Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Gençlerde ki aşkı öldürmeyin, eğitin…


Gençlerde ki aşkı öldürmeyin, eğitin…


İçindeki ateş gözlerinden okunuyordu Fatih’in. Öğrencim değil, arkadaşımdı. Yıllardır öğrencilerimle ilk tanıştığım derste “önce arkadaşım sonra öğrencimsiniz" diyordum. Fatih’te arkadaşımdı.

Yanıyorum hocam! dedi.

Bahsettiği yangının “yürek yangını” olduğunu anladım.

“Elif’i olmayan, Elif’ini kaybetmiş bir fetihim ben!” dedi. Hiçbir şey anlamamıştım. Sonra önündeki kâğıda Arapça feth kelimesini yazdı.

“Bak hocam, bu kelimenin içinde Elif olmadığı sürece Fatih olmuyor. Bende Elifsiz Fatih olamayacağım. Ben bende değilim hocam. Nereye baksam onu görüyorum… Yerde Elif, gökte Elif, kağıt’ta Elif, defterde Elif, kitapta Elif… Sağımda Elif, solumda Elif… Bazen nefesim kesiliyor hocam… Ne yapacağımı bilmiyorum.”


İçindeki yangınla yazdığı şiirleri okuyordu. En hoşuma gideni ise “Gözümde öylesine tütüyorsun ki; duman’dan hiçbir şey göremez oldum" cümlesiydi.

O, şiirlerini okuyup içine dökerken ben aşkı düşündüm.

Gençlerde aşk olmamalı mıydı?

* * * * * * * *

Çanakkale şehitlerini, metrekareye 6 bin mermi düşerken, mermilerin içine daldıran aşk değil miydi?

Ulubatlı Hasan’ı, vücuduna saplanan oklara rağmen, elindeki bayrakla surlara koşturan aşk değil miydi?

Fatih’e “Ya İstanbul beni alır, ya da ben İstanbul’u alırım” dedirten, gemileri karadan yürüttüren aşk değil miydi?

Seyit Çavuş’a 250 kiloyu “Allah” diyerek kaldırtan aşk değil miydi?

“Anam babam sana feda olsun Ya Resulullah” diyen Musab bin Umeyr, âşık olmasaydı, vücudu sadece parmaklarından tanınacak kadar parça parça oluncaya kadar savaşır mıydı?

Kays’ı mecnun eden, çöllere düşüren, Leyla Leyla derken Mevla’yı bulduran aşk değil miydi?

“Aşk”la dönmeyen, ölüme gülemez.

Ölümü kavuşmaya benzetip, ölüm gününü bayram ilan eden Mevlana âşık değil miydi?

“Aşk”la yanmayan yazamaz.

Mehmet Akif yanmasaydı “İstiklal marşını” yazabilir miydi?

“Aşk”la yanmayan sevemez.

Alemlere rahmet olarak yaratılana Allahın sevgilisi anlamında “Habibullah” demiyor muyuz?

“Aşk”la yanmayan ölemez.

Ulu batlı Hasan yanmasaydı ölümüne koşabilir miydi?

“Aşk”la yanmayan yaşayamaz da.

Dipdiri meyyit demiyor mu Allah?

Düşünsenize “Göz kapaklarımın içine resmini mi yapıştırdın ey Güzel? Gözlerimi her kapatışta seni görüyorum” diyen genç, insanlık için çalışma idealine kavuşursa neler yapmaz?

Düşünsenize “sarmaşık” kelimesiyle aynı kökten türemiş “aşk”la bayrağına sarılan bir genç bayrağı için neler yapmaz?

Düşünsenize “kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda, şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda“ mısraları yüreğine “aşk”la işlemiş bir genç toprağı için neler yapmaz?

Düşünsenize Selahaddin Eyyubi imanıyla, İslam’ın ilk kıblesi Mescidi Aksa’ya “âşık” olmuş bir genç dini için neler yapmaz?

Düşünsenize “gözyaşlarını” itfaiyeciye benzeten, yürek yangınını söndürememekten bahseden bir genç, "Allah" için “yanmaya” Allah için “ağlamaya” başlarsa neler yapmaz?

Şimdi ki gençlerde böylesi aşklar ne gezer demeyin. Çok uzağa değil Kıbrıs Barış harekâtına gidin. Beş parmak dağlarına “Allah Allah” diye çıkan gençler “şimdi ki gençlere” çok benziyordu aslında. Yeter ki ellerinden tutacak birileri, aşklarını ateşleyerek onları doğru hedefe götürecek büyükleri olsun.

Siz o zaman görün “Leyla” âşıklarının Mevla aşkıyla neler yapabildiğini?

Bizler, gençlerdeki aşkı öldürmeye çalışırsak, başkaları o boşluğu seks ile doldurur. Fıtratta var olan aşk “terbiye süzgecinden” geçmezse terbiyesiz oluyor. Buna da gavurca (!) seks diyorlar.

Yaradan, sevmeye müsaade etmeyecek olsaydı, sevme duygusunu yaratır mıydı?

Gençlerde ki aşkı öldürmeyin, eğitin.

Yaşayan ölülere değil, aşkla yanan dirilere ihtiyacımız var.

Sait ÇAMLICA
Eğitimci - Yazar

Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder.

İşte, insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî. Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.

Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mâneviyeye ve derecât-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mâl-i salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.

Hem meselâ, şiddetli bir inatla, ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir ¸eye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir ¸eye inat namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his böyle şeyler için verilmemiş; onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve hidemât-ı uhreviyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âli bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.

İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı mâneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhreviyeye ve mâneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.

İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler, "Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyayı sevme." Yani, "Fıtratını değiştir" gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz"; hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.(Risale-i Nur,Mektubat)
____________________________________________________________________
Andolsun Zikirden sonra Zebur'da da :''Yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır'' diye yazmıştık.(Enbiya,105)

Yaradan sevmeye müsade etmeyecek olsaydı, sevme duygusunu yaratırmıydı?
Yaşayan ölülere değil, aşkla yaşayan dirilere ihtiyacımız var.
Teşekkürler ankebut kardeşim. Güzel bi paylaşım.

Sait Çamlıca'nın yazılarını seviyorum, teşekkürler paylaşım için..


Serbest Kürsü

MollaCami.Com