Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
O r a d a y d ı m !
Halis ECE
O r a d a y d ı m !
Başlık, bir tv proğramının ismi gibi oldu ama, vaziyet tam da öyleydi… Yani oradaydım. Hazırlıklıydık. Bekliyorduk gelmelerini… ve geldiler. Ellerinde “yıkım kararı” olduğunu söylediler. Biz de yıkımı durdurma kararı almıştık. Ama bir takım sudan bahanelerle “durdurma kararı”nın geçersiz olduğunu söylediler. Sonra içeri girmek istediler. “Açın kapıyı!” dedi emniyet görevlileri… Biz de “Açmıyoruz, isterseniz kapıları kırar, zorla girersiniz; ama biz de, kapıların kırılıp zorla girildiğine dair tutanağımızı tuttururuz" dedik. Buna rağmen dediklerini yaptılar. Oysa orası aynı zamanda dernek merkeziydi. AB standartlarına göre, daha doğrusu hukuken “zorla girme”ye hakları yoktu. Suç işlediklerinin belki de farkında değillerdi. Yıkım da hukuka aykırıydı. Ancak yıkım emrini verenler, oldukça kurnaz davranmışlardı. Yıkım ekibine yazılı emir vermemişlerdi bildiğimiz kadarıyla… Dolayısıyla işlenen suçun gerçek failleri değil, yıkım ekibi suçlanacaktı. Yıkım ekibi de herhalde bunu, hukuk karşısına çıktıklarında öğrenebilecekti.
***
Evet mevzuat hazretlerine göre bina “kaçaktı!” Ülkemizdeki diğer emsalleri gibi… Ama “emsaller”i “acar”dı… Onlara güç yetiremiyorlardı. Bunu ise gözlerine kestirmişlerdi… Zahirde pek kimsecikleri de gözükmüyordu zaten. Ancak unuttukları bir şey vardı; aysbergin onda sekizi gözükmezdi. O gözükmeyen kısımla nasıl baş edeceklerdi. O onda sekizlik bölüm değil miydi gemileri asıl batıran!
Şairin dediği gibi,
“Kimsesiz kimse yok, herkesin var kimsesi
Kimsesiz kaldım medet ey, kimsesizler kimsesi”
... diye iltica ve münacatta bulunan bir zümre ile karşı karşıya olduklarının şuurunda değillerdi.
***
Kasımpaşa Büyük Piyale Kur’an Kursu 1959’dan beri faaliyet gösteriyordu. Binlerce Müslüman evladına dinini-diyanetini öğretmişti. Onlar da öğrendiklerini öğretmeye devam ediyorlardı. İlk yıkım kararı 1962’de İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde alınmış, bugüne kadarsa yıkamamışlardı. İkinci yıkım kakarı da 2003’te alınmış, fakat bu sefer kararın alındığı dönemin hükümeti henüz görev süresi bitmeden bu işi bitirmek niyetindeydi ve 2007’nin Nisan ayı başında yıkımı başarmıştı(!).
Hasılı, dört askeri darbenin yıkmadığı, o günden bu güne gelip geçen on ayrı hükümetin el atamadığı “yıkım işi” bu yönetime kısmetmiş. Hem öyle bir yönetim ki, başındaki kişi de o müessesede Kur’an okumuş. Hatta bir bayram namazının ardından Kursta çay içmiş ve orayı yıkmak isteyenlerle babasının nasıl mücadele ettiğini, onlara lanetlerle bedduada bulunduğunu anlatmıştı. O bakımdan başarılarıyla ne kadar övünseler (!) herhalde azdır! Demek ki insan Avustralya'daki “sayın” bumerang’ından kurtulsa bile, Kur’an’ın bumerangından kendisini kurtaramıyor! Hadise bu kadar net.
***
Madem binayı yıkacaktınız, peki 150 talebinin iaşe-ibate ve tedrisatını devam ettirebileceği doğru-dürüst bir bina gösteremez miydiniz! Onları sokağa atmanın vebalini hiç mi düşünmediniz?! Oysa hocaları-üstazları, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) zâhir ve bâtınının tamamiyle-hakkıyla-kemaliyle varisi olan zat, o talebeleri hakkında, “Ben şu denî dünyayı, evlatlarımın kirli tırnağına değişmem” sözleriyle onlara verdiği ve verilmesi gereken değerin ne olması gerektiği hususundaki ölçüyü gösteriyordu. Peki, siz neye karşılık onlara bu zulmü reva gördünüz!
