Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


SON HAÇLi SEFERiNiN ,,MÜSLÜMAN,, KLAVUZLARi

SON HAÇLi SEFERiNiN ,,MÜSLÜMAN,, KLAVUZLARi !



Biz Türkler, bugün adina Türkiye dediGimiz topraklari, On birinci yüzyilda baslayan savaslarla Hiristiyan Rumlar ile onlara tabi olan Hiristiyan Ermeni ve Gürcülerden aldik. Ancak, Hiristiyan dünyasi, bu topraklarin Türk yurdu olduGu gerçeGini bir türlü kabullenmek istemedi, bunu içine sindiremedi. Bu sebeple ilki 1096 yilinda baslayan ve yüzlerce yil devam eden Haçli seferleri düzenlediler. Nitekim Birinci Haçli seferinin düzenleyicisi olan Papa 2. Urbain, 1095 yilinda bu amaçla geçtiGi Fransa'da vermis olduGu vaazlarindan birinde, Haçli seferinin asil amacinin Ön Asya'daki Türk ilerleyisini durdurmak olduGunu açikliyor ve söyle diyordu:
" Galebe çal an küfür, Asya'nin en zengin illerine karanliklarini bastirmistir. Antakya, Efes (Selçuk), iznik birer Müslüman kasabasi haline gelmistir. Barbar Türk sürüleri, sancaklarini Çanakkale BoGazinin kiyilarina dikmislerdir. Oralardan, bütün Hiristiyan memleketlerini tehdit etmektedirler. EGer muzafferane yürüyüslerini bizzat Allah, kendi evlatlarini silahlandirarak karsilayip durdurtmazsa, bundan sonra hangi millet, hangi devlet durdurabilir?"(1)
Hiristiyan Batililar yüzlerce yil süren Haçli seferlerinin sonucunda umduklarini elde edemediler; Türkleri bu topraklardan söküp atmayi basaramadilar. Fakat acaba bu düsüncelerini kafalarindan söküp atabilmisler miydi? Kuskusuz ki hayir! Hiristiyan Batililar, daha önce Haçli Seferleriyle deneyip de basaramadiklarini ama asla unutmayip yalnizca ertelediklerini, 19. Yüzyilda adina sark Meselesi (DoGu Sorunu) dedikleri bir kavramla yeniden gündeme getirdiler. sark Meselesinin esasini, "hasta adam" diye nitelendirdikleri Türk-Osmanli Devletinin yikilarak paylasilmasi düsüncesi olusturmaktaydi. Osmanli Devleti yikilip yok edilince de, Türkler geldikleri yere yani Asya'nin içlerine doGru sürüleceklerdi. Büyük Rus romancisi Dostoyevski (1821-1881), Grajden dergisinde 1873-74 yillarinda yayinladiGi "Bir Yazarin GünlüGü" baslikli yazilarinda Rus yayilmaciliGinin kaynaGi olan Pan-Slavci düsüncelerini ortaya koyarken, DoGu Sorunundan ne anladiGini ve bunun Hiristiyanlikla olan ilgisini de su sekilde açikliyordu:" istanbul bizim olmalidir. Rusya istanbul'u almali ve istanbul sonsuza dek Rus kalmalidir. istanbul yalniz Ruslarin olmalidir. Çünkü Türk- Osmanli Devletinin yok edilmesi sorunu olan "DoGu Sorunu", Ortodoks HiristiyanliGin yazgisi sorunudur."(2)
1858'de yayimlanan Les Reformes de L'empire Byzantin (Bizans imparatorluGu Reformlari) adli kitabin yazari Pitzipios ise, sark Meselesi için bir baska çözüm yolu teklif ediyor ve kitabinin doGrudan Sultan ve Halife Abdülmecit'e seslenen bölümlerinde diyordu ki..Osmanli hanedanini bekleyen tehlikelerden biri de, Osmanli Devletinin Avrupa'daki topraklarinda yasayan ve sayilari Müslümanlardan dört kez daha fazla olan Hiristiyanlarin baskaldirma olasiliGidir... EGer Abdülmecit HiristiyanliGi benimseyecek olursa, devletin birliGi de saGlanmis olur. Genel yarar, islamiyetin üstünlüGüne son verilmesini, ancak Abdülmecit ve hanedaninin egemenliGini sürdürmesini gerektirmektedir. Pitzipios'a göre, sark Meselesinin çözüme baGlanmasinin tek bir yolu vardir, o da, yasalari, yönetimi ve devlet baskanlarini Hiristiyanlastirmaktir. Bu çözüm eldeki tek olanaktir. EGer Abdülmecit hanedanini kurtarmak istiyorsa, ister istemez, er geç, bu yolu seçmek zorunda kalacaktir(3).
Pitzipios'un Sultan Abdülmecit için ileri sürdüGü bu öngörüsü o dönemde gerçeklesmedi. Ama simdilerde yani devr-i Cumhuriyette saltanat süren asaletsiz hanedanlarin, Avrupa BirliGine adayliGimizin bilmem kaçinci ve de son kez ilaniyla birlikte, hanedanlarinin geleceGini saGlama baGlamak için aynen ve tipatip Pitzipios'un önerdiGi Hiristiyanlasma yoluna girdiklerini söylemek fazla abartili olmasa gerektir. Bakiniz Yalçin Küçük, "Kayiplarimiza AGitlar-1 Türkiyat" baslikli makalesinde neler yaziyor:
" ...Türk yönetenleri, en az dört yüzlük korumalarla, her Cuma, bir Cuma'ya seyirdiyorlardi; artik namazlar deGil bunlarin televizyonlarda gösterimi bir ayin oluyordu. simdi ayni yönetenler, Cuma ayinlerini unutuverdiler, simdi "devlet erkani" artik kiliselerdedir, haberler okuyoruz ve izliyoruz, "falanca ilde, vali, fp baskani, anap baskani, chp baskani, savci vesaire falan kilisede ayine katildilar" simdi yeni moda budur. Artik papaz ile imam birlikte ayin düzenliyoruz; devletin tepesi'nden söz budur ve ben neresi olduGunu bilmiyorum, noel kutlamalari çikariyoruz, artik "Abidin, sen köksüzlüGün resmini yapabilir misin" diyoruz. Camilerden kiliselere bu topyekün geçis nedir...
Hemen Tanzimat Fermanini ve asil islahat fermanini hatirlamak durumundayiz. ..Mayis 1999 tarihinde Ecevit'in Alman sansölye Schroder'e yazdiGi mektubu, Alman sansölye ve tüm düvel-i avrupa, daha sonraki tartisma ve pürüzlerde sürekli bu mektuba dönüyorlardi, bir islahat fermani taahhüdü olarak algiliyorduk... Tarih kitaplari, 1856 islahat Fermani ve Paris Konvansiyonu'nu Türk Devleti'nin Avrupa topluluGuna kabulü olarak yazarlar; abartma olduGuna isaret ediyoruz. simdi, 10 Aralik 1999 Helsinki Deklarasyonu'na atilan imzayi, bütün tarihlerden önce davranarak ben açikliyorum, Türk Devleti'nin sonudur.
islahat Fermani'nin en büyük marifetlerinden birisi, Osmanli ikliminde, misyoner faaliyetlerini artirmasidir; misyonerler pitrak türü çoGaldilar. Hedefleri, müslümanlardan çok ermeniler ve yahudilerdi, din deGistirme adi altinda amerikanlastiriyorlardi; Kirim Savasi günlerinin en becerikli misyoneri C. Hamlin'in, birden, Amerika'nin belki de en etkili misyoner kurulusu olan Robert College'in kurucusu olduGunu biliyoruz, simdiki BoGaziçi Üniversitesidir, öyle kendini sürdürüyor. 10 Aralik 1999 tarihli, Türk Devleti'ni sona erdirme deklarasyonunu kabul eden hükümetin basbakani Ecevit ile Dis isleri Bakani Cem'in Amerikan misyoner okulu Robert College'in mezunu olmalari, belki de tarihin en aci ve bilimsel tokatidir. Suratimizda saklamasi, acimiz ve utancimizdir.
Ne oldu, Elenlerin, Türk Kurtulus Savasi ve Kibris Çikartmasi'nin revansini aldiklari söylenebilir..."(4)

