Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Mi’rac Gecesi ve Ondaki İlahî Esrâr
Halis ECE
Mi’rac Gecesi ve Ondaki İlahî Esrâr
Mİ'RAC GECESİ
Hicrî-kamerî takvime göre, Allah'ımızın ayı Receb-i Şerîf’in 27’nci gecesi Mî‘râc gecesidir. Bu yıl, Miladi-şemsî takvime göre, önümüzdeki 10 Ağustos 2007 Cuma gününü 11 Ağustos Cumartesiye bağlayan geceye tesadüf etmektedir. Mevlâ-yı zû'l-Celâl ve'l-Kemâl hazretleri bu mübarek geceye kavuşmayı ve esrarından, feyz ve bereketinden bolca istifade ve istifaza edebilmeyi bütün müminlere nasip eylesin. Topyekün İslâm ve insanlık adına hayırlı gelişmelere vesile kılsın.
***
İSRÂ VE Mİ'RAC
Kur’ân-ı Kerim’de İsrâ sûresinin ilk ayet-i celilesi mealen şöyledir:
“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Habîb-i edîbi Muhammed Mustafa’yı) Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; o hakkıyla işiten, kemaliyle görendir.” (17/1)
İsrâ lûgatte, gece vakti yapılan yolculuğun; mi‘rac da urûc kökünden gelen yükseğe çıkmak veya yukarılara çıkmakta kullanılan merdiven benzeri bir vâsıtanın adıdır.
İslâmî ıstılahta İsrâ ve Mi‘rac, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’in Mescid-i Haram’dan başlayıp Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Sidretü’l-Müntehâ’ya ve huzûr-i Rabbi’l-âlemîne kadar devam eden bin bir hikmet ve sırlarla dolu olan yolculuğudur. Yazımızın başlangıcında da belirttiğimiz gibi bu yolculuk, recep ayının 27’nci gecesi vukû bulmuştur. Her sene-i devriyesinde (yıldönümü), bütün İslâm âleminde büyük bir aşk ve vecd ile ihyâ edilir.
Mi‘rac, “hüzün senesi” olarak isimlendirilen devrede, yani Resûlüllah Efendimiz’in en büyük hâmisi, amcaları Ebû Tâlib ile maddeten ve mânen her zaman yanlarında bulunan zevce-i tâhireleri Hadîcetü’l-Kübrâ vâlidemizin vefatlarıyla sıkılan, âdeta hüzne gark olan Peygamberimiz'in (s.a.v.) huzûr-i İlâhîde tesliye edilmesidir... Üç yıldır devam eden Mekkeli müşriklerin ablukası ve on yıla yakın zamandır süregelen sıkıntıların sonunda Resûlüllah Efendimiz’in rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlandırılmasıdır.
Allah Teâlâ, lûtuf ve ihsânıyla şereflendireceği kullarını çeşitli imtihanlardan geçirmiştir. En büyük ihsan ve mükâfatlara nâil olan peygamberler de herkesten daha çok sıkıntı-ıztırap ve meşakkatlerle karşılaşmışlar... Tabiî ki en büyüğüyle de, iki cihan serveri Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) mâruz kalmışlardır.
İşte Cenâb-ı Hak, tebliğ esnasında karşılaştığı her sıkıntıya göğüs geren ve İslâm’ın intişârı/yayılması uğrunda her fedâkârlığa katlanan Sevgili Habîbi'ni Mi‘rac’la mükâfatlandırmıştır bu gece...
Velhâsıl Mi‘rac, gerek Peygamberimiz (s.a.v.) ve gerekse ashâbı (r.anhüm) için, o hüzün senesinde, büyük bir tesellî kaynağı olmuştur.
***
Mİ‘RAC VE MÜŞRİKLERİN TAVRI
Müşrikler, Resûlüllah Efendimiz’i (s.a.v.) ve tebliğ ettiği dîni yani İslâm’ı halk nazarında küçük düşürmek, kendi putperestliklerini üstün göstermek için, var güçleriyle çalışıyorlardı. Akılları sıra Kur’ân-ı Kerim’i yalanlamak, mü’minlerin teveccühünü başka yönlere çekmek için dur durak bilmeksizin Sevgili Peygamberimiz’e saldırıyor, gûya bir açık yakalamak için çırpınıyorlardı. Bu âna kadar ise, hiçbir açığını bulamamışlardı. Zira Resûlüllah Efendimiz gerek sözleriyle ve gerekse yaşadığı hayat tarzıyla şimdiye kadar hiç yanıltmamış, kimseye yalan söylememişti.
Şimdi kendileri için iyi bir fırsat doğmuştu. Çünkü söylenenler elle tutulup gözle görülmesi, akılla-mantıkla izah edilip anlaşılması mümkün olmayan şeylerdi. Öyle ya akıllarınca bir insan kalkacak Mekke’den Kudüs’e, oradan da Sidretü’l-Müntehâ’ya gidecek... Hatta Sidretü’l-Müntehâ’dan da öteye geçip, Allâh’ın huzûruna çıkacak... Onlara göre bu iş, akıl kârı ve olaca bir şey değildi.
