Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
dua iltica
Şerh: Duâ: Talep ve istemektir ki, kendisinden talep olunan Allah-u Azze ve Cell hazretlerine tezellül, ilticâ ve izhâr-ı ubûdiyetten ibârettir. İbâdetin kemâli duâ ile mümkündür Binâenaleyh her ibâdet duâ ile tamamlanmalıdır. Aksi halde Cenâb-ı Hakk'a cefâ edilmiş gibi olunur. Zîrâ kerîmden (çok ikrâm edici, cömert) nesne talep olunmamak, kerîme eziyettir. Nitekim leîmden (kötü, cimri) bir şey istemek te ona cefâ olur.
Hatta bir hadîs-i şerîfte: "Cömertin taâmını yeyiniz, şifâdır. Cimrinin taâmını yemeyin, hastalıktır. Mürâî (gösteriş için bir şey yapan) kişinin taâmını da yemeyin, siz de mürâî olursunuz."buyurulmaktadır.
Er-recâu: İstikbalde, yâni gelecekte, bir hayrın husûlünü dilemek ve ummaktır. Recânın alâmeti hüsn-ü tâattır. (Yâni Allah'a en güzel bir şekilde ibâdât-ü tâatta, kullukta bulunmaktır.)
Zâhidin recâsı atâ (yâni Allah'tan dünyada, âhirette mükâfât ve ihsanlar ummak, beklemek) ârifin recâsı Allah'u teâlânın kendi zâtı, rızâsıdır. Binâenaleyh ibâdet ve tâatsiz recâya, emniyye-i mücerrede (delilsiz ve muallakta olan şeylere bel bağlamak) derler ki ehli hevânın hâlidir. Bu hususla ilgili Ahmet Ağa (k.s.) hazretlerinin güzel bir beyiti vardır:
Gönül cennet ister durduğu yerde.
Senin nûrun devâ, bendeki derde
Ararım nûrunu, semâda yerde,
Derdimin dermânı sensin Muhammed. (SAV.)
Yâni demek olur ki: "Ey Âdemoğlu! mâdem ki benim dergâhıma el açıp, sıdk-ı hulûsla tedarrû ve niyazda bulunarak benden günahlarının ve hatâlarının afvını recâ ve temennî ediyorsun, sen bu hâle devâm ettiğin müddetçe, duâ ve niyazda sebât ettiğin takdirde, senin günahların her ne kadar çok olursa da ben azîmü'ş-şân onları afv ve mağfiret ederim."Ancak kul hakkı müstesnâ. Zîrâ mezâlim, kulun kula ezâ ve cefâ etmesi, hakkına tecâvüz etmesi, şehitlerden bile afvolunmaz. Nasıl olur ki başkalarından afvolunsun. Meğer ki Cenâb-ı Hak, bir vesîle ile hasımlarını râzı eyleye. Bu dahî kâfir ve hayvan hakkı olmamak şartıyla umulur.
"Günahlarının çokluğuna aldırmam. Sen afv ve mağfiret talebinde bulunduğun müddetçe, günahın ne kadar çok olursa olsun, ben seni afvederim."
Zîrâ günah ne kadar çok olursa olsun, yine bir nihâyeti vardır. Cenâb-ı Hakk'ın afv ve mağfireti, vesâir sıfât-ı celîlesi ise nâ mütenâhîdir. Mütenâhî nâ mütenâhî yanında deryâda damla mesâbesindedir. (nâ mütenâhi: sınırsız, sonsuz)
O halde ey mü'min! İbret nazarıyla düşün ve teemmül et ki bu hadîs-i şerîfte duâya ne kadar ehemmiyet verilmiştir. Duâ kendisinde ne büyük mânâları toplamıştır. Zîrâ sûret (dış) sîretin (iç) tercümânıdır. Şu halde duâda ellerimizi kaldırmak, iç âlemimizde Cenâb-ı Hakk'a karşı, O'nun kudret ve azâmet-i ilâhiyesi karşısında, zillet ve acziyetimizin bir nişânesidir. Kul kendisinde sûret ve mânâyı toplamakla, hem içi hem dışı ile Hakk'a ilticâ etmektedir. Mânâ îtibâriyle tefekkür eyle ki mağfireti, duâ ve ricâ ile kayıtlandı. Tâ ki kul mağrûr olmaya ve ubûdiyetle, kullukla meşgûl olmaya devam ede.
Gerçi Allah-u teâlânın afv ve mağfireti hakîkatte kayıtlı değildir. Âyet-i kerîmede şirkten maâdâ dilediği günahları afvedeceğini îlân etmesi buna delildir. Dilerse bir tevhid ile bin şirki afveder. Şirkte ve küfürde uzun yıllarını geçiren bir adamın sonradan hidâyet bulması, buna mîsâldir.
"Ey Âdemoğlu! senin günahlarının çokluğu bir araya toplanıp, âdetâ üst üste yığılıp bulutlara ve semâvâta dek yükselse (bu ifâde çokluktan kinâyedir) belki arşa dek çıksa ve bütün âlemleri kaplasa, (yinede Cenâb-ı Hakkın katında, O'nun rahmet-i ilâhiyesi yanında, bir nokta kadar bile değildir.)"
Bu kadar çok günahı olan, sonradan nâdim olup istiğfâr etse:
"Benden mağfiret talep ettiğinden dolayı seni afveder hatâlarını setr ederim. Onlardan en ufak bir eser bırakmayacağım gibi, belki seyyiâtını hasenâta tebdîl eylerim."
"Ey Âdemoğlu! eğer sen bana yer dolusu hatâ ile gelsen, şâyet bu hatâlarının arasında şirk yok ise Ben Azîmü'ş-şân da sana yerler dolusu mağfiretim ile tecellî edip, seni bağışlarım."
İhtar: Şirk iki türlü olup, birincisi îtikat ve inançta olan şirktir. Şirkte olan insanların hâli gibi. İkincisi ibâdette olan şirktir ki bu gizli şirk olarak tâbir olunur.
Mü'mine düşen görev her ikisinden de sakınmaya çalışmaktır. Zîrâ îtikat ve inançta olan şirki Allah-u Teâlâ ve Cell hazretleri afvetmeyeceği gibi, gizli şirkle yâni riyâ ile yapılan ibâdât-ü tâatı da kabul buyurmaz. Velev ki bu ibâdetler yerler ve gökler dolusu olsa da, bir meteliğe değmez.
kırk hadis serhi