***
Hani Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk düzeni idi… Hepsini bir kenara bıraktık, nerede kaldı sizin sosyal anlayışınız! Hadi bütün bunları göz ardı ettiniz, Kur’an-ı Kerim’in, “Allâh’ın mescitlerinde (secde edilen ibadet yerlerinde), O’nun isminin zikredilmesine-anılmasına engel olanlardan, onların harap olmasına koşandan-çalışandan daha zalim kimdir? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada bir rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” (el-Bakara, 2/114) beyanını da mı görmediniz? Bunu düşünüp irkilmediniz mi hiç! Belki diyebilirsiniz ki; 'bu ayetin nüzul sebebi, müşriklerin Müslümanları Mescid-i haram’da ibadetten men’etmeleridir. Bu hadiseyle-bizimle ne alakası var?' O zaman biz de deriz ki, İslâm hukukuna göre “Sebebin hususiliği hükmün umumiliğine mâni değildir.” Kıyamete kadar bu tür şeni fiilleri irtikap edenler, bu ayette anlatılanların muhatabıdırlar.
***
Yine sizin de bizim de Kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’de Hz. Mevla şöyle buyuruyor: “Allâh’a ortak koşanlar, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allâh’ın mescitlerini i’mar etme selahiyetleri yoktur. Çünkü onların bütün işleri boşa gitmiştir… ve onlar, ateşte ebedi kalacaklardır.
“Allâh’ın mescitlerini ancak Allâh’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler i’mar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 9/17-18)
Bu ayetlerin manaları üzerinde lütfen biraz tefekkür eder misiniz? Ne kadar dehşet verici ikaz ve ihtarlar değil mi, tabii akleden-fikreden bir fert ve cemiyet için…
***
Bir Kur’an kursu binasının yıkılması, bir caminin taşının toprağının ortadan kaldırılması aslında biz mü’minler için çok da sıkıntı veren bir tahribat değildir. Bunlar madde planındaki yıkımlardır. Asıl önemli olan, manevi yıkımdır. O da işte, fabrika durumunda olan camilerin-mescitlerin elemanlarının yetiştiği müesseselerde eğitim ve öğretime engel olup manevi tahribata yönelmektir ki; siz bunu yaptınız, hatta bir taşla iki kuş vurmuş oldunuz! Hem fiziki hem de metafiziki yıkımı beraber gerçekleştirdiniz. O bakımdan diyoruz ki, yıktığınızla ne kadar övünseniz azdır!
Ama merak etmeyin; biz topyekün insanlığı düşündüğümüz için... hatta daha doğru bir ifadeyle şefkat ve merhameti canlı-camit bütün mevcudata şamil olan İki Cihan Serveri’nin (s.a.v.) varisi olan zatın yolunu takip etmeye gayret ettiğimiz için sizin de iyiliğiniz düşündük… ve tedrisata ara vermemek için gerekeni yaptık. Mevla-yı zû'l-Celâl'in verdiği imkânlarla hepsini de bir yerlere yerleştirdik. O yüzden topyekün bir bela ve musibete maruz kalmayalım, kurunun yanında yaş da yanmasın, diye...
***
Şunu bilesiniz ki, hadise zahiri itibariyle üzücü olmasına rağmen, çok da önemsemedik. Bilakis daha bir şevk ve azimle yolumuza-hizmetlerimize devam ediyoruz, edeceğiz elbette… Ecdadımız Osmanlı'nın, II. Selim devrinde uğradığı ikinci başarısızlık İnebahtı'da oldu bilirsiniz. Kıbrıs'ın Türkler tarafından fethi üzerine, Papa'nın teşvikleri sonucunda, büyük bir Haçlı donanması hazırlandı. 1571'de İnebahtı'da meydana gelen deniz savaşında, Osmanlı donanması imha edildi. Çok şehit verildi. Ancak Uluç (kılıç) Ali Paşa, kurtarabildiği 60 kadar gemi ile İstanbul'a gelebildi. Bundan sonra devlet, bütün imkânlarıyla; bir kış zarfında eski donanmasını yeniden inşa ederek, Akdeniz hâkimiyetini tekrar sağladı. Ve Sokullu Mehmed Paşa, Venedik elçisine, "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik. Siz ise donanmamızı yakmakla, bizim sadece sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol bir daha yerine gelmez, fakat kazınan sakal daha gür çıkar" diyerek, onlara fazla sevinmemeleri gerektiğini hatırlattı. Bu arada, donanmanın yetişmeyeceği endişesini taşıyan Kılıç Ali Paşa’ya da, "Paşa, bu millet öyle bir millettir ki, isterse bütün gemilerinin demirlerini gümüşten, yelkenlerini atlastan, halatlarını ibrişimden yapar" diyerek ümitsizliğe yer olmadığını ihtar etti. Hakikaten ertesi yaz, Osmanlı donanması hazırlanıp Akdeniz’e inince, Venedikliler, barış istemek zorunda kaldı. Hatta bu anlaşmada Venedik cumhuriyeti, Türklere, Kıbrıs seferinde yapılan masraflar karşılığı savaş tazminatı ödemeyi bile kabul etti.