Peki Kurtulus Savasinin Hiristiyan Batililar için anlami neydi? Onlar, tam da Sevres anlasmasiyla, 19. Yüzyildan devraldiklari DoGu Sorununu emperyalist bir görüsle kendi lehlerine sona erdirdiklerini(5), sorunu kökünden çözdüklerini düsünürlerken, Ankara'daki milliyetçi ayaklanma Sevres'i yirtip atmis oluyordu. Hristiyan Batililar ve onlarin Yunan, Rum ve Ermeni müttefikleri, TürklüGün elde kalan bu son bir avuç ata yurdunu da paylasmak üzere(6) isgal ve istilaya kalkistiklari topraklardan yani Anadolu'dan Türk süngüsüyle birer birer atilmislardi; Tür k yurdu üzerindeki emellerini askeri yol ve yöntemlerle asla gerçeklestiremeyeceklerini artik anlamis olmaliydilar. Kibris Çikartmasi ise, Attila ilhan'in deyimiyle, "ikinci Viyana Bozgunundan bu yana Türklerin Batiya karsi ilk huruç harekatiydi." Hiristiyan Bati bunu da asla hazmedememistir. Kibris konusunda bütün Hiristiyan dünyasinin bir blok halinde, her platformda, her vesileyle ve her firsatta Türkiye'ye baski uygulamasinin nedeni budur. Kibris'ta atacaGimiz bir tek geri adim, onlar için zaferin bizim içinse çöküsün ve çözülüsün baslangici olacakti. 10 Aralik deklarasyonuna atilan imzanin önemi iste buradadir.
Türkleri askeri yol ve yöntemler kullanarak dize getirmenin mümkün olmadiGini kavrayan Hiristiyan Bati, bu kez kullandiGi yöntemleri ve silahlari deGistirmistir. Yeni silahlari ise basta gümrük birliGi tuzaGi ve Avrupa BirliGi kandirmacasi olmak üzere, çok tarafli ve ikili anlasmalardir. Savas deGil baris! En büyük silah simdi budur ve dikkat ediniz aGzinda baris, uzlasma, hosgörü laflarini geveleyenlerin mutlaka ama mutlaka bir sekilde "haçi koynundan çikmaktadir." Evet. Son Haçli Seferi'nin silahlari "baris, hosgörü ve diyalog"dur. Hele bu sonuncusu dinler arasinda olursa...

