Piskunov, A. İ. İstoriya Pedagogiki Obrazovaniya (Eğitim Pedagojisinin Tarihi). Moskova, 2005.
- Saadi, A. Pedagogiçeskaya Mısl Vostoka. Opıt İssledovaniya (Doğu’nun Eğitim Düşüncesi. Araştırma Tecrübesi). Kazan, 1927.


Serbest Kürsü

MollaCami.Com