Binâenaleyh insanlar toplanır, yalan söylemesine ihtimâl vermedikleri Allâh’ın Resûlü Efendimiz'e (s.a.v.) gelirler. Duydukları hakkında mutmain olmak için, Mescid-i Aksâ’dan, yolda gelmekte olan kervana varıncaya kadar sorular sorarlar. Sorulan suallerin cevabı –âdeta ekranda seyredilircesine– en küçük teferruâtına varıncaya kadar bir bir anlatılır...
Rivâyetlerde bahsedildiğine göre, o güne kadar mü’min iken, Mi‘rac’la alâkalı olarak anlatılanları dinledikten sonra dîninden dönenler olduğu gibi, îmânı kat kat artanlar daha fazla olmuştur.
İşte onlardan birisi, hatta birincisi Hz. Ebû Bekir Sıddîk'tir (r.a.).
İnsanlar ona gelerek,
“Şu senin sahibinin/arkadaşının yaptığına bak ey Ebû Bekir! Bir gecede Beytü’l-Makdis’e gittiğini, orada namaz kıldığını ve Mekke’ye döndüğünü zannediyor” derler.
Onların bu sözlerine mukabil Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) verdiği cevap, onu “Sıddîk” mertebesine ulaştırır. Der ki:
“Vallâhi o söylediyse, şeksiz şüphesiz doğrudur. Siz buna hiç şaşmayın!”
***
Mİ‘RAC VE İMTİHAN
Esas itibariyle insan hayatı, baştan sona imtihanlarla doludur. Bu imtihanlar bilhassa büluğ çağında başlayıp dünyaya ait, âhirete ait olmak üzere bütün çeşitleriyle sürüp gider. İşte Mi‘rac mûcizesi de bir imtihan olarak insanların hayatına girmiş, neticesi âhirete kadar varan bir ebedî saâdete vesîle, şakavete sebep teşkil etmiştir. Nitekim yukarıda da kısaca temas ettiğimiz gibi Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) ve onun gibilerle, Ebû Cehil ve benzerleri ayrılmış, imtihanı kazananlarla kaybedenler ortaya çıkmışlardır.
Mi‘rac mûcizesinin cereyan ettiği gecenin sabahında, Mekke'de büyük bir heyecan dalgası her tarafı kaplamış; hâdiseyi işiten müşrikler, hep birlikte yeni bir isyan bayrağı açmışlar ve “Olmaz böyle şey! Bir gecede Kudüs'e gitmek, oradan da semâlara uçup geçmek... Mümkün değil” diye feryâdı basmışlardır. Ancak mü’minler, onların bu isyan ve azgınlıklarına karşılık vermekte gecikmemişler ve Hz. Ebu Bekir'in (r.a.) diliyle, “Şayet bunu o söylüyorsa, mutlaka doğrudur; çünkü ben, sabah-akşam bundan çok daha büyük haberleri ve hâdiseleri ondan dinliyorum” diyerek imtihanı kazanmışlardır.
Müşriklerin yukarıdaki inkâr ve itirazlarından da anlaşılıyor ki, Mir‘ac mucizesi Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) ceset ve rûhiyle birlikte cereyan etmiştir. Şayet sadece ruhla, yani rüya gibi bir vaziyette vâki olsaydı, müşriklerin böylesine isyan-inkâr ve itirazlarına sebep olmayacaktı. Çünkü rüya hâlinde Mi‘rac her zaman, herkes için mümkündür.
***
Mİ‘RAC HÂDİSESİ İTİKÂDÎ AÇIDAN ÜÇ KISMA AYRILIR
Birinci kısım: Mescid-i Haram’dan, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya kadar olan gece yolculuğu... Bu kısım, âyet-i kerimenin sarâhatiyle sâbittir. Bunu inkâra cür’et etmek, yahut hafife almak –Allah korusun– insanı küfre düşürür. “Burak” isimli vasıtayla yapılmıştır.
İkinci kısım: Mescid-i Aksâ'dan yedi kat göklere doğru uçuş ve geçiş kısmıdır. Malum, her katta geçmiş bazı peygamberler (aleyhimüsselam) ile görüşüp konuşmalar… Dileyen okuyucularımız, yazarı Mi’rac münkiri olmayan sağlam kaynaklarda bulup okuyabilirler. Bu da meşhur hadisle sâbittir. Bunu inkâra cür'et eden de dalâletle (sapkınlıkla) itham olunur. Yolculuğun bu kısmı ise “Mi’rac” denilen –tabir caizse- manevi bir asansörle vaki olmuştur.
Üçüncü kısım: Göklerin ötesine, Kürsî, Arş-ı muazzam, Âlem-i emr, Sidretü’l-müntehâ, “Sümme denâ fe tedellâ. Fe kâne Kaabe kavseyni ev ednâ” (1) makamlarına olan yolculuk… Kısacası bir noktadan sonra Cibrîl aleyhisselamın bile refakat edemediği, “Yâ Resûlellah, burdan ileri bir adım dahi atarsam yanarım” dediği… mâhiyetini hayâl bile edemediğimiz âlemlere geçiştir ki, bu da âhâd hadisle sâbittir. Bunun münkirine de, günahkârlık isnat olunur; ancak küfür isnat olunmaz, fâsık bir kimse sayılır. Bu safhanın belli bir kısmındaki vasıtanın adı ise "refref"tir. Mevlid'inde Süleyman Çelebi merhum ne güzel ifade etmiş:
Söyleşürken Cebrâil ile kelâm
Geldi Refref önüne verdi selâm...