Bütün bunları niçin mi anlatıyoruz, hatırlatıyoruz? Tarihin masal olmadığını, çocukları uyutmaktan öte bir işlevinin bulunduğunu, sadece okunup geçilmemesi gerektiğini… İbret alınması ve bugüne dair dersler çıkartılması şuuruna sahip olmamız icap ettiğini bilmemiz için.
***
Velhasıl, hukuk çerçevesindeki bütün mukavemet/direnme ve karşı koymalarımıza rağmen, biber gazları sıkıldı… Burnumuz-boğazımız yanmaya, gözlerimiz yuvalarından, hatta beynimiz yerinde fırlayacakmış gibi ıztıraplar içinde kıvranmaya başladık. Birazcık olsun acımızı dindirmek için su bulmaya uğraşırken onlar da yıkıma başladılar. Mutluydular! Emellerine ulaşmışlardı!
Yıkım esnasında görebildiğim kadarıyla, “bina”nın da aradan geçen yıllar zarfında fiziken hayli yorgun düştüğünü fark ettim. Kepçe yukarıdan bir dokunuyor, hiç zorlanmadan aşağıya iniveriyordu. Gelenlerin de gerçekten yıkım ekibi oldukları belliydi. İşe yukarıdan-tavandan başlamışlardı. Malum; yapıma temelden, yıkıma tavandan başlanır. Bunların da yaptıkları işi iyi bildikleri her hallerinden anlaşılıyordu. Ve bu arada kendi kendime, “demek ki bina, daha çok metafizik gücüyle, içindeki Kur’an talebelerinin manevi desteğiyle ayakta duruyormuş” dedim. Ki, bunda zaten kuşkumuz yoktu. Bu düşüncemi ifadem, sadece bir tesbitten ibaretti.
Baktım bazı Müslümanlar, yıkım aracı dozeri, Ka’be’yi yıkmaya gelen “Ebrehe’nin filleri”ne benzetiyorlardı. Durun, dedim… Bunlar onlardan biraz daha ileri… O filler ki, Ka’be yönüne hareket etmiyorlardı. Allah’ın evi’nin yıkımına rıza göstermiyorlardı. Canlıydılar. Bu makinelerse camit, insanların komutuyla ilerliyor. Komutu elinde bulunduranlarsa, Kur’an’ın tabiriyle “Belki o hayvanlardan daha aşağı” olabilirlerdi. Ve nitekim makineler, belki yıkıma razı değillerdi ama, kullananlara direnemediler. Cinayete ortak oldular, diyecektim lakin, sorumlu olmadıkları için, “âlet” oldular dedim. Zaten asıl itibariyle de bir âlet değiller miydi!
Yıkım esnasında mahalleli de gerçekten bizim üzüntümüzü paylaştı. Nasıl üzülmesinlerdi ki, bir nevi semtlerinin maddi-manevi sigortası durumunda olan bir müessese yok ediliyordu. Hele evinin penceresinde durmadan dua eden bir kadın vardı ki, görmeye değerdi… Rabbim, başta kendisine-ailesine, çoluk-çocuğuna, âbâ u ecdât ve akribâ-i taallukatına hidayet-i kamileler nasip eylesin.
***
Pek de az sayılmayacak şu ömrümde şahsen gördüğüm-yaşadığım kaçıncı iç burkucu, yürek paralayıcı acı manzaradır bu bilemiyorum… Çetelesini tutmadım. Kıyamete kadar da süreceğine göre tutmaya da gerek görmüyorum. Fakat bütün mü’minler olarak şunu iyi biliyor ve inanıyoruz ki; Allâh nurunu tamamlayacak, hiçbir kimse onun dininin yayılmasına engel olamayacaktır.
