Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Internet çıkalı, mertlik bo... zulmadı da, bozulmasına çeyrek var
İnternet âlemini ele aldığı bugünkü yazısında Engin Ardıç, sitelerin-forumların çok enteresan yönlerini kendine has o argo üslubiyle tahlil ediyor. Ben sözü uzatmadan sizleri hemen yazıyla başbaşa bırakmak istiyorum. H. E.
Engin Ardıç, Akşam gazetesi, 11 Aralık 2007 Salı
Ben neymişim be abi?
Internet çıkalı, mertlik bo... zulmadı da, bozulmasına çeyrek var. Yok, haber sitelerinin birbirlerinden ve basından haber araklayıp dayamalarını kastetmiyorum. Çoğu, “kes yapıştır” yöntemini gizlemeye bile gerek görmüyor ama şimdi şimdi bu sitelerin kendi yazarları, farklı stilleri, ayrı ayrı dünya görüşleri oluşmaya başladı. Bu bir gelişmedir.
Yorum olduğunu sandığı abuklamalar gönderen “okur kitlesi"nden sözediyorum. Azıcık içi dolu olana “blog” diyorlar.
Yirmi birinci yüzyılda, Andy Warhol’un ünlü öngörüsüyle herkesin on beş dakikalığına ünlü olması gibi, hemen herkes de sanal ortamlarda yazar kesildi.
Fakat ruh hastalarına da gün doğdu.
Çöp tenekesine cüruf boşaltır gibi, ruhlarının pisliklerini Internet’e döktüler.
Sanal ortamda birşeyler çiziktirip göndermek son derece kolay, doğru dürüst “imla” bilmek bile gerekmiyor. Ciddi siteler böyle bir koşul arasalar ve yanlış yazılmış bu tür metinleri yayınlamasalar, “tıklama” sayıları nasıl küt diye gider başaşağı...
Psikopatlara sağlanan ikinci kolaylık, “anonim yazabilme” olanağı. Yani gizlilik. Gözüne bir “rümuz” kestiren, sallıyor abuklamasını...
Elbette herkes “saçmalama özgürlüğü"ne de sahiptir, suç kapsamına girmediği sürece.
Fakat insanlarda da “okuduğuna inanma eğilimi” vardır, bu çok doğaldır ve atılan çamurun izi de, bir şekilde kalır.
Örneğin Hıncal Uluç benim Atatürk düşmanı olduğumu söyleyecek kadar alçalınca, kimbilir kaç budala “aaa, bak, Engin böyleymiş, Hıncal söylüyor” demiştir...
Bu, çamur deryasının matbuat kıyısı.
Sitelerde durum daha da rezil.
Ne yazık ki bu toplumun ruh sağlığı son derece bozuk, bu da yalnızca maçlara değil, buralara da yansıyor.
Geçenlerde, kim olduğunu da tahmin ettiğim, kendisine yüz vermemiş olduğum bir hanım, benim evimde eşimle “sorunlarım” olduğunu ileri sürmüştü. Sanırım öyle olduğunu düşünmek hoşuna gidiyordu.
Bir zamanlar gazeteciliğe bulaşmış ve de ne mal olduğu ortaya çıktığı için artık kimsenin iş vermediği, boşta gezen tehlikeli bir psikopat, hakkımda uydurduğu iftiralara önce kendisi inanıyor, sonra öyle “hararetle” savunuyor ki onları...
Kazandığımı ileri sürdükleri paraları da gerçekten kazanmış olsaydım şimdi buralarda ne işim vardı acaba?
Bir de mesnetsiz sallayanlar var.
Bir zamanlar bir “sanal sapığım” vardı, John Doe adıyla yazan İsmail... Takmıştı kafayı...
Çarpık beyninin hangi karanlık kıvrımında ürettiyse, ısrarla benim Balatlı olduğumu, ağabeyimin pabuçlarını giyerek okula gittiğimi söylüyordu...
Hayatımda Balat’tan iki kereden fazla geçmiş bulunsam ve tek çocuk olmasam, hani vallahi “acaba öyle miydi, ben mi unutmuşum” diye durup düşünecektim!
Evet, bana Yahudi de dediler, Ermeni de... Zavallılar bunu bir “hakaret” olarak algılıyorlardı...
Bir başka manyak, dönüp dönüp, Boğaziçi’nde deniz manzaralı bir köşkte oturduğumu iddia ediyordu.
Güvenlik nedeniyle bu adres yanıltması işime geldiğinden, hiç sarsmadım!
Şimdi de bir başka sapık, 1986 yılında Turgut Özal’la birlikte hac zamanı Suudi Arabistan’a gittiğimi, orada sarayda ağırlandığımı, bu nedenle “o günden beri Suudi yaşam tarzına yakınlık duyduğumu” yazmış.
Böyle bir geziye katılmadım, o ülkeye hayatımda hiç ayak basmadım. Eşinin başı açık, her akşam bir şişe şarap, kesmeyince de birkaç duble viski deviren, en son 1961 yılında namaz kılmış ve oruç da tutmayan adamın o yaşam tarzına nasıl hayranlık beslediğini de anlayamadım.
Herifi yakalasam döveceğim ama, belirttiğim gibi, adı sanı belli değil!
Zaten o da buna güveniyor.
Attığın boka teşekkürler, çok çok sevgili Hıncal Bey.
Çok doğru bir kanıı...net çıktı mertlik bozulduu....tşkkürlerr!