Haçi Koynunda Sakli olanlar ve Son Haçli Seferinin "Müslüman" Klavuzlari

Milliyet gazetesinin 2-3 Mayis 1971 tarihli sayilarinda Mete Akyol imzasiyla, dönemin Kontenjan Senatörü ve daha sonraki yillarda Moon tarikatinin Türkiye Halifesi Kasim Gülek'le yapilmis bir röportaj yayinlanmisti. Bu röportajda Gülek, Papa ii. Jan Paul ile iki kez Vatikan'da bulustuGunu anlatiyordu. Haberde, bugün Vasington ve Vatikan tarafindan takdis edilmis nurculuGun elebasisi Fethullah Gülen'in öncülük ettiGi "Dinler Arasi Diyalog"un temellerinin daha o zamandan atildiGi görülüyordu.(7)
Kasim Gülek inönü dönemi CHP'sinde çok uzun yillar genel sekreterlik görevini yürütmüs ve bakanlik yapmis birisiydi. O röportajda kendisinin anlattiGina göre, Roma'da bulunduGu sirada Papa kendisini gö rüsmeye çaGirip Tarsus hakkinda bilgi almis. Kasim Gülek de Tarsus'ta bir Saint Paul kuyusu, Saint-Paul kilisesi yikintisi ve ayni adamin oturduGu söylenen ev olduGunu bildirerek bunlar hakkinda açiklamalar yapmis. Bu bilgiden çok sevinen Papa, Tarsus'u HiristiyanliGin bir numarali kutsal sehri ilan etmeye karar vermisti.
Saint-Paul kuyusunun suyunu siselere doldurup Hiristiyanlara satacaGindan ve döviz saGlayacaGindan söz eden Kasim Gülek'in bu tuhaf davranislarina siddetle tepki gösteren Atsiz, bu konuyla ilgili olarak kaleme aldiGi, Ötüken dergisinin 1971 yili Mayis sayisinda yer alan "Bu Yurdun Kutsal Yerleri" baslikli makalesinde sunlari yaziyordu:
"Bu eGri düsünc eyle hareket olunduGu takdirde bütün Anadolu'yu, bütün Türkiye'yi HiristiyanliGin kutsal topraGi haline getirmek mümkün olabilir. Zira biz bu topraklari Hiristiyanlardan aldik. Bizden önce yüzyillarca HiristiyanliGin yasadiGi bu ülkenin her sehrinde onlara ait bir hatira bulunabilir. Bu sehirlerin, daGlarin, kayalarin Türklere ve fethe ait hatiralarini canlandirmak dururken daha eski çaGin yabancilara ait hatiralarini yasatmaya çalismanin manasi nedir? Yeniden bir Makamat-i Mukaddese gailesi mi çikarmak istiyoruz?
Döviz saGlamak arzu olunur bir seydir ama bunun için Türkiye'yi HiristiyanliGin kutsal sehirleri ve makamlari manzumesi haline sokmaya gerek yoktur. Bu milli bir cinayet ve Anadolu'da Bizans'i diriltmek isteyen Yunanlilarin eline koz vermek olur. Yalniz döviz saGlamak gibi maddeci bir düs ünceyle hareket ettikten sonra Ayasofya'yi kilise yapmak bize milyarlar, milletçe Hiristiyan olmak ise trilyonlar kazandirir."

simdi o tarihten bu yana gözlemlediGimiz bazi olay ve olgulari hatirlamak ve bunlarin üzerinde biraz durmak gerekiyor. Tunç Okan adli bir yönetmenin çektiGi "Otobüs" adli film 1975 yilinda Avrupa'da ödül almisti. Bu filmde bir otobüsle kaçak olarak bir Avrupa ülkesine giden Türk isçilerinin (köylülerinin) drami isleniyordu. Filmin en önemli yani, Türk insanini ilkel primatlar düzeyinde gösteriyor olmasiydi. (Bilgisiz, görgüsüz, cahil, kaba ve hatta düpedüz iGrenç). Bu tiplemeler, Hiristiyan Batililarin yüzyillardir görmek ve göstermek istedikleri Türk imajinin ta kendisiydiler! 1981 yilinda ise Mardin'in bir Süryani köyünde çekilen ve basrolünü Türkan soray'in oynadiGi "Hazal" adli film, Dünya Kiliseler BirliGinin ödülünü almisti. Onda da yine Türk insani maGara devri artiGi, ilkel ve garip bir yaratik biçiminde sunuluyordu. Tipki Otobüs filminde olduGu gibi.

