Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Çanakkale Olmak
ÇANAKKALE OLMAK
SERDAR TUNCER
Çanakkale’yi bilir misiniz?
İrfan ehli bilmeyi, “ilmel yakîn”, “aynel yakîn”, “hakkal yakîn” diyerek üçe ayırmışlar. Yani bilmek, görmek ve olmak… Haydi işin görmek ve olmak kısmını sonraya bırakalım. Bir şehri bilmek, oranın coğrafyasından tarihine, kültüründen ekonomisine malumat sahibi olmakla mümkündür. Diğer bütün hususları da bir kenara bırakıp, sadece tarih noktasından soralım sorumuzu. Hatta şehrin tarihinin bir milletin tarihiyle kesiştiği zamanı göz önüne alarak soralım:
Çanakkale’yi bilir misiniz?
Savaşın yenildiği yer
Tarihçiler Çanakkale’den “savaşın yenildiği yer” diye bahsediyorlar. Metrekareye 6000 merminin, toprağa 251.000 vatan evladının düştüğü yer Çanakkale...
3 Kasım 1914’ten 9 Ocak 1916 tarihine kadar süren Çanakkale savaşlarının istatistik bilgilerine beraberce göz atalım:
• Yaklaşık bir yıl süren çarpışmalar sonucunda İtilaf Devletleri 252 bin kayıp verirken, Osmanlı Devleti 251 bin şehit verdi.
• 3 Kasım 1914’te Seddülbahir Kalesi’ndeki cephaneliğe yapılan saldırıda 5 subay 83 er şehit oldu. Bunlara “ilk şehitler” deniyor.
• 19 Mayıs 1915’te cepheye katılan 100 kadar İstanbul Tıp Fakültesi öğrencisi 3 saat içinde şehit düştü. İstanbul Tıp Fakültesi 1921 yılına kadar hiç mezun veremedi. (Anadolu’daki birçok okul aynı durumda.)
• Savaşta karşılıklı siperlerin mesafesi 5 metreye kadar düştü, çatışmalar bu halde devam etti.
• Çanakkale Savaşı’nda 60 İngiliz uçağına karşılık 22 Türk uçağı bulunuyordu.
• İngilizler 205 bin, Fransızlar 47 bin kayıp verirken, İtilaf Devletleri’nin toplam kaybı 252 bin olarak tespit edildi.
• İngiltere (sömürge askerleri dahil) savaşa 469 bin askerle katıldı.
• O gün için 700 bin Türk askeri bulunuyordu.
• 10 bin askerimiz kayıp olarak kayıtlara geçti.
• Savaşta 57. Alay’ın bütün mensupları şehit düştü. Bir daha 57. Alay kurulmadı. Bu alayın sancağı halen Avustralya Savaş Müzesi’nde sergilenmektedir.
• En çok şehit veren ilk beş ilin sıralaması şöyle: Bursa 3274, Balıkesir 3003, Konya 2683, Kastamonu 2527, Denizli 2258.
• Savaş sırasında Saroz Körfezi’ne 300 kadar Yunan asker çıkarıldı, ancak bunlar korktukları gerekçesiyle geri gönderildi.
Bu listeyi uzatmak mümkün. Ama yedi düvele “Çanakkale geçilmez!” dedirten destanı listelerle bilmek imkansız.
Ve biz, imkansız denilenin mümkün kılındığı Çanakkale’yi bilmek zorundayız.
Neden Çanakkale?
Bakın, müttefik Ordular Başkomutanı General J. Hamilton, “Neden Çanakkale?” sorusunun cevabını hatıratında nasıl veriyor:
“Çağımızın ekonomik zaferinin birinci şartı İstanbul’u Türkler’den almaktır. Her ne pahasına olursa olsun alacağız. Ümit ediyorum ki, geleceğin harp okulu öğrencileri büyük bir imparatorluğu harakiri yapmaya mecbur bırakmak için, neden bu kıraç, beş para etmez kayaların eteklerinde sıkıştığımızı değerlendireceklerdir. Bu kayalıklar Osmanlı Sultanı’nın kara kalbine hançerin saplanacağı en ideal yerdir. Yalnız hançer henüz elini deldi ve yarasından yeni yeni kan akmaya başladı. Her gün ölümden kurtulmak için çırpınıyor. Bir metre ilerleyemesek dahi, Halife’nin canı alınıncaya kadar, kanı bu kaba akıtılacaktır.”
