Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Dünden bugüne dünyada islamiyet

DÜNDEN BUGÜNE DÜNYADA İSLÂMİYET
AHMET MİROĞLU

“Ağızlarıyla (üfleyerek) Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasa da, Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf, 8)

Bir kişiden milyarlara

Allah Rasulü s.a.v., bir Ramazan günü Cebrail a.s.'la ilk karşılaşmasının manevi hazzı ile Hira'dan ayrılıp, Nur Dağı'ndan Mekke'ye, saadetli hanelerine doğru inerken yeryüzündeki tek inanandı. Bir tek o vardı. Başka hiç kimse yoktu.

Gerçi şairin dediği gibi o öyle bir peygamberdi ki, daha dünyaya gelmeden inananları vardı, o ayrı.

Günler, ne günlerdi ya Muhammed

Çağlar ne çağlardı...

Daha dünyaya gelmeden

Müminlerin vardı... (Arif Nihat Asya)

Ama o anda, onu hasretle bekleyenlerin bile kutlu görevin başladığından haberi yoktu. İnanmaya hazırdılar; yıllardır, hatta bir ömürdür onu, o anı bekliyorlardı. Sadece onlar mı, bütün dünya, bütün varlık bekliyordu ama habersizdiler. Onun için henüz kendinden başka inananı yoktu.

Aradan çileli, mücadele dolu yıllar geçti. Müminlerin sayısı Allah'ın izniyle arttıkça arttı. İslâm'ın nuru, O'nun önderliğinde Yemen'den Irak'a, Kızıldeniz'den Basra Körfezi'ne, neredeyse Arap Yarımadası'nın tamamını ışıttı, aydınlattı.

Ve Allah Rasulü s.a.v. Veda Haccı için yola çıktığında, onun geleceğini duyan yüz binin üstünde muhteşem bir sahabi topluluğu Mekke'yi, Arafat'ı, Meşar-i Haram'ı, Mina'yı, Kâbe'yi doldurdu. 23 yıl önce Hira'dan tek inanmış olarak inen peygamberle birlikte hac yapmak için yarımadanın dört bir yanından, o gün, işte o kadar mümin koşup gelmişti. Gelemeyenlerin sayısını ise Allah bilir.

Fakat o mübarek hareket orada sonlanmadı, sayı oradakilerle sınırlı kalmadı, bereketlendi. Ve o Yüce Peygamber'in bildirdiğine göre, Allah'ın izniyle kıyamete kadar da sonlanmayacak. Artacak, çoğalacak, ilerleyecek... Zira, yabanlar istemese de Allah nurunu tamamlayıcıdır. Bu din, asla yarım, eksik, noksan kalmayacaktır, kesinlikle ikmal olunacaktır.

İslâm tarihi hep şanlı, övünç duyulacak olaylarla dolu değildir elbette. Çünkü sünnetullahtır: Cenab-ı Hak, bir o tarafı galip getirir, bir bu tarafı... Kâh ağlatır, kâh güldürür... Dünya hayatında gülme de, ağlama da asla düz bir çizgi takip etmez. Hayat yolu inişli çıkışlıdır. Her çıkışın da mutlaka bir inişi vardır. Yalnız, çıkış çizgisinin zamana yayılması, yani uzatılması mümkündür. Uzun asırlar boyunca talihin müminlerin yüzüne güldüğü de oldu, gülmediği de. Hatta ağlattığı...

Fakat Mevlâ'nın izniyle o bir inananın ardına yüzbinler, milyonlar ve nihayet milyarlar düştü. Hepsi onu izledi, onu örnek aldı, onu model kabul etti. İleride geleceklerin sayısını ise Allah bilir... İslâm yarımadayı aştı, kuzey ve güney yarıküreye taştı, müminler her yana ulaştı.

Burada, bu köşede aylardır işte bunu anlatmaya çalışıyoruz. Üzülmeyin, yalnız değiliz, yarimiz var, yârânımız var, dünyanın en ücra köşelerinde kardeşlerimiz var; Allah diyorlar, peygamber diyorlar, biricik gerçeği haykırıyorlar, sayının gün be gün artması için gayret sarf ediyorlar. O halde daha çok çalışalım, daha çok gayret sarf edelim, bilişelim, tanışalım, yardımlaşalım demek istiyoruz.