12 Eylül'den sonra çekilen birçok filmde ise bazen gizli ve sinsi bazen de açiktan açiGa Hiristiyanlik propagandasi yapiliyordu. Sözgelimi bunlardan basinda çokça reklami yapilan birinde (Herseye RaGmen adli film), basroldeki oyuncunun canlandir diGi karakter bir eski solcudur; hapisten yeni çikmistir. Hiçbir yerde is bulamamaktadir, kimse ona yardim elini uzatmamaktadir. Allah'tan Kilise vardir! Sonunda bir Kilise ona kucak açmis, soför olarak is vermistir. Mihrabi ve minberi yikilmis eski solcularimiz siGinacaklari bir melce bulmuslardir; artik Kilisenin sefkatli eli onlari himaye edecek, onlara kol kanat gerecektir. Bu film de Türkiye'de ödül almisti. Buna benzer birçok örnekler bulunabilir. Fakat surasi bir gerçek ki, özellikle son yirmi yildir, "bir Türk yazarinin, bir Türk sanatçisinin uluslararasi bir deGer olarak ünlenebilmesi için, önce TürklüGünden MüslümanliGindan soyunmasi, sonra TürklüGünden MüslümanliGindan utanmasi, en sonu da TürklüGe MüslümanliGa tükürmesi gerekmektedir. Türkler, uluslarindan dinlerinden iraklasmadikça, Uluslar arasi Türksevmez Kültür Kapilari'ndan geçemiyorlar"(8)

Bir film de yabancilardan. Bundan dokuz on yil kadar önce sinemalarda oynadi. Yönetmeni bir Yahudi olan Steven Spielberg'ti. Ne olmus yani Yahudi ise demeyin. Bu, ünlü yönetmenin indiana Jones serisinden bir filmiydi . Filmin bir bölümü Nazi Almanya'sinda, diGer ve asil önemli bölümü ise Hatay'da geçiyordu. Yil 1939. Hatay'da sarikli ve fesli insanlar vardir ve tabii bu insanlar da yine "Otobüs" ve "Hazal"dakinden farksizdirlar. Söz gelimi tanka demir at, uçaGa demir kus filan demektedirler. At ve deveden baska bir sey görmemislerdir. iste bu Hatay'da, güya Hiristiyanlarca kutsal bilinen bir maGaramsi manastir benzeri bir yer varmis ve orada artik ölümü, diri mi yoksa Hiri stiyan azizleri mi her kimler var ise onlar kahramanimiz tarafindan kurtarilmayi beklemektelermis. Asil mesleGi kazibilimcilik (arkeolog) olan filmin kamçili kahramani, tabii yerli Müslüman klavuzlarin yardimi ve desteGi sayesinde kendisini bekleyenlere ulasmayi basaracaktir. Filmin basinda Nazi Almanyasi ile savasan kahraman, burada da ilkel yerlilerle (tabii Türk ve Müslüman) savasmaktadir. Filmde verilen mesaj yahut benim anladiGim, Hatay'in hem Hiristiyanlar hem de Yahudiler için kutsal bir hedef olarak gösteriliyor olmasiydi. Madem ki burasi Hiristiyanlik için kutsal sayilan bir yerdi; öyleyse bu vahsi, barbar, ilkel Türk ve Müslümanlarin elinden kurtarilmaliydi. Filmdeki uyduruk masal bir yana ama, Hatay ilinin merkezi olan Antakya'nin Hiristiyanlar bakimindan gerçekten de bir önemi ve anlami bulunduGu kuskusuzdur. Bunun konumuzu doGrudan ilgilendiren yönü Antakya' nin Birinci Haçli seferi sirasinda kahramanca bir Türk direnisine r aGmen Haçlilarin eline geçmis olmasiydi. Tabii bizim seyircileri ilgilendiren filmin olaGanüstü efektleriydi ve çikista dikkat ettim hepsi pestil gibiydi veya bana öyle geldi. Galiba nasil sinsice asaGilandiklarinin hiçbiri farkinda deGildi.
Fakat iste simdi çok daha fazlasi, Atsiz'in otuz yil önce bir tahmin olarak öngördükleri aynen çikmis bulunuyor. Artik, muhtemelen "Mukaddes Bakire Meryem" Hayfa-Kusadasi arasinda çalisan feribotla yazlari Efes'te tatile gelmis olduGundan olacak orada bir Meryem Anaevi, Antalya'nin Kale ilçesine Danimarka havayollariyla yaz tatilini geçirmeGe geldiGinden olacak orada bir Noel Baba makami, Roma'da idam edilmis Saint-Paulus adinda bir muhtedi Yahudi için Tarsus'ta bir Saint-Paul kuyusu, Kilisesi, Evi icad ettikleri yet medi. Yine resmi bir niteliGi olan Türkiye Tanitma Vakfi, Todor Jivkof'un Bulgaristan'da yapamadiGini Türkiye'de yapti ve Türkiye'den Türk adini silip Türkiye'yi topyekün HiristiyanliGin kutsal ülkesi ilan ediverdi. Nasil mi? Bakin nasil:
"Türkiye Tanitma Vakfi, toplam bütçesi 75 bin dolar (yaklasik 41 milyar lira) olan Türkiye'nin tanitim projesini Ocak ayinda baslatti. Vatikan'in onayini alan proje (almamasi ne mümkün), Hz. isa'nin 2000'inci doGum yildönümü nedeniyle "turizm amaçli" bir harita yayimladi. "Kutsal Ülke 2000 (Holyland 2000) adli Türkiye haritasinda, Türkiye'nin adi yok! Haritada incil'de geçen Türkiye'deki kutsal yerler yer aliyor. Turizm BakanliGi da Lionslarla birlikte hazirladiGi benzer bir haritayi yayinladi."(9)
< FONT face="Times New Roman">Yayinlamasaydi sasardim. Ama bakin biz yine ilerdeyiz; Yeni Hayat'in 1998 yili Haziran sayisinda yayinladiGimiz, "inanç Turizmi mi Son Haçli Seferi mi?" baslikli, Sevgi Erenerol imzali bir yazida bu olacaklar zaten öngörülmüstü:
"Hz.isa'nin 2000. doGum yildönümü kutlamalari çerçevesinde hazirlanan plan hiç te böyle iyi niyetler tasimamaktadir, özellikle de Türkiye açisindan. BildiGiniz gibi Bati, Türk'lerin 1453'te istanbul'u fethedip Bizans'i ortadan kaldirmasini bugüne kadar hazmedememistir ve onlari geldikleri bozkirlara geri göndermek için firsat kollamaktadirlar. Çünkü istanbul ve Anadolu topraklari Hiristiyanlar için kutsal topraklardir . istanbul Ayasofya nedeniyle "kutsal sehir" statüsündedir. Zaten 1919 yilinda basta ABD olmak üzere ingiltere, Fransa ve italya tarafindan Uluslararasi Devlet statüsüne getirilmek istenmis ve denetimi de Birlesmis Milletler diye bilinen o günkü Cemiyet-i Akvam'in gözetimine verilmesi düsünülmüstür. Fakat kendi aralarinda anlasamadiklari için bu plani hayata geçirememislerdir. Fakat bu emellerinden de halen vazgeçmis deGillerdir. Son zamanlarda istanbul'a governör yönetimi, sehrin üç'e bölünmesi (Üsküdar yakasi, Sur içi, Trakya yakasi) BoGazlara özerklik gibi konularin gündeme gelmesi ayni nedenledir. Ayrica Anadolu'da 3000'e yakin kilisenin bulunduGu söylenmektedir. Kilise dendi mi sadece kilise binasi söz konusu deGildir, bina ile birlikte etrafindaki arazileri de içine alir; yani Anadolu topraklarinin tamami. simdi birileri çikmis, bu insanlara davetiye çikariyor gelin diye! Evet biz burada yasiyoruz ama buralarin Hiristiyan topraklari olduGunu kabul ediyoruz dercesine. Bu topraklar Türkler tarafindan fethedilmistir, yani bedeli kanla canla ödenmistir. Kimse bu topraklarin Türk'ten baskasina ait olduGunu iddia edemez."