Hamilton’un harp okulu öğrencileri bu değerlendirmeyi yapıyorlar mı bilmem. Ama bizim yapamadığımız, Çanakkale’yi göremediğimiz ortada.
Merhum Turgut Özal’ın başbakanlığı zamanında görüşme ve incelemeler yapmak üzere Türkiye’ye Japonya’dan bir eğitim heyeti gelir. Yurdumuzun bazı bölgelerinde incelemeler yapan bu heyet, bakanlıkta toplandıklarında şu ilginç tespiti ortaya koyarlar:
“Sizin çocuklarınızda yeterli milli şuur yok!”
Türk heyeti şaşırır ve milli şuur konusunda kendilerinin ne yaptıklarını sorar. Japonlar, okul çocuklarını fabrikalarda, hızlı trenlerde teknolojide ulaştıkları noktayı gösterdikten sonra mutlaka atom bombası ile yüzbinlerce kayıp verdikleri Hiroşima’ya götürdüklerini anlatır.
Heyete bizim Hiroşimamız olmadığı söylenince, Japonlar bizim de Çanakkale’miz olduğunu, üstelik Hiroşima’dan daha sarsıcı olduğunu hatırlatır ve derler ki:
- Siz orada zamanın en son teknolojisine meydan okudunuz, inancın üstünlüğünü ispat ettiniz. Üstelik tek bir düşmana karşı değil, neredeyse dünyaya karşı...
Bu kuvvet nereden?
Mehmetçiğimizin dünyanın öbür ucunda, Japonya’da bile fark edilen bu kuvveti nereden geliyor olabilir?
Bu konuda, Çanakkale Savaşları sırasında Anafartalar’da Grup Komutanı olarak vazife yapan Gazi Mustafa Kemal’in bir müşahedesini nakledelim:
“Bomba Sırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Siperler arasında mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine geçiyor... Fakat ne kadar gıpta edilecek bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz, öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe göstermiyor, sarsılmak yok... Okuma bilenlerin ellerinde Kur’an–ı Kerim, cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime–i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan–ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşları’nı kazandıran bu yüksek ruhtur.”
Çanakkale’yi görmek zorundayız. Bu ruha mekân olan Çanakkale’yi en azından Japonlar kadar görmek zorundayız.
Bir onbaşı, bir İngiliz zırhlısı
Peki ya Çanakkale’nin gördükleri…
Mehmet İhsan Genişcan, Seyit Onbaşı’yı eserinde şöyle anlatıyor;
“Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan, mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey, etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada, Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı.
Seyit’in dudaklarında bir dua… Sürekli tekrarlıyordu:
- Ulu ve yüce Allah’ tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur!
Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit’in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi, savaşın kaderini böylece değiştiren olayı doğurmuş ve İngilizler’e ait ‘Ocean’ isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır.”
O yiğitler kimlerin evladı?
Seyit Onbaşıları gören Çanakkale, onları yetiştiren anaları görmezden gelebilir mi? Hayır!..
Anadolunun ücra bir köşesindeki bir tren garına gidelim şimdi de.
Bir anne var orada. Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına saçlarına yapışmış bir anne... Şimşek çaktığı her kısa zaman aralığında gözleri vagona yöneliyor.
Abdulkadir Çavuş yaklaştı:
- Valide, burada ne duruyorsun?
- Şimendiferde (trende) asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim.
- Oğlun kimdir, nerelidir?
- Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın ana yatağından, Mahmut oğlu Hüseyin...
- Çağırayım mı, görmek istiyor musun?
- Ona bir sözüm var, söyleyecektim. Zahmet olmazsa.. Sana dua ederim.
Abdulkadir vagona koştu. Bir künye okudu. Mahmut oğlu Hüseyin, Söğüt!..