Bu üçüncü kısımla ilgili kısaca bir şeyler söylemek gerekirse, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz bu safhada Rabb’ini görmüştür. Zaman ve mekân dairesinden çıkıp imkân darlığından sıyrılınca ezel ve ebedi bir ân (aynı an), başlangıcı ve sonu aynı nokta olarak gördü. (Abdest aldığı ibriğin sularının dalgalanması bile henüz sakinleşmemişti bu yolculuktan dönüşlerinde.) Binlerce yıl sonra cennete girecek olanları cennette gördü. Hatta (ashabın zenginlerinden) Abdurrahman b. Avf (r.a.) sahabenin fakirlerinden beş yüz sene sonra cennete girecektir. (2) Resûlüllah (s.a.v.) beş yüz sene geçtikten sonra Abdurrahman b. Avf’ın cennete girdiğini gördü ve ona niçin geciktiğini sordu. (3)
***
Mir‘ac mûcizesi gibi diğer pek çok hâdisenin, senenin bazı devrelerine serpiştirilmiş olmasının da herhalde hikmetleri vardır. Mü'minler böyle gün ve geceler sebebiyle, hayatlarını yeniden kontrol edip çekidüzen versinler, kendilerine gelsinler; mânevî bünyelerini kuvvetlendirme yolunda şevk ve şuur sâhibi olsunlar...
Mi‘rac Gecesi, bizleri böyle bir tefekküre sevk ediyor, nefis murakabe ve muhasebesi temin ediyorsa hedefini bulmuş, maksada uygun bir şekilde ihya edilmiş demektir.
Mİ’RAC GECESİ VERİLEN HEDİYELER
Mi'rac gecesinde Resûlüllah Efendimiz’e (s.a.v.) hediye olarak üç sey verilmişti… Bunlar;
1. Beş vakit namaz,
2. Bakara sûresinin son iki ayeti (Âmene’r-Rasûlü…),
3. Şirk Koşmamak şartı ile ''LÂ İLÂHE İLLALLAH '' diyen her Müslümanın cennete girebileceği müjdesiydi.
Hediye, muhabbeti ifade ettiğine göre, Mahbûb’un Habîbi’ne olan sevgisinin bir mahsulü/neticesi oluyordu bu hediyeler de tabii ki... Mekkeliler şirk ve küfürlerinde inat ve ısrar ettiler, o manevi bataklıkta çakılıp kaldılar… Resûlüllah’ın (s.a.v.) kıymetini bilemedikleri gibi, topyekün âlemleri yoktan var eden, varlığından haberdar Cenab-ı Rabbi’l-âlemin katından getirdiği hediyelerin de değerini takdir edemediler. Ancak bu hediyeler elbette ki ortada kalmayacaktı. Bunları anlayacak, gerçek değerini takdir edecek, mucebince amel edecek akıl ve gönül sahipleri vardı. Onlar, şeytanın ve nefs-i emarenin köleliğinden kurtulmuş, iman nuriyle aydınlanmış, feyz-i ilahi ile gaflet perdelerini yırtmış, anlatılanları hemen kavramış ve beş vakit namaza derhal başlamışlardı…
İnsan olmanın kıymetini, Hakk’a kulluğun zevkini doyasıya tatmışlardı.
Evet bazıları ilk başta belki biraz zorlanmışlardı ama, hidayete kabiliyeti olanlar, erinde-gecinde doğru yolu bulmuşlardı...
***
Hasılı; Mi’rac’ın sonunda Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve ümmetine verilen bu hediyeler, kıyamete kadar kalıcı hediyelerdi. Semereleri/meyveleri ise daha sonra bahusus ebedi ve sermedi hayatta görülecekti... Cennet ve Cemâl-i İlahi ile şereflenmek olarak karşımıza çıkacaktı.
Mi’rac hediyelerinden en önemlisi, hepimizin bildiği gibi “dinin direği” olan beş vakit namazdır. Müslümanlar o güne kadar yalnızca yatsı ve sabah namazı kılıyorlardı. Mi’rac’ta ise günde 50 vakit namaz kılmanın ecrine/sevabına denk beş vakit namaz farz kılınmıştı. İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri buyururlar ki: “Bütün farz ibadetler Allah Teâlâ’ya yakınlık temin etse de bunların en üstünü yani en fazla yakınlık sağlayanı şüphe yok ki namazdır. Umuyorum ki duymuşsunuzdur; 'es-Salâtü mi’râcü’l-mü’min: Namaz müminin miracıdır', 'Ve akrabu m’el-abdü yekûnü mine’r-Rabbi fi’s-salâti: Kulun Rabbine en yakın olduğu an namazda olduğu zamandır. (4) Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.), 'Allah Teâlâ ile beraber olduğum öyle bir zamanım vardır ki; ona ne melek-i mukarreb ulaşabilir, ne de bir peygamber' hadis-i şeriflerinde ifade buyurdukları vakit, bu Fakîr’e göre namazın içindeki zamandır. Namaz günahları-kötülükleri örter, insanı çirkin şeyleri yapmaktan alıkoyar, korur. Namaz, Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.), kendisiyle rahatlamak istediği şeydir. Nitekim O, 'Ey Bilâl, beni rahatlat!' (5) buyurarak, namaz kılmak istediklerini ifade etmişlerdir. Namaz, dinin direği kabul edilen ibadetin ta kendisidir. Namaz, İslâm’la küfür arasındaki yegâne farktır.” (6)
Nakşî yolu Müceddidîn kolunun 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s.) hazretleri de bir sohbetlerinde, namazın mânevi mi’rac olduğunu beyanla şunları dile getirmişlerdir (mealen):
Namaz mânevi mi’rac’dır. Müslümanlar her gün beş defa Cenab-ı Hakk’ın “ekımi’s-salâte: namazı ikame edin/dosdoğru kılın” hitab-ı izzetine muhatap oluyorlar. Bu suretle sûri (maddi) rızık ve mânevi rızık ile rızıklanmak üzere günde beş defa Hazret-i Mevlâ’nın mânevi sofrasına çağrılıyorlar. Bu şeref insanların ve cinlerin dışında hiçbir yaratığa nasip değildir. Çünkü karşılığı mükâfat ve terfi-i derece (derecelerin yükseltilmesi) olan ibadetler, yalnız insanlara ve cinlere mahsustur. Bu hususta melekler de memurdurlar; lakin onlar, bu emirle imtihan olmak, karşılığında mükâfat almak için memur ve muhatap değillerdir. Kendilerinde cüz’-i türâbî (toprak nevi/parçası) ve (diğer) anâsır (ateş-hava-su) bulunmadığından melâike-i kirâm bile ehl-i salâtın (namaz kılanların) nail olduğu/kavuştuğu böyle bir ziyafetle şerefyâb olmamışlar, bu şereften mahrum kalmışlardır.