su ise bakin ki, bu satirlari yazan bir Hiristiyan Türk'tür; hem de BaGimsiz Türk Ortodoks Patrikhanesinin basin sözcüsüdür; ama ne hazindir ki son Haçli Seferine kilavuzluk edenler "Müslüman"dirlar!?! Ama asil Türk olup olmadiklari kuskuludur ve bütün mesele de iste buradadir. Peki kimdir bu Müslümanlar, tahmin edebildiniz mi?
Aydinlik dergisinin 5 Mart 2000 tarihli sayisinda yer alan bir habere göre, son bir yilda özellikle gençler arasinda Hiristiyan olanlarin sayisi hizla artmaktadir. Hatta bunlar arasinda ilahiyat Fakültesi öGrencileri dahi vardir. Hiristiyan misyonerlerinin ve bu amaçla çalisan kuruluslar, gizli açik kiliseler ile bunlarin propagandalarinda görülmemis derecede bir artis vardir ve bu misyonerlik faaliyetleri hakkinda hiçbir islem yapilamamaktadir. Hiristiyanlastirma amacina yönelik olarak açik açik faaliyette bulunan kiliselerden biri de Trabzon'daki San Maria Kilisesidir ve oradaki Papazin çevresine, " önümüzdeki yirmi yil içinde Avni Aker stadyumuna siGmayacaGiz" dediGi iddia edilmektedir. Peki, bu Kilise ne zaman ve kimin izniyle açilmistir dersiniz? 1994 yilinda Refah Partili Belediyenin izniyle açi lmistir. AçildiGinda da cemaati yoktur. Kayseri'deki Gregoryen Ermeni Kilisesi de yine Refah Partili belediyeler döneminde restore edilerek açilmistir ve onun da ilk basta cemaati yoktur.