Bir ses:
- Efendim! Benim Mahmut oğlu Hüseyin, Söğüt, Akgünlü’den.
- Gel oğlum, seni anan görmek istiyor.
Delikanlı vagondan atladı. Beraberce yürüdüler. Muhterem validenin karşısında durdular. Hüseyin anasının elini öptü. Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki:
- Hüseyin... Dayın Şıpka’da, baban Dimetoka’da ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme! Yolun Şipka’ya uğrarsa, dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” (Harp Mecmuası, sayı 17, s. 267, 268)
“İnsan” nasıl savaşırmış?
Günümüzde yaşanan savaşları, işgalleri, haberlerde her gün duymaya aşina olduğumuz gerçekleri unutmadan bir telgrafa bakalım şimdi de.
Tarih 20 Temmuz 1915. Yer Çanakkale... Savaş bütün dehşetiyle sürüyordu. Reuter Telgraf Ajansı’nın Çanakkale muhabiri, Londra’daki ajans merkezine savaşın gidişatını anlatırken, savaşın insanî boyutunu öne çıkaran bir haber geçer:
“Türkler pek merdâne ve soylu bir tarzda harp ediyor. Bunlardan biri şiddetli ateş altında olduğu halde, askerlerimizden birinin yarasını sarmak gayretinde. Diğeri yaralı bir Avustralyalı askerin yanına bir şişe su bırakarak insanî bir harekette bulunuyor. Mert Türk askerlerinden bir başkası İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve güçsüz kalan İngiliz askerine ekmek vererek yüce bir davranış gösteriyor. Türklerle çarpışan İngiliz askerlerinin hemen hepsi Türkler tarafından İngiliz esirlere iyi muamele yapıldığı konusunda hemfikir.”
Bu yazı âh ile bitmemeli...
Ama bilmek, görmek bunca zorken, peki ya Çanakkale olmak?
Aah…
http://www.nusratmayingemisi.com/ birde burdan nusrat mayın gemisiniz tanıtımına bir bakın isterseniz
اللهم بارك لنا رجب و شعبان و بلغنا رمضان
Sağol Ecyad kardeşim verdiğin adresi ziyaret ettim. Tarsus'a gitmek ve nusrat mayın gemisini görmek nasib olmadı. ama Çanakkale'ye tekrar gitmek nasib olursa orayı da görmeyi çok isterim. bütün kardeşlerimize de oraları görmelerini şiddetle tavsiye ederim. İnsan gördükten sonra daha çok araştırma isteği duyuyor ve vatanının kıymetini daha iyi anlıyor. orayı anlatmak mümkün değil gidip görmek ve yaşamak gerekiyor.
Sağol kardeş paylaşımın için ben daha hiç görmedim Çanakkalemizi ve içimde bir uktedir ki anlatamam o acıyı.Allah görenlere bir daha nasib etsin benm gibi göremeyenlere de hayırlısıyla tez zamanda görebilmeyi nasib etsn inş.
**Sevgi Gül gibidir,Yusuf'a Benzer,Onu Koklamaya Bir Yakup İster,Sevgiyi Allah Korur,Kula Yetmez,Gönülde Oldumu Söze Gerekmez..!!!!******
inşallah talebecik kardeşim. Rabbim size oraları görmeyi nasib etsin. bizlere de tekrar görmeyi nasib eder inşallah.
Haklısınız gözyaşı kardeşim bende tavsiy eediyorum mutlaka her insan ömründe hiç olmazsa birkez ziyarette bulunmalı Çanakkaleyi ama birde önemli olan rehber çok önemli tüm herşeyi hakıkatı ile anlatmalı yani rehberliğe ehil olmalı ;)
اللهم بارك لنا رجب و شعبان و بلغنا رمضان
evet haklısın ecyad kardeşim. ben ailemle gittiğim için rehberim babam ve amcamın kızı olmuştu. sağolsunlar onlar da yardım ettiler bize ama her şeyin bir ehli olduğu gibi rehberin de işinin ehli olması gerekiyor. insan oraları tam olarak gezmek için iki gününü vermeli. Rabbim bütün kardeşlerimize oraları görmeyi nasib etsin.