O bakımdan müminler, her namaza mi’rac nazarıyla bakmalı; bu inanç ve halis niyetle nice manevi derece ve mertebelere nail olacaklarının şuur ve idrakinde olmalıdırlar. Hal böyle olunca bütün namazlara dururken gönlümüzü ve diğer bütün letaifimizi kinden-öfkeden, hasetten-fesattan ve diğer tüm kötü ve çirkin duygulardan… kısacası Allah’ın dışındaki her düşünceden arındırıp O’nun huzuruna tertemiz bir kalple çıkmalıyız.
Bununla birlikte Cenab-ı Hak, “Ellezîne hüm an salâtihim sâhûn: Onlar ki –yerden ve gökten kıymetli olan- namazı unutuyorlar, terk ediyorlar.” (7) ayet-i celilesinde “fî salâtihim” değil de “an salâtihim” buyurarak fazl u keremini gösteriyor. Arap lisanında “an”, bu’d yani uzaklık ve mücâveze (sınırı aşma, bağışlama, göz yumma) mânâları içindir. “Fî” ise zarfiyyet için kullanılır. Eğer “an salâtihim” yerine “fî salâtihim” buyrulmuş olsaydı, çok müşkilât vardı… Felaket idi! Namazın içerisinde vaki olan hatalar da dahil olurdu. Lûtfen-keremen “fî” gelmedi ve böylece namazda meydana gelen ufak-tefek hataların affına işaret buyruldu. İşte bunun için melâike-i kiram ve ekâbir-i evliyaullah (büyük veliler, şükren) secdeye varmışlardır. (8)
***
Mi’rac gecesindeki hediyelerden bir diğeri de, ne kadar günahkâr olursa olsun, Allah’a ortak koşmayan kimselerin, cehennemde cezalarını çektikten sonra mutlaka cennete girecekleri müjdesidir. Hem de Havz-ı Kevser’de yıkanıp tertemiz olarak… Hatta cehennemden en son çıkıp kurtulan müminin bile, cennette, bu dünyanın on katı bir yere sahip olacağı hadis-i şeriflerde ifade edilmiştir.
***
İçinde müminlere pek çok müjde ve zaruri/temel itikadi bilgilerin bulunduğu Bakara sûresinin son iki ayeti (Âmene’r-Rasûlü…) de üçüncü hediye olarak Mi’rac gecesinde Resûlüllah Efendimiz’e (s.a.v.) vasıtasız verilmiştir. (9)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki, “Allah Teâlâ, Bakara sûresini iki ayetle sona erdirdi; bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Onları öğreniniz, kadınlarınıza-oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salâttır, hem duâdır, hem Kur’an’dır.” (10)
Hz. Ömer ve Hz. Ali’den (r.anhüma) şöyle rivayet edilmiştir: “Aklı başında bir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan uyusun” (11) demişlerdir.
Kısacası âlemlere rahmet, fahr-i kâinat Efendimiz’in (s.a.v.) şahsında inananların önüne, kabiliyet ve istidatları nisbetinde manen yükselebilme, nice ulvi makam ve mertebelere ulaşabilme/kavuşabilme kapıları –tabir caizse- ardına kadar açılmıştır.
***
MΑRÂC GECESİ VE GÜNÜNDE YAPILMASI TAVSİYE EDİLEN İBÂDETLER
Bu gece yatsı namazından sonra 12 rek’at Hâcet namazı kılınır. Beher rek’atte Fâtiha’dan sonra 10 İhlâs-ı Şerîf okunur.
Namaza niyet şöyledir: “Yâ Rabbî, rızâ-i şerifin için niyet eyledim namaza. Bu gece yedi kat gökleri ve bütün esrârını göstererek muhabbetin ile müşerref kıldığın sevgili Habîbin Resûl-i zişân Efendimiz hürmetine ben âciz kulunu afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne ve rızâ-i ilâhîne mazhar eyle.”