ilk bakista RP'li Belediyelerin bu tutumu yadirgatici gelebilir. Ama bu Parti ve yan örgütlerinin, bir zamanlar islam dünyasinin hamiliGine soyunmus olan Almanya 'da palazlandiGini ve en güçlü örgütlenmelerini bu ülkede gerçeklestirdiklerini hatirlarsaniz, herseyin bir karsiliGi olmasi gerektiGi sonucuna kendiliGinden varabilirsiniz. Fakat dis etkenlerin rolü ne olursa olsun, Hiristiyanlastirma çabalarinin son yillarda bu derece pervasizca sürdürülüyor olmasinda, en basta yine kendilerini "Müslüman" kimliGiyle tanimlayanlarin tutumu esas belirleyici olmustur. Sebebine gelince;
a) Dini siyasete, ticarete ve akliniza gelen her seye alet eden din sömürgenleri, yillarca uGrasa uGrasa, ham demokratlarin da desteGiyle TCK'nun 163. Maddesini kaldirmayi basarmislardir. Bu madde yürürlükten kalkinca, Hiristiyan misyoner örgütleri meydani büsbütün bos bulmuslar ve her tarafta cirit atmaya baslamislardir.
b) Din sömürgenleri, 28 subat kararlariyla doruGa çikan, Türk Ordusu, Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk karsitliklari ve düsmanliklari nedeniyle, bu deGerlere saldiriyi temel strateji olarak benimsemis bulunan harici bedhahla r ile onlarin uzantisi olan diGer dahili bedhahlarla kol kola girmisler, onlarla kenetlenmisler, onlara eklemlenmislerdir. Bir zamanlar "Hiristiyan kulübüdür, girmeyiz de girmeyiz, istemezük" naralari attiklari, yeri göGü birbirine kattiklari, hakkinda yüz bin çesit yergi kavrami olusturduklari AB'nin simdilerde en hararetli yandaslari oluvermeleri ayni sebepten ötürüdür. AB ülkeleri zaten kendilerine disarida yeterince kol kanat germekteydiler; ancak simdi isin sekli biraz daha deGismistir. iki sayi önceki yazimizda da söylediGimiz gibi, 10 Aralik Helsinki Bildirisiyle Türkiye AB'ye deGil ama, AB Türkiye'ye girmistir; çok geçmeden her seyimize karisir hale gelmistir. Bu durumdan rahatsiz olmayanlar, aksine "maGrur ve mesrur" olanlar, yalnizca bölücülerle mürtecilerdir. Artik Hiristiyan Batili hamilerinin çok daha "yakin korumasi" altindadirlar. Misyonerlik faaliyetlerinin AB'den hiz aldiGi ise muhakkaktir. AB kapisinda Hiristiyanlik ka mpanyasi almis yürümüstür. AB, Türkiye'yi kapiya baGlamistir ve esikten içeriye adim atmanin sarti olarak da, anlasilan Pitzipiosun yüz elli yil önceki ahlaksiz teklifini önümüze sürmekte, "iptida ihtida!" (ilkönce dönme-din deGistirme) diye tutturmaktadir. Hiristiyan AB'yi hamileri olarak görmekten rahatsizlik duymayan bir takim "Müslümanlarin", yine AB destekli Hiristiyan misyonerlik faaliyetlerine karsi durmalarina esyanin tabiati gereGi imkan ve ihtimal yoktur. Peki ama, 28 subat kararlarindan ötürü Türk Ordusunu bütün bir milleti Hiristiyanlastirmak istemekle suçlandirmaktan utanmayan, aklini Türk Ordusuyla bozan Allah'in arslanlari simdi neredeler? Bugün Hiristiyanlasmaya karsi durmak yani dolayisiyla islami savunmak görevi,& nbsp; bu arslanlarin Salman Rüsdi'yle esdeGer gördükleri, "Allahsiz, ateist, dinsiz, zindik, kizil komünist" Aydinlikçilara mi kalmaliydi? Ne hazin! Bundan utanacaklar mi? Hiç sanmiyorum.
c) "Baris, uzlasma, hosgörü" gibi maskelerin arkasina saklanarak "dinler arasi diyalog" baslatan Hiristiyan Bati Emperyalizminin, sömürüsünü hos göstermek ve devam ettirmekten baska, bununla güttüGü ve bu sayede gerçeklestirmeyi tasarladiGi gizli maksatlarindan biri de, islam dinine içerden nüfuz ederek, "içerden konusarak" onun niteliGini deGistirmektir. Son zamanlarda basinda ve televizyonlarda sikça gündeme getirilen ve dindar kesimlerin saskinlik ve öfke ile izlediGi islam'da "yeni buluslar, yeni kesifler, yeni icatlar, yeni bid'atler" ve bunlarla ilgili tartismalarin nedeni budur. Uluslararasi iliskile r kürsüsünde öGretim üyesi olan Yrd. Doç Dr. Emin Gürses, buna "islam'in protestanlastirilmasi süreci" adini vermektedir(10). ABD ve diGer bazi Batili ülkelerin, bu karanlik emellerine ulasmak için, yillardir doktora, master tezi adi altinda Türkiye'deki üniversitelerden seçtikleri onlarca ilahiyatçiya yurt disinda eGitim verdikleri bilinmektedir. Bütün bunlarin sonucunda, bir zamanlar yabanci misyoner okullarinin gayesini belirtirken kullandiklari deyimle, " Müslümanlara Müslümanlarin incil'i nakletmesini" saGlamis olacaklardir(11). iste böyle, siz papazlardan almazsaniz, onlar da bu kez ayni Müslüman mahallesinde sümüklü böcek (salyangoz) satan sümüklü hocalar üretirler ve türetirler.(*)
ç) Bütün bu Hiristiyanlastirma faaliyetlerine herkesten önce karsi durmasi ve tedbir almasi gereken Diyanet isleri ne yapiyor diye soracaksiniz. Ne yapacak o da modaya uyuyor; birakin tedbir almayi, bizzat bunlara alet oluyor. Mesela 27 Mayis'ta, hem de Saint-Paul Kilisesi uydurmasiyla Papanin HiristiyanliGin kutsal beldesi ilan ettiGi Tarsus'ta, "2000 Yili inanç ve Hosgörü Toplantisi" adiyla bir toplanti düzenlemeye kalkisiyor. Fakat davet ettikleri Kiliseler, Diyanet isleri BaskanliGinin bu davetine icabet etmiyorlar; iyi de ediyorlar. Bunun üzerine toplanti iptal edilmek zorunda kaliniyor. Davet edilenlerin buna icabet etmeyislerinin nedeni de, biraz asaGida deGineceGimiz gibi, yine Mayis ayi içerisinde benzer bir baska toplantinin daha yapilacak olmasidir. Bu toplantinin tertipçisi ise Fetullah Gülen'in onursal baskani olduGu bir vakiftir. Davet edilip de buna icabet etmeyenler, böylelikle;1) Diyanet isleri BaskanliGini hiç kaale almadiklarini, 2) Dinsel otorite ve karsilarinda muhatap olarak Diyanet isleri BaskanliGini deGil, o teskilatta n müstafi, ilkokul mezunu bile olmayan bir seyyar vaizi ve onun örgütünü tanidiklarini anlatmis oluyorlar; tabii anlayana. BilindiGi üzere, iki yil önce Papa da ayni seyi yapmis; Diyanet isleri Baskanimizin randevu taleplerine dahi karsilik vermezken, seyyar vaiz Fetullah'i ala yü vala ile yüksek huzurlarina(!) kabul buyurmuslardi. Diyanet isleri Baskani ve BaskanliGi, böylece adi geçen müstafi mensubu yüzünden ikinci kez hakarete uGramis oluyor. Peki ama, emekli bir seyyar vaize gösterilen bu teveccühün sebebi nedir? Bir kismini asaGida izah edeceGiz; fakat simdilik yalnizca onun yukarida belirtilen görüsme öncesi Papa'ya yazmis olduGu 9 subat 1998 tarihli mektuptan bir alinti vermekle yetinelim:

