Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Ne Kadar Kardeşiz....
İnsanlar ulvi ve kutsi bağlarından kopmuşlar, nefsani hissiyatlarını sınırsızca tatmin edebilmek için, ’tan uzaklaşmışlardır. Cenabı Hak ile iletişimini koparan ve böylece gerçek bir özgürlüğe kavuşacağını sanan insan, tamamen başıboş kalmış ve nerede neye çarpıp patlayacağı belli olmayan serseri bir mayın gibi akıntıların anaforuna kapılmıştır.
Bizim inancımız ve içtimai geleneğimiz, kardeşliğe çağırıyor... Herkese, her kesime, her varlığa bir ve beraber olmayı, uyum içinde yaşamayı gösteriyor.
Biz bu açık gerçeğe rağmen ne kadar kardeşiz?
Gönüllerimiz ne kadar bir ve beraber?
Oysa ki, annebabası bir kardeşlerin bile düşmanlaştığı bir dünyada, bu güzelliğe ne kadar muhtacız?
Aslında bu boşluğu, düşünen bütün insanlık dünyası görmektedir. Ancak, alınan tedbirler, söylenen birlik ve beraberlik türküleri büyük ölçüde neticesiz kalmakta, insanlık kana, kine, savaşa doğru yol almaktadır...
Herkes için faydası açık olan barış ve dostluk neden kurulamıyor?
Çünkü insanlar ulvi ve kutsi bağlarından kopmuşlar, nefsani hissiyatlarını sınırsızca tatmin edebilmek için, ’tan uzaklaşmışlardır.
Cenabı Hak ile iletişimini koparan ve böylece gerçek bir özgürlüğe kavuşacağını sanan insan, tamamen başıboş kalmış ve nerede neye çarpıp patlayacağı belli olmayan serseri bir mayın gibi akıntıların anaforuna kapılmıştır.
’tan irtibatını koparan, aynı zamanda insanlıktan da koptuğunu gördüğü zaman ise, yapacak fazlaca bir şey kalmamış bulunuyor. Batılı bir düşünürün ifadesiyle, “Modern insan ’tan ve kutsal olan herşeyden uzaklaşarak heva ve hevesini dilediğince serbest yaşamak istedi... Yaşadı da... Ancak, fıtrata ters olan bu hayat tarzı, onu sadece kutsaldan koparmadı, aynı zamanda insani olan herşeyden uzaklaştırdı.
Artık bunlar, insanlar gibi konuşamıyor ama, hayvanlar gibi havlaşıyorlar...”
Böylesine, kendi hapishanesini taş taş kendisi örmüş bulunan maddeci insan, nasıl bir yürek taşıyacaktır?
Bir başka deyişle, yürek sahibi olarak kalabilecek midir?
Bencil, maddeci ve menfaâtçi insan, bu özellikleriyle kendini yalnızlığa mahkum ediyor. Artık onun yapısında sevgiden, saygıdan, merhametten eser kalmıyor.
Böyle bir yapıda, ne çocuklarını seven annebaba, ne de annebabasını seven çocuklar vardır. Dolayısıyla da aile denilen ilk beşik; en önemli sığınak, en derin mektep ortadan kalkıyor.
Sevgi, saygı ve şefkat dolu aile yuvasından geriye, monoton, mekanik ve can sıkıcı bir firma kalıyor. Mecburen bir arada duran ve ilk fırsatta terkedilip gidilen, iflasa mahkum bir firma...
Bu ortamın ürettiği robotlar haline dönüşen insanlar, bütün hayatı bir çıkar ve zevk ilişkilerine dönüştürüyorlar. Artık şişkin banka cüzdanları, çılgın eğlenceleri, sayısız cinsel fantazileri vardır...
O kadar çok varları vardır ama, bütün bu varlık dünyası içinde mutsuz ve huzursuzdurlar.
Asıl herşeyleri var ama, birşeyleri olmayan bu mutsuz insanlara acımalıdır. Asıl bunlar, maddi ve manevi bütün varlıklarını en tehlikeli fay hatları üzerine kurmuşlardır. Her an kırılmakta olan bu gönül faylarının meydana getirdiği manevi enkazlar altında, bunların sessiz çığlıkları duyuluyor.