Namazdan sonra:
- 4 Fâtiha-i Şerîfe,
- 100 defa, “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azıym”,
- 100 İstiğfâr-ı şerif,
- 100 Salevât-ı şerîfe okunup duâ edilir.
Bu namazda, İhlâslar 100 adet okunursa, veya bu namaz 100 rek’at olarak kılınırsa; bunu yerine getiren mü’min, huzûr-i ilâhiye namaz borçlusu olarak çıkmaz.
Mî’râc Gecesi’nden sonraki gün, mutlaka oruçlu olmalıdır. O gün öğle ile ikindi arasında 4 rek’at namaz kılınır. Her rek’atte Fâtiha’dan sonra 5 Âyetü’l-Kürsî, 5 Kulyâ eyyühe’l-kâfirûn, 5 İhlâs-ı şerif, 5 Kul eûzü birabbi’l-felak, 5 Kul eûzü birabbinnâs sûreleri okunur. (12)
Bu vesîleyle topyekün İslâm âleminin Mi‘rac Kandili’ni tekrar tebrik eder; Cenâb-ı Hak’tan, böylesine rahmet-mağfiret-feyz ve bereket dolu gün ve gecelerden, a‘zamî derecede istifâde edebilmeyi dileyip, iltimas-ı ilahisi ile Habibi hürmetine imtihansız olarak iman-ı kâmille huzuruna çıkabilmeyi nasip ve müyesser kılmasını niyâz ederiz. Âmin...
DİPNOTLAR
(1) Meali: Sonra ona yaklaştı ve sarktı. İki yay kadar yahut daha yakın oldu. (en-Necm, 8-9)
(2) Müslim, Sahîh, H. 2355
(3) el-Mektûbât, İmam-ı Rabbani, 1, 283
(4) Müslim, Sahîh, 42, 482
(5) Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 6, 276, H. 6214
(6) el-Mektûbât, 1, 260
(7) el-Mâûn, 5
(8) Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s.) hazretlerinin bir sohbetlerinden naklen talebesi merhum Ziya Sunguroğlu
(9) Elmalılı, Hak dini Kur’an Dili, 1, 272
(10) İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4, 147, 151, 158
(11) Dârimî, Sünen, Fedâilü’l-Kur’an, 14
(12) Mübarek Gün ve Gecelerde Yapılması Tavsiye edilen DUÂ ve İBÂDETLER, Fazilet Neşriyat, İstanbul, 1983, s. 31-32)
arada böyle sohbetlerinizden burada paylaşsanızda bizde çıkarsak güzel oluyo sohbet araştırmasına gerek kalmadı :)))
Sevgili gül_i zar,
Böylesine önemli bir mevzuya ilginizden dolayı ben teşekkür ederim.
Arada değil aslında devamlı yazmak istiyorum. Ama gerek meşgalelerimizin yoğunluğu ve gerekse sitedeki problemler yüzünden -maalesef- verimli olamıyoruz. Yakup Bey de durumu biliyor ama, herhalde bir türlü rayına oturtamadılar. Sağlık olsun. İnşaallah bir gün olur hepsi düzelir.
Bilvesile selamlar...
Ru'yetullah ve Mi'rac
Süleyman Çelebi merhumun eşsiz eseri Mevlid'inde okuyup dinlediğimiz Mi'rac hadisesi, bu mevzu ile ilgili anlatılanların, adeta taklit edilemez güzellikte yapılmış bir özeti gibidir. Şöyle dile getiriyor bu mu'cize-i Rasûlü:
Bir fezâ oldu o demde rû-nümâ (Bir sonsuzluk oldu on an yüz gösteren, meydana çıkan)
Ne mekân var anda ne arz u semâ (Öyle bir âlem ki, orada yer-gök ve mekân yok)
Kim ne hâlîdir ne mâlî ol mahal (O yer ne dolu, ne de boş)
Akl u fikr emez o hâli fehm ü hall... (Akıl bu hali anlayamaz ve çözemez)
Şeş cihetten ol münezzeh zû'l-Celâl
Bî-kem ü keyf ana gösterdi Cemâl
(Altı yönden münezzeh celâl sıfatlı Allah ona, nicelik ve nitelikten öte bir lûtufla cemâlini gösterdi).
...
Âşikâre gördü Rabbü'l-izzeti
Âhirette öyle görür ümmeti
Bî-hurûf ü lafz u savt ol Padişâh
Mustafâ'ya söyledi bî-iştibâh
(Harf ve ses olmaksızın Allah, şüphesiz Mustafâ'ya konuştu, söz söyledi).
Allah Teala Mi'rac'da Habib-i Edibi Sevgili Peygamberimizle (s.a.v.), bizim bilmediğimiz-bilemeyeceğimiz, anlamadığmız-anlayamayacağımız, idrâkimizin ötesinde maddi vasıtaların hiçbirinin arada olmadığı bir mahiyyete konuştu...
İşte bunun gibi yine bizim bildiğimiz ve anladığımız "görme"ye benzemeyen ve mahiyeti ondan tamamen farklı olan bir görme ile, öbür âlemde Rabbini (c.c.) gördü de... Allah Teala ona bu kabiliyeti-istidadı lûtfettiği için bayılma filan da olmadı.