" Papa 6. Paul cenaplari tarafindan baslatilan ve devam etmekte olan Dinlerarasi Diyalog için Papalik Konseyi (PCiD) misyonunun bir parçasi olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edisini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir sekilde hatta biraz cüretle, bu pek kiymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardimlarimizi sunmak için geldik. .... amacimiz bu üç dinin inananlari arasinda hosgörü ve anlayis yoluyla bir kardeslik tesis etmektir."

simdi bu sözler üzerinde - zaten gerek de yok ya- hiçbir yorumda bulunmadan, bu tür hosgörü çiGirtkanlarina sunu sormak gerekiyor: Yukarida ancak bir kismini siralayabildiGimiz Hiristiyanlastirma faaliyetlerini, bu "dinlerarasi diyalog, hosgörü ve anlayis"in neresine siGdiriyorsunuz? Hiristiyan misyonerliGi yapan ve sayisiz kitap, brosür, film vesaireyi parasiz daGitan onlarca belki yüzlerce Hiristiyan kurum ve kurulusundan o pek sevdiGiniz, muhterem Papa cenaplarinin haberi yok mu? Madem ki kendi dinleri disindaki dinleri ve bu dinlerin mensuplarini hosgörü ve anlayisla karsiliyorlar; o halde, niçin bu insanlarin dinlerini deGistirmek için onca para sarfina ve zahmete(!) katlaniyorlar?

