Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Ayaklara vurulan praqngaları kırmak zihinlere vurulan prangaları kırmaktan kolaydır.

Zihinlere vurulan prangaları kırmak zordur!



“Niçin Okumuyoruz?” sorusuna verilen birçok cevap var. Bugüne kadar konuştuğum öğrencilerimin veya arkadaşlarımın hiç birisinden ikna edici bir cevap alamadım. “Okumamak” için uydurulan bahanelerin hiçbir haklı gerekçesi bulunamamıştır, bulunamayacaktır da.



Gözleri görmediği halde kitaplardan kopmayan, kopamayan insanların ibret verici hayat hikayeleriyle doludur insanlık tarihi. Bunun dünyada bilinen en meşhur örneklerinden birisi Helen Keller’in hayatıdır. Bizim ülkemizde ise en meşhur örneği Cemil Meriç’tir.



Her ikisinin de en önemli ortak özelliklerinden birisi gözlerinden problemlerine rağmen okumaya devam etmiş olmaları değildir sadece. Gözleri görmediği halde, insanlık tarihine geçen kitaplara imza atmış olmalarıdır.



Tüm bu gerçeklerden sonra sorulması gereken en önemli soru; “Körlük gözdeki boşluktan mı kaynaklanıyor, beyindeki boşluktan mı?” olsa gerek...

Gerçek kör kim? Okumayan mı? Okuyamayan mı?



Zamanım yok...!

Kitapsız yaşayan insanlarla konuştuğunuz zaman en çok “okumaya zamanım yok!” diyenlerle karşılaşırsınız. En klasik bahane bulma cümlesi bu olsa gerek; “Okumaya zamanım yok.!”...



Bu bir bahane bile değildir aslında. Kocaman bir yalandır sadece! Bu bahanenin (!) arkasına saklanan insanlar, okumanın önemini kavramamış olmaları ve zamanı değerlendirmeyi bilmemelerinin arkasına sığınıyorlar sadece.



“Kitap okumak” bir boş zaman işi değildir. Kitap okumak yaşamın bir parçasıdır. Yediğimiz ekmek gibi, içtiğimiz su gibi, aldığımız nefes gibi, “okumak” hayatımızın bir parçasıdır.

Sizi şimdiye kadar hiç “zamanım olmadığı için günlerdir yemek yemiyorum” diyen bir insana rastladınız mı? Rastlasanız bile (!) hak verir misiniz? Veya “zamanım olmadığı için bu hafta hiç su içmedim” diyen bir insan duydunuz mu? Nefes almaya zamanı olmayana da rastlamamışsınızdır.



Günde üç öğün yemek yemeyi unutmayan, günde ortalama bir bardak su içmeyi unutmayan, her saniye nefes almaya ihtiyaç duyan bir insan “okumaya” da zaman ayırmak zorundadır.



Muhtaç olduğumuz zaman Televizyon da mevcuttur!

Günde ortalama kaç saat Televizyon izlediğinizin hesabını hiç yaptınız mı? Bilgisayarın karşısında ne kadar zaman “öldürdüğünüzü” hiç düşündünüz mü? Yada defalarca dinlediğiniz parçaları radyodan – teyp’ten kaç kez tekrar tekrar dinlediniz?



Teknolojik gelişmeler insanlığa hizmet etmek ve hayatı kolaylaştırmak için icat edilmiş olsalar bile, her alet gibi onlarda kullanan insanın iradesi ölçüsünde faydalı veya zararlı hale gelirler. Ben teknolojinin son elli yılda insanlığa faydasından çok zararı olduğuna inananlardanım. Bunun sebebi ya da suçlularını tartışacak değilim. Bu konuyu öğrencilerimle konuştuğum zaman “abartıyorsun hocam!” tepkisiyle karşılaştım zaman zaman. Ama ikna edilmiş değilim.



Evet teknoloji insana hizmet için var. Buna inanıyorum. Ancak bazı nedenlerden dolayı “Televizyon ve Bilgisayar” gibi teknolojilerin insana ve insanlığa faydadan çok zarar verdiğine inanıyorum.



Pazarlayanlar iyi niyetli değiller...

Dünya Medyasının hangi güçlerin elinde olduğunu bilmeyenler Televizyonları sadece bir haberleşme aracı olarak görüyorlar. “Dünyayı evimize getiren alet” gibi çok masum bir savunmanın arkasına saklanacak kadar basit değil gerçekler. Yada kişisel bilgisayarlarla (PC) birlikte yaygınlaşmaya başlayan İnternet için “Dünya, parmaklarınızın ucunda” sloganındaki kadar cazip de değil hiçbir şey.



Medya, tüm dünyada belli başlı güçlerin elindedir. Bu güçler dünyanın sayılı zenginleri veya onların hizmetini yapan çıkar ortaklarıdır. İnsanlığa hizmet için değil, insanlığı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için ellerinde ki en güçlü silah “Medya”dır.



15.yy. ortaçağ Avrupasın’da yaşanan kölelik, bugün insanlığın yaşadığı kölelikten daha kolay anlaşılabilir bir kölelikti. O yılların kölelerin ayaklarına pranga vuruluyor, insanlar ağır işlerde çalıştırılıyor, karın tokluğuna yaşamaya mahkum ediliyordu. Tüm köleler köle olduklarını biliyor ve öyle yaşıyorlardı.

Bugün insanlık 15.yy.’dan daha ağır ve daha adi bir kölelik yaşıyor. “Zihinsel Kölelik.”…

Herkes kendini “özgür” sanıyor, köle olduğunun farkında bile değil.

Ayaklara vurulan prangaları kırmak zihinlere vurulan prangaları kırmaktan daha kolaydır.



“İsteyen düğmesine basıp kapatsın!” sözünün arkasına sığınmak topu taç’a atarak mücadeleden kaçınmaktan başka bir şey değildir.



Mesele bu kadar basit olsaydı herkes bun başarırdı. “Modern Kölelik” nerden çıktı. Bu çağda kölelik mi olur? “Ben iradesi güçlü bir insanım. Ben TV’ye esir olacak kadar zayıf bir iradeye sahip değilim. Sizde çok abartıyorsunuz Hocam!” diye düşünenler çoktur.

Bu akşam kendinizi test edin. Bu akşam evinize gittiğinizde hiç TV açmayın. Uykunuz gelinceye kadar kitap okuyun. Ailenizle sohbet edin.



Modern dünyanın, medeni kölelerinden olmadığınızı kendinize ispat edin.



Bakalım kaç gün özgür yaşamayı başarabileceksiniz?



Sait ÇAMLICA

Eğitimci - Yazar

Hocam ne de güzel yazmışın. Emeğine sağlık. Cenabı hak uyanan, okuyan, okuduklarıyla yaşayan ve amel edn kullarından eylesin. Ah bir okumanın tadını alıp okumaya sabır gösterbilsem...


Serbest Kürsü

MollaCami.Com