Gül devrinin sonu

Şevketli devirlerden sonra müslümanlar ve İslâm dünyası gerilemeye başladı. Artık gül devri, gülme günleri bitmiş, ağlama devri başlamıştı. Bu dönem İslâm tarihinde ‘modern dönem' diye bilinir ve Batı ile İslâm dünyasının ilişkilerinde yeni gelişmelerin ortaya çıktığı 18. yüzyıl sonlarından itibaren başlatılır. İşte bu süreç, batılı devletlerin müslümanlara ait toprakları doğrudan işgale girişmelerinin yanı sıra, müslüman toplumları siyasi, iktisadi ve kültürel bakımdan nüfuz altına almaya çalışmaları şeklinde ortaya çıkmıştır.

Artık İslâm dünyasının her bir bölgesi kendi acısına gömülmüştü. Koca gövdeye musallat olmuş yiyicilerin her biri bir taraftan çekiştiriyordu. Allahu alem, Peygamberimiz s.a.v.'in Hz. Sevban r.a.'ın rivayet ettiği hadis-i şerifinde dikkat çektiği olay tecelli ediyordu.

Rasulullah s.a.v. buyurdular ki:

“Size çullanmak üzere yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.”

Orada bulunanlardan biri: “O gün sayıca azlığımızdan mı?” diye sordu.

“Hayır!” buyurdular; “Bilakis o gün siz çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöp gibi, hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!”

“Zaaf da nedir ey Allah'ın Rasulü?” denildi.

“Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdular. (Ebu Davud, Melâhim 5, hadis no: 4297)

Modern dönem denilen bu zillet çağının başlangıcını, Rusya'nın Kırım'ı ilhakı (1783) ve Fransa'nın Mısır'ı işgali (1798) teşkil eder.

Izdırap, hep ızdırap

19. yüzyılda İslâm dünyası her bakımdan Hıristiyan Batı'nın üstün teknik ve askeri gücüyle yüz yüze geldi. Osmanlı topraklarının bir kısmı dahil, İran ve Afganistan dışındaki bütün İslâm ülkeleri sömürge haline düştü. Bu yüzyılda İslâm dünyasının kayda değer tek büyük devleti Osmanlı Devleti idi. Fakat ne yazık ki gerilemeyi durduramıyor, devamlı prestij kaybediyordu. III. Selim'den itibaren başlatılan ıslahat ve yeniliklerle söz konusu gerilemeye çözüm aranmaktaydı. Diğer taraftan Batı yayılmacılığı, artan ayrılıkçı hareketler ve bağımsızlık arayışları, Osmanlı Devleti'nden sürekli toprak eksiltiyordu.

Osmanlı Devleti'nin günden güne zayıflaması, 1830'da Cezayir'in Fransızlar tarafından işgaliyle devam etti. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra Trakya hariç, hemen hemen Balkanlar'ın tamamı devletten koptu. Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız oldu. Bulgaristan özerk hale geldi. Ardından Tunus Fransızlar, Mısır ve Sudan ise İngilizler tarafından işgal edildi. Yüzyılın sonlarında merkezî Arabistan'da Vehhabilik akımı ortaya çıktı. Önce bastırıldı, fakat 19. yüzyılın sonlarına doğru bu hareket yeniden canlandı ve 20. yüzyılda Suudi Arabistan Krallığı'nın kuruluşu ile devletleşti.

Osmanlı'da bunlar olurken, İslâm dünyasında Şiiliğin temsilcisi olan İran da çalkantılar içinde kıvranıyordu. 18. yüzyılın ilk çeyreğinde bağımsızlığını sembolik olarak koruyor gözükmesine rağmen, İngiltere ve Rusya ülkenin güneyini ve kuzeyini kendi nüfuz alanları ilan etmişlerdi.

Afganistan da benzer durumdaydı.

Hindistan'da ise, Babürlülerin çöküş devresinde teşekkül eden küçük devletler kısa sürede kolayca İngiliz hakimiyetine girmişti.

Esti kızıl rüzgar... ve dindi.

19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, Orta Asya'daki hanlıklar da Rusya'nın genişleme siyasetine karşı direnemez duruma geldi. Fergana, Semerkand, Hive ve Buhara hanlıkları Rus hakimiyetine girdi.

Yine bu dönemde Hollanda, Endonezya'yı tamamen hakimiyeti altına aldı. Cava ve Açe de, direnişlerinde başarılı olamayarak Hollanda egemenliğine boyun eğdiler.

Afrika'da ise ihya ve ıslah hareketleri direnişle birlikte yürütülüyordu. Fakat kısmi başarılara rağmen, batılı yayılma ve sömürge dalgası karşısında hiçbiri yeterli olamadı. Bir süre sonra Afrika'nın tamamı batılı ülkelerce istila edildi.

19. yüzyılda İslâm dünyası, Hıristiyan Batı'nın yayılması karşısında gerileyen, pek çok bölgede fiilen Batı hakimiyetine giren ve sömürge yönetimleri altında kalan, içeride batıcı reformlara ve düşüncelere rağbet eden topluluklar demekti.

Çağın tek bağımsız İslâm ülkesi olan Osmanlı Devleti, yukarıda değindiğimiz uzun süren bir gerilemenin ve yenilenme çabalarının sıkıntıları ile uğraşmaktaydı. Toprak kayıpları, ardından Birinci Dünya Savaşı Osmanlı'nın sonunu getirdi. Böylece 20. yüzyılın başında fiilen bütün İslâm dünyası Batı hakimiyetine boyun eğmiş oldu.

Eskiden Osmanlı toprağı olan yerlerde Fransız ve İngiliz manda idareleri kuruldu, yeni hanedanlar türedi.

19. yüzyıl Çarlık Rusyası'nın işgal ve istila ettiği Kafkasya ve Orta Asya'da Kızıl Devrim'den sonra 10 yıl içinde dinsizlik resmi politika halini alınca, müslümanlar büyük baskı altına girdiler. 1914'de mevcut 24.562 camiden 1942'de sadece 1312'si kalmıştı. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetlerinde dinî hayatta yeniden bir canlanma başladı. Binlerce mescid ve cami ile yüzlerce okul açıldı. Aynı zamanda İslâm ülkeleriyle ilişkiler kurularak iş birliği imkanları geliştirildi.

Kazanımlardan yararlanamamak

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Hindularla ortak hareket eden müslümanlar, giderek artan gerginlik sonucu 1947'de Pakistan adıyla kendi devletlerini kurdular. 1971'de çıkan iç savaştan sonra Bangladeş bağımsızlığını ilan etti.

20. yüzyılın ikinci yarısı İslâm dünyası için bir bağımsızlık dönemi oldu. Müslümanlar kurdukları yeni devletlerle milletler arası alana çıktılar. Mısır, Suriye, Irak, Lübnan, Yemen, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Uman, Katar, Endonezya, Malezya, Bruney, Libya, Sudan, Tunus, Fas, Gine, Benin, Burkina Faso, Fildişi Sahili, Gabon, Kamerun, Mali, Moritanya, Nijer, Nijerya, Senegal, Somali, Çad, Tanzanya, Sierra Leone, Cezayir, Uganda, Gambia, Gine Bissau, Cibuti, Komor Adaları, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan...

20. yüzyıla damgasını vuran milliyetçi akımlar ve siyasi partiler müslüman toplumları bağımsızlığa taşımakla beraber, totaliter yönetimleri de birlikte getirdi. Ayrıca yer yer kendine dönüş ve islâmlaşma eğilimleri de bu döneme damgasını vurdu.

Irak'ın Kuveyt'i işgali, Karabağ, Bosna-Hersek, Kosova ve Çeçenistan olaylarında Batı dünyasının izlediği politika, müslümanlar nezdinde büyük tepki topladı.

Saraybosna'dan sonra dünya basınına sızdığı kadarıyla Irak'da olup bitenler, batılı anlayışın iflasına kelimenin tam anlamıyla ‘tüy dikti'. Afganistan'da veya bir başka İslâm ülkesinde yahut müslümanların azınlık halinde yaşadığı herhangi bir yerde (150 kadar ülkede yarım milyar müslüman azınlık yaşadığı kabul ediliyor) neler olduğunu ise tam anlamıyla bilen yok.