d) Hiristiyanlastirma faaliyetlerinin bu derece pervasizca yapiliyor olmasinin ve adeta mesruiyet kazanmasinin temelinde de yine, "uzlasma, diyalog, hosgörü" gibi kavramlari dillerinden düsürmeyen seyyar vaiz ve cemaatinin, bu suretle zemini yumusatma çabalarinin büyük rolü olmustur ve olmaktadir. iste bazi Müslüman kilavuzlarin görevi budur; zemini ve ortami yumusatma. Bu is için de "yumusak islamcilardan" daha elverisli bir grup yoktur. Osmanli tarihi ve Osmanlicilik ideolojisi de yine ayni sebeplerle bu çevrenin sik sik basvurduGu bir referans çerçevesini olusturmaktadir. Bunun için verilen en tipik örnek, Osmanli'nin Camiyi, Kiliseyi ve Havrayi bir arada, yan yana tutabildiGidir. Bu söylemlerle, bir yandan da jakoben diye suçladiklari Türkiye Cumhuriyetini karalama ve mahkum etme amaci güdülüyor. Tabii bütün bu alistirmalarin hemen arkasindan dinler arasi diya log ve üç dini birlestirme projeleri gelecektir. Nitekim müstafi seyyar vaiz Fethullah Gülen'in fahri baskani olduGu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfinin, bu amaçla önümüzdeki Mayis ayinda sanli Urfa'da, "Diyalogda bir ümit sembolü: Hz. ibrahim" konulu bir sempozyum düzenleyeceGi açiklanmis bulunuyor. Harran'a üç dinin ruhanilerini yetistirecek bir Üniversite kurulmasi projesinin de bunun arkasindan tekrar gündeme geleceGi muhakkaktir. Fakat bu toplantinin Urfa'da yapilacak olmasinin konumuzu doGrudan ilgilendiren bir yani var ki, o da, Urfa'nin Haçli seferleri tarihinde çok özel bir yerinin bulunmasidir. 1096 yilinda baslayan ilk Haçli seferi sirasinda, Haçlilar, -Antakya'yi saymazsak- Anadolu'nun baska hiçbir yerinde tutunamamislardir ama Urfa sehrini ele geçirmisler(1098) ve burada Urfa Haçli KontluGunu kurmuslardir. Urfa sehrini Hiristiyanlarin elinden Türk-Selçuklu Musul ve Halep Atabeki imadüddin Zengi 1144 yilinda kurtarmistir. Son Haçli Seferinin ilk karargahinin da yine ayni yerde kurulacak olmasi acaba tesadüf mü? Hiç zannetmiyorum. Böyle bir toplanti için Urfa'dan daha uygun bir yer de herhalde düsünülemezdi. EGer yer seçimini Vatikan yapti ise diyecek söz yok; ama eGer Gazeteciler ve Yazarlar (asil isi sisirme söhretlere ödül pazarlar) Vakfi yapti ise doGrusu bravo!

Kilavuzluk diye iste buna denir!


(*) Elimde "Yeni Bir 'Milenyum'un EsiGinde" basliGini tasiyan bir brosür var. Sizce bunu bir papaz mi yazmis olabilir, yoksa bir hocaefendi mi? Sizi bilmem ama, bu brosürü eGer bir Hiristiyan görmüs olsaydi, yalnizca basliGina bakarak, böyle bir ad tasiyan bir brosürü, sözgelimi Rasputin adinda bir papazin yazmis olduGuna hükmederdi. Ama hayir! Bu brosürü yazip basliGini da "Yeni Bir 'Milenyum'un EsiGinde" diye koyan, tehlike aninda hicret sünnettir" hadisine uyarak, gizlice Amerika'ya hicret edip bir yildir orada kaçak yasayan müstafi seyyar vaiz Fethullah Gülen'in'in ta kendisidir. Kendi yazdiGi ve müritlerince basilip parasiz olarak daGitilan bu en son brosürüne "Yeni Bir 'Milenyum'un EsiGinde" basliGini koymus olmasi bazilarina ga rip gelebilirse de, kendisini iyi taniyanlar için bunda sasilacak hiçbir yan yoktur. Bazilarina garip gelebilir dedik; çünkü "Milenyum" sözcüGü doGrudan. doGruya Hiristiyanlikla ilgili ve HiristiyanliGa ait bir kavramdir. Bu kadari, hicretteki Hocaefendi'nin Hicri takvimi birakip Miladi takvimi benimsemis olmasinin çok çok daha ötesindedir. Hiristiyan inanisina göre, Millenium, incil'in 20. Babinda zikrolunan, kiyametten önce baris ve selametin hüküm süreceGi bin yillik devrenin adidir. Bunun gerçekleseceGine inanan kimselere de Millenar adi verilmektedir. Hocaefendinin hikmet nurlari saçtiGi risalesinin yani brosürünün konuya iliskin yönü yalnizca basliGindan ibaret de deGil. Brosürde gelecek bin yilla ilgili olarak hocaefendinin savurduGu hikmet ve kehanetlere ayrilan bölümün ara basliGi,"Dünya Yeni Bir Bahara Gebe"dir ve içinde Hiristiyanlarin "Kitab-i Mukaddesine" göndermeler vardir. Evet. O bir Millenar!... O bir... O bin bir...Yoksa siz onu su bizim "Müslüman Mahallesinin" salyangoz satan saskin bakkali mi sanmistiniz?!?!

ABi...Okumak hayli vakit aldi..ama doGrusu deGer herkes okumali...su dinler arasi diyalog...vede "yumusak islamcilar" benim en hassasiyetle üzerinde durduGum bir nokta....ama maskeler düsüyor...herkes kimin ne olduGunu yavas yavas anliyor.....biraz geçte olsa....insanlarin gözünü açmaya yardimci olduGunuz için çok tesekkürler....yeter bunca zamandir müminlerin imanini sömürdükleri yeter....ALLAH a emanet olunuz....hayirli geceler....


Serbest Kürsü

MollaCami.Com