İçkinin, uyuşturucunun, çılgınlıkların anaforunda boğulan bu insanlar, içlerinden gelerek gülmeyi unutmuşlar. Bir batılı insan kırk yıl önce, ortalama günde 18 dakika gülüyormuş... Şimdilerde ise bu gülme süresi 6 dakikaya inmiş...
Eğer durum böyle devam ederse, kırk yıl sonra karşımıza gülmeyi unutmuş bir Avrupa çıkacak...
Bu durumu gören uzmanlar, önemli tavsiyelerde bulunuyor. Bu cümleden alarak, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde gülmeyi öğreten dersler başlamış... Sırf bu amaçla kurslar açılıyor.
Peki böyle bir dünyada “en üstün ve en şerefli” yaratılmış insan, nasıl insan olacak, nasıl kendine gelecek, nasıl mutlu olacak?
Bu insanı elinden tutup, düştüğü manevi bataklıktan kim çıkaracaktır?
İşte bu noktada müslümana görev düşmektedir.
Mala ve herşeye rağmen özünü yitirmeyen, inancını yiyip bitirmeyen, Rabbı ile iletişimi yetersiz de olsa devam eden müslümanın sorumluluğu büyüktür.
Önce kendi dünyasında dindaşlarıyla gerçek ve güçlü bir kardeşlik kuracaktır.
Bu kardeşlik zaten onun temel görevleri arasındadır. Çünkü 1400 yıl önce Kur’an’ı Kerim’de “Bütün Mü’minler ancak kardeştirler” şeklinde ilan edilmiştir.
Mü’min, bu kardeşliğin güzel ışıltılarını, imrenilecek yansımalarını, cezbedici tatlarını tanıtacak, yayacak ve gösterecektir...
Kardeşliği sun’i bir yama ve gerektikçe kullanılacak bir çıkar aracı olmaktan, çifte standartlara alet olmaktan kaçınacak ve bir yaşama biçimi haline getirecektir.
İnsanı etnik kökene, dini alt kimliklere, makâm ve mevkilere göre değil; sadece kul oluşa, takvaya ve ahlâka göre değerlendirecektir.
Bütün müslümanların, bir vücudun azaları gibi olduğunu beyan eden, güzeller güzeli Hazreti Muhammed Sallellahü Aleyhi ve Sellem değil midir?
“Yaratandan ötürü yaratılmışı seven” mü’min gönüller, insan olmak itibarıyla herkesi ve herşeyi, bitkiyi, ağacı, hayvanı ve bütün tabiatı severler. Yaratılmış olan herşeyle bir kardeşlik ilişkisi kurarlar.
O güzel gönüllü mü’minler, sarhoşa değilalkole, kumarbaza değilkumara, hırsıza değilçalmaya düşmandırlar.
En olumsuz şartlarda bile, yüzlerine inançlarının aydınlığı yansır, gittikleri her yere dostluğu, sevgiyi, şefkati ve kardeşliği taşırlar.
Sahi biz bu kardeşliğin neresindeyiz?
Daha doğrusu ne kadar Müslümanız?
Bu sorunun ağırlığı altında, kendimizi teste tabi tutmanın zamanıdır zannediyorum...
Vehbi VAKKASOĞLU
özgürlük ve modernlik adı altında alternatifler çoğaldıkça malesef doyumsuzluk akabinde mutsuzluk devreye giriyor.farkında olmadan biibirimizden uzaklaşıyor kopuyor adeta kalabalıkta yalnızlaşıyoruz.halbuki müslümanlık bize bunun aksini emretmiş.öyleki mahlukatın hakkını vermek bazı ibadetlerden daha fazla mükafata mukabil olmuştur.bahis edilen konu gerçekten çok derindir.
Allah-ü Teala Hz. tüm kardeşlerimizi içerisindede bizi kurtuluşa erenlere idhal eylesin(amin)