Rabbimiz'den bizim niyazımsa; hidayete kabiliyeti olan herkese hidayet etmesidir. Ahir zaman Nebisi’nin (s.a.v.) ve varisinin yolunu takip eden Müslümanlar olarak onların sünnetine uyuyor, kimseye beddua etmiyoruz. Yaptığımız hep hayır-duadır. Ancak unutmamak gerekir ki, herkes de istihkak ettiğini bulmakta gecikmeyecektir.
Nitekim, “Zulmün binası olmaz” tabirini hatırlatırcasına bu babda şöyle denmiştir:
"Beytü'z-zalimi harâbun velev ba’de hînin!” Yani bir müddet sonra olsa da zalimin evi haraptır, harabattır!
Bunun geçmişten geleceğe güzel Türkçe'mizdeki tam karşılığı şudur:
“Alma mazlumun ahını, çıkar âheste âheste.”
Adalet oku gecikse de şaşmaz. Zulmün ocağı yoktur. Biraz gecikerek de olsa hak ve adalet elbette ki tecelli eder. “Cenab-ı Hak imhal eder ama asla ihmal etmez.” İnsana toparlanması için bir süre verir. Buna imhal; yani mühlet verme denir.
Verdikleri kararlarda ve uygulamalarda kusur edenler, zulmedenler bu fırsatı değerlendirirse, zaten adalet yerini bulur. Bunun yolu da, zalimin ihkak-ı hak etmesi, kul hakkını iade etmesidir. Aksi takdirde, yani zulmünü sürdürür ve haksızlıkta devam ederse, verilen süre dolduğunda, çeşitli şekillerde, farklı bela ve musibetlerle adalet ensesine biner. Nereden geldiğini dahi anlayamaz.
Rabbim encamımızı hayreylesin.
es-Selâmü alâ meni’t-tebea’l-hüdâ…
Hocam,gerçekten çok üzücü bir hadise,elbette ki yapanların yanına kar kalmayacaktır,o kadar güzel yazmışsınız ki,başka söze hacet yok aslında.Onlar binalarımızı da yıksalar,mühür de vursalar,hizmetlerimiz her yerde ve her zaman devam edecektir rabbimizin izniyle,yeter ki kalplerimize mühür vurulmasın!
Cenab-ı Hak(cc) rızası için maruz kaldığınız bu zulüm sebebiyle;hasıl olan ecrinizin sevabını; inşaa edilecek yeni ve donanımlı medreselere tebdil eylesin!
Üzüldüğüm tek nokta;müslümanın, müslümana karşı getirilerek çıkarılan fitnelerdir.
Yıkım emrini alan işciler bir tarafta,emri uygulamakla emirber polisler bir tarafta,yıkıma karşı duran halk bir tarafta....
Daha da dayanılmaz olanı ise;dünyayı fesada veren dinsizlik cereyanının temsilcilerinin, rahat koltuklarında oturup bu manzarayı zevkle seyrediyor olmaları...
Manzara! İşte bir yıkım!Yıkan kim? Müslüman! Yıkıma engel olmaya çalışan kim? Müslüman! Yıkımda hayati tehlike atlatan kim? Müslüman!
Hasılı;haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dava etmek ne derece haklıdır?
Bakınız şu ifadelere;
Menfaati esas tutan siyaset canavardır.
Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hâzıra, müfteristir,(fırsatçı) canavar.
Aç olan canavara karşı tahabbüb(sevgi gösterme) etsen, merhametini değil, iştihâsını açar.
Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.
Bâzan zıd, zıddını tazammun eder
Zaman olur zıd, zıddını saklarmış. Lisân-ı siyasette lâfız, mânânın zıddıdır. Adâlet külâhını,
Zulüm başına geçirmiş; hamiyet libasını, hıyânet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bâğî(asi) ismi takılmış. Esâret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nâm verilmiş. Zıdlarda emsâl olmuş, sûretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî. (Risale-i Nur)
___________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.
Sevgili NARTANESI ve YOLCU kardeşlerim;
İlginiz ve teselli edici katkılarınız için çok teşekkür ediyorum. Dediğiniz gibi, yeter ki Rabbimiz kalplerimizi mühürlemesin... Geri tarafı bugün öyle, yarın böyle olur gider. Yine belirttiğiniz üzere, hiç kimsenin de yaptığı yanına kâr kalmaz. Ama burada, ama öbür tarafta... Mutlaka herkes amelinin hesabını verir.
Cenab-ı Mevla, yoluna hizmette, rızasına muvafık şekilde cümlemizi daim eylesin.
Selam ve dualarımla...
Halis Hocam konuyu çok iyi izah etmişsiniz. Artık sonun başlangıcı yakındır. Allah (c.c.