İslâm toplumları yaklaşık 2-3 asırdır süren bu zillet devrinin bitmesi için neredeyse hiçbir şey yapmıyorlar desek doğrudur. Teşhis adına ortaya atılan bazı parıltılı düşünce ve teorilerden söz edilebilirse de, henüz sadra şifa bir çözüm önerisi sunulmuş değil. Maalesef uygulama alanında da ciddi bir faaliyet ve icraata rastlanmıyor. Tevhid Dini'nin mensupları, birlik-beraberlik ruh ve şuurunu tamamen yitirmiş bir görüntü çiziyorlar. Cemaatleşemedikleri için Oğuz Han'ın okları gibi birer ikişer kolayca kırılmaya teşne bir yapıdalar. Gözyaşı dökme yetilerini bile kaybetmiş gibiler. El açıp dua etmeyi dahi beceremiyorlar denilse yeridir. Ağzı dualıları kalmamış gibi...

Gazadır.. elbette arada bizim saftan da koçlar düşecektir ama hep koçlar düşüyor, taçlar ve haçlar değil. Üstelik haçlısının taçlısının bir olup geldiği bir zamanda... Acılı, acıklı, sancılı günler fazla mı uzadı, yoksa bize mi öyle geliyor? Affa layık değil miyiz yoksa? O Kutlu Nebi'nin, mübarek ağzından dökülen; “Allahım, senden korkmayanları ve bize merhamet etmeyecekleri, üzerimize musallat eyleme!” duası ne kadar da yakışıyor bu günlere... Şairin dediği gibi, insanlık İslâm'la iç içedir. Müslüman olmayandan merhamet beklenemez. Yaşadıklarımız bu gerçeği bir kez daha ispatlıyor.

Tahkik ile binnetice öğrendim ki

İslâmiyyetle birdir insaniyyet. (Rıfkı Melül Meriç)

Müslümanlar istirahatte, İslâm faaliyette

Fakat çok ilginçtir, İslâm toplumu lime lime dökülürken, bizzat İslâm'ın kendisi hâlâ taze, diri ve canlı. Dünyanın dört bucağında birilerini teslim almaya devam ediyor.

Verilere göre, bugün bile İslâmiyet, misyoneri olmamasına ve aleyhindeki bunca kötü propagandaya rağmen dünyada en hızlı yayılan din. Sadece İslâmî kaynaklar değil, hıristiyan ve yahudi kaynakları da bu yüce dinin dünya genelinde en hızlı büyüyen din olduğu hususunda ittifak halindeler. İstatistikler dünyadaki her 4 (bazılarına göre 5, en kötümser olanlara göre 6) insandan birisinin müslüman olduğunu gösteriyor. Müslümanlar, son 50 yılda % 235 artarak, yaklaşık 1.6 milyara ulaşmış durumdalar. Kıyaslayacak olursak, bu dönemde hıristiyanların artış oranı % 47, hindularınki % 117, budistlerinki ise % 63 olmuş.

Peki bunun sebebi ne? Sorunun cevabı bizzat İslâm'ın kendisinde gizli. O, hayatın bütün alanlarını kuşatıyor. İnsanın yaradılış ve var oluş sebebini, nihai kaderini, yaratılmışlar arasındaki yerini ve en önemlisi dengeli ve amacına uygun yaşayabilme programını veriyor da ondan...

Günümüz dünya ülkelerinden büyük bir kısmında müslümanlar çoğunluğu teşkil etmektedirler, bir o kadarında ise ikinci büyük grubu. Hatta müslümanların ikinci büyük grubu teşkil ettiği Hindistan'daki nüfusları, Endonezya hariç, bütün İslâm ülkelerinin nüfusundan daha büyüktür. Hindistan'ın ardından müslümanların azınlık olarak yaşadıkları, fakat büyük bir nüfus yoğunluğuna sahip oldukları ikinci ülke Çin'dir. Gelecek yıllarda Hindistan başta olmak üzere bazı Amerika ve Avrupa ülkeleri müslümanların sayısının en çok artacağı yerlerdir.

Bu noktada söz, müslümanlar olarak yarınlarımız hususunda ümitsiz ya da ümitvar olmaya gelir mi? Bu elbette konuşulabilir. Fakat asıl konuşulması gereken, ne yaptığımız, ne yapmamız gerektiği. “Kıyametin koptuğunu görse bile elindeki fidanı dikmekle mükellef” müslümanların, hepimizin elinde hangi fidanın bulunduğu...

çok güzel bir paylaşım gözyaşı kardeşim.ellerine sağlık.ALLAH senden razı olsun.


Makaleler

MollaCami.Com