Çelebimizin enfes bir sehl-i mümteni' üslubiyle ifade ettiği gibi, âhiret âleminde (cennet-i a'lâda) mü'minler de Allah'ı görecek... O'nun cemaliyle şereflenecekler.
Bizleri meccanen yaratan, meccanen rızıklandıran Rabbimizden niyazımız; meccanen mağfiret buyurması ve yine meccanen de Cemâliyle müşerref kılmasıdır.
Şimdiden bütün üyelerimizin, okurlarımızın, tüm İslâm âleminin Mi'rac'ını tebrik eder, Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretlerinden topyekün insanlık adına hayırlara vesile olacak gelişmeler ve inkişaflar niyaz ederiz.
Bir başka sitede aynı makalemize gelen itirazlar dolayısiyle verdiğimiz cevabı, ehemmiyetine binaen buraya da aynen iktibas etmek istiyorum.
İtirazların ekseriyeti üslup olarak düşük seviyede olduğu için bunlardan sadece birini nakledeceğim. Şöyle ki:
"Halis ECE'den Alıntı:
MΑRÂC GECESİ VE GÜNÜNDE YAPILMASI TAVSİYE EDİLEN İBÂDETLER
Bu gece yatsı namazından sonra 12 rek’at Hâcet namazı kılınır. Beher rek’atte Fâtiha’dan sonra 10 İhlâs-ı Şerîf okunur.
Namaza niyet şöyledir: “Yâ Rabbî, rızâ-i şerifin için niyet eyledim namaza. Bu gece yedi kat gökleri ve bütün esrârını göstererek muhabbetin ile müşerref kıldığın sevgili Habîbin Resûl-i zişân Efendimiz hürmetine ben âciz kulunu afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne ve rızâ-i ilâhîne mazhar eyle.”
Namazdan sonra:
- 4 Fâtiha-i Şerîfe,
- 100 defa, “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azıym”,
- 100 İstiğfâr-ı şerif,
- 100 Salevât-ı şerîfe okunup duâ edilir.
Bu namazda, İhlâslar 100 adet okunursa, veya bu namaz 100 rek’at olarak kılınırsa; bunu yerine getiren mü’min, huzûr-i ilâhiye namaz borçlusu olarak çıkmaz.
Mî’râc Gecesi’nden sonraki gün, mutlaka oruçlu olmalıdır. O gün öğle ile ikindi arasında 4 rek’at namaz kılınır. Her rek’atte Fâtiha’dan sonra 5 Âyetü’l-Kürsî, 5 Kulyâ eyyühe’l-kâfirûn, 5 İhlâs-ı şerif, 5 Kul eûzü birabbi’l-felak, 5 Kul eûzü birabbinnâs sûreleri okunur. (12)
Çok değerli kardeşimiz üstad, Halis ECE bey, Tavsiye Edilen İbadetler kimin tarafından tavsiye edilmiş? Konu hakkında gerekli açıklamalarda bulunursanız allah razı olsun. Çünkü bu ibadetlere, bu kutlamalara dinde uydurulmuş biad şey diyenler var? Sizin onlara cevabınız ne olabilir?
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yukarıda aktardığımız itiraz ve diğerlerine verdiğimiz iki cevap:
CEVAP 1
.......... kardeşim, yazıda kaynak olarak zikri geçen, sizin deyiminizle ismi manipülasyona zaten açık olan kitapçıktaki dua ve ibadetler, son devir dersiamlarından ve Nakşi yolu Müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri tarafından tavsiye edilmiştir. Kabul edip etmemek, yapıp yapmamak gayet tabii ki kişilerin kendi tercihleridir. Üslup da zaten inşai değil ihbaridir.
Kutlamalarla ilgili de, dediğiniz gibi “biad” değil ama “bid’at” diyenler elbette ki vardır; söyledikleri de kendilerini ilzam eder. Ama bunun yanında aksine "müstahsen" olduğuna inanıp uygulamalarını o yönde yapanlar da vardır. Hem de kahir ekseriyetle, asırlar boyu… Bizim inancımızın ne olduğu ise yazıda zaten açıktır. Bu mevzuda söylenenler söylenmiş, yazılanlar yazılmıştır. Ayrıca bir şey söylemeye-yazmaya gerek görmüyorum, vaktim de yok. “Uydurma” olduğuna inananlar da inançlarının gereğini yapacaklardır şüphesiz. Zaten maxpayna’ya, “bunlara kulak asan rağbet eden kim ben mi ? Güldürdünüz beni. Sizin beni az çok tanıdığınızı bilirdim” dediğinize göre, fuzuli yere laf üretmenin manası da, lüzumu da yok, öyle değil mi sevgili ....... kardeşim?
........... demiş ki: “kim kimin adına namaz borcunu !!! siliyor ? allah adına konuşan kim ?”
Sevgili kardeşim, kimse kimsenin adına konuşmuyor; Allah adına konuşmak ne demek? Peki denmek istenen nedir diyeceksin? Şudur: O namazın bereketiyle, onun vesilesiyle Cenab-ı Hak çeşitli sebepler halk eder ve o kulunun, ölmezden evvel namaz borçlarını ödemesini temin eder. Yoksa o namaz, namaz borçlarına mukabil demek değildir.
Ayrıca bilmemizde fayda olduğunu mülahaza ediyorum; bu gibi meseleler “müsademe-i efkâr” cevelengâhına girmez.
........... kardeşimiz gene, “çok haklısınız sayın abdulhamit. bunlar irdelenmeli her ne kadar verilen cevap benim açımdan kabul edilebilir olmayacak olsa da !!!” diyerek “peşin hükmü”nü verdiğine göre, neyi konuşacağız, Allah aşkına!
Not: Mi’ac gecesi namazı ile ilgili olarak, tasavvuf erbabı olmayan zahiri ilim ehlinden Ömer Nasuhi Bilmen merhumun Büyük İslâm İlmihali, “Tatavvu’=Nafile Namazlar” bahsine de bakabilirsiniz.
Bilvesile selamlar...
------------------------------------------------------------------------------------------------------
CEVAP 2
Nafile namazlar, faziletli gece ve gündüzler
İbadetle ihya edilmesi daha kuvvetli müstehap olan faziletli geceler, sene içerisinde on beş gecedir. Ahiret yolcusunun bu geceleri boş geçirmesi münasip değildir. Çünkü bunlar, hayır mevsimleri ve kârı bol olan gecelerdir. Kazanç mevsimlerini ihmâl eden tâcirler, bir kâr sağlayamadığı gibi, faziletli geceleri gafletle geçiren ahiret yolcusu da zafere ulaşamaz.
Bu gecelerin altısı Ramazan ayındadır ki, beş gecesi Ramazan-ı şerifin son onunda yani yirmisinden sonraki tek gecelerdir. Kadir gecesi de bunlarda aranır. Birisi de Ramazan-ı şerifin on yedinci gecesidir. Bu gecenin sabahı, “Yevm-i Furkan” ve iki ordunun birleştiği Bedir vak’ası günüdür. İbn Zübeyr’e göre de Kadir gecesidir. [Muhtemelen o senenin Kadir gecesi kastedilmiştir; zira her yıl farklı gün ve tarihlere isabet etmektedir. Abdülvehhab-i Şa'rani hazretlerinin usûl ve tesbitleri malum... Ramazan ayının giriş gününe göre Kadir gecesi de farklılık arzetmektedir. Bu husustaki yazılarımıza bakılabilir. H. E.]
Diğer dokuz geceye gelince…
Muharremin birinci ve Âşure geceleri...
Şâban ayının on beşinci gecesi (Berat gecesi), Ramazan bayramı gecesi, Arife gecesi, Kurban bayramı gecesi.
Receb-i şerifin birinci gecesi, ilk Cuma gecesi, on beşinci ve yirmi yedinci geceleri ki, bu son gece Mi’rac gecesidir. Diğer mübarek gecelera hâs namazlar bulunduğu gibi, bu geceye mahsus da namaz olduğu eserde varid olmuştur. Nitekim hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bu gecede iyi amellerde bulunan kimse için yüz senelik mükâfat vardır. Her kim bu gecede on iki rek’at namaz kılar, her rek’atte Fatiha-i şerife ile Kur’an’dan bir sûre okur ve her iki rek’at başında oturur ve sonunda selâm verir, sonra yüz kere, ‘Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü va’l-lâhü ekber' der, sonra yüz kere de salavat getirir ve dilediği kadar kendisi için din ve dünyası hususunda dua eder ve oruçlu olarak sabahlarsa, kötülükten başka her ne dilerse, Allahu Teala dilediğini verir.” (Ebû Mûsâ el-Medenî, “Kitâbü Fezâilü’l-Eyyâm”da Hâkim’den nakletmiştir; İmam Gazali, İhyû Ulûmiddîn, Bedir Yay., İst., 1974, Onuncu Kitap: Evrâd ve Geceleri İhyâ, Terc. 1, 1038-39; Bkz. Abdülkadir Geylani, Gunyetü’t-Tâlibîn, Çevr. A. Faruk Meyan, Berekât Yay., İstanbul, 1981, 1, 269; Ömer Nasuhi Bilmen, B. İslâm İlmihali, Bilmen Basımevi, İstanbul, 1966, Tatavvuu’=Nafile Namazlar, s. 203; Bkz. Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, İstanbul, 1320, s. 640)
Hibetullah’ın isnadı ile Ebu Seleme’den, onun da Ebu Hüreyre ve Selman-ı Farisi’den (r.anhüm) naklen bize verdiği haberde Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu beyan etmiştir: “Recep ayında bir gün bir gece vardır ki, bir kimse o gün oruç tutsa, gecesinde namaz kılsa, ibadete devam eylese, bir senenin bütün günlerini oruç tutmuş, bütün gecelerini ibadetle geçirmiş sevabı alır. O gün , Receb’in yirmi yedinci günüdür. O gün Rasûlüllah’ın risaletle gönderildiğinin bildirildiği gündür.” (Abdülkadir Geylani, Gunyetü’t-Tâlibîn, Çevr. A. Faruk Meyan, Berekât Yay., İstanbul, 1981, 1, 272-73)
Bundan 15 sene kadar önce, “Mübarek Gecelere Mahsus Namazlar” başlığı altında kaleme aldığımız bir makalede de şunları yazmışız:
“İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin –ki 10 ciltlik Ruhu’l-Beyan tefsirinin vs. pek çok kıymetli eserin müellifi, Celveti silsilesine mensup– dünyaya geldiği seneden pek az bir zaman evvel (xv. yy. sonları) İstanbul'da ahâli iki fırkaya ayrılmıştı: Kadızâdeliler ve Sivasîler. Kadızâdeliler medrese âlimlerini, Sivasîler de tasavvuf-tarikat erbabını temsil ediyorlardı. Bunların arasındaki ihtilaf ve niza’ hiçbir şekilde yatışmıyordu. Kadızâdeliler, her yeni çıkan ve yapılan şeye "bid'at" diyerek, şiddetle hücum ediyorlardı. Bunlar; Regaip, Mi’rac, Berat ve Kadir gecelerine mahsus olarak kılınan namazları, meşru’ addetmiyorlardı. Halbuki o namazların makbul olduğunu, İmam Gazalî Ihyâu Ulûmiddîn’inde ve Ebu Tâlibi’l-Mekkî Kutu'l-Kulûb'ünde söylemişlerdi. Kadızâde Efendi ise, o namazların İhyâ'da ve Kutu'l-Kulûb'da mündemiç olduğuna sen bakma, diyordu. Halbuki ona nisbetle Gazali ve Ebu Tâlibi’l-Mekkî’nin aklı daha tam, ilmi daha geniş, keşfi daha mükemmeldi. (Prof. Mehmed Ali Ayni, Türk Azizleri)
Bundan başka, mübarek ceddimiz Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul'da kendi adını taşıyan câmi-i şerifi yaptırdığı vakit, zamanındaki âlimleri toplayarak, mübarek gecelerde kılınan namazlar hakkında istiftâ etmişti (fetva istemişti). Mecliste hazır bulunan Akşemseddin (k.s.) hazretleri, o namazların doğruluğu hakkındaki fikrini söylediği vakit, diğer âlimler de bunu tasdik ettiklerinden, yapılan vakfiyesine; cami imamına, o namazları kıldırması şart olarak derc edilmişti. (Vakfiye, S. 7)
Yazımızı, “Bugün hâlâ bu münâkaşayı devam ettirmeye çalışan Kadızâdeliler’in müntesiplerine ithaf olunur” diyerek bitirmişiz.
Görülüyor ki –maalesef– yine aynı cümleyi tekrarlamak durumunda kalıyoruz.
Yine bilindiği üzere nafile namazların cemaatle kılınması mekruh olduğu halde, Şeyhulislâm Ebussuud Efendi merhum fetvalarında, bu namazları cami imamlarının halka cemaatle kıldırıvermelerinin uygun olacağını… Zira öbür türlüsünün yani kendi başlarına kılmalarının avam-ı nâsa meşakkatli geleceğini… ifade etmişlerdir. Şayet bu namazlar, bazılarının dediği gibi bid’at ya da dince ehemmiyetsiz bir şey olsaydı, kendisine II. Ebu Hanife ünvanı layık görülen bir zat neden bu meselenin üzerinde bu derece titizlikle durup, kılınması-kıldırılması yönünde fetva verecekti? (Bkz. Ebussuud Efendi Fetvaları)
Lütfen biraz insaf, biraz da iz’an.
***
Tasavvuf ve Ehl-i Sünnet'le alakalı isnat ve iftiraları ise sahiplerine aynen iade ediyorum. Gerek maneviyat erbabının ve gerekse Ehl-i Sünnet camiasının o tür hücum ve karalamalara verdikleri cevaplar, sizler de pekala bilir ve takdir edersiniz ki, kütüphaneler dolusudur. Şimdilik aktarmaya-tekrarlamaya gerek görmüyorum.
Zaten ifade ve üsluplar (!) da cevabı gerektirecek seviyede değil. Bunca hassas mevzularda öncelikle seviye kaybına müsaade etmememiz gerektiğini düşünüyorum. Yoksa yazdıklarımızla fayda yerine zarara yol açarız. Maksat bu olmadığına göre, bahusus genellemelerden uzak durmamızın isabetli olacağı inancındayım. Tabii maksat üzüm yemekse...
Son söz; bütün bunlara rağmen aynı tarz sürdürülmek istenirse, alâ tarîkı'l-müşakele cevap vereceğimizin de bilinmesini rica ederim.
es-Selâmu alâ meni't-tebea'l-hüdâ...
Hocam Allah razı olsun elelrinize sağlık. İnşallah Mir'aç gecesini layıkıyla geçirenlerden oluruz. Büyük ve kutlu güne 6 gün kaldı. İnşallah o güne ulaşabiliriz. Teşekkürler hocam.
selam ve dua ile
güvercin
Yapılan itirazlara mukâbil, bu tür bir cevabı istiyor ve bekliyor idim. Allâh râzı olsun, teşekkürler.
Sevgili GÜVERCİN;
Allah sizden de razı olsun.
Mübarek geceye sağlık ve afiyet üzere mülaki olabilme ümit ve temennisiyle samimi dualarınıza ben de gönülden "âmin" diyorum.
Mukabil selam ve dualarla...
Sevgili ANKEBUT-57...
Rabbim sizlerden de razı olsun. İlgini teşekkürler...
Ben de bahis mevzuu ettiğiniz ihtiyacı gördüğüm için -bütün sıkışıklıklarıma rağmen- bu cevapları kaleme aldım. Cenab-ı Mevla rızasına muvafık ve tesirini icra eylesin.
Selam ve sevgilerimle...
güzel ve faideli yazılarınızdan yaralanıyoruz allah razı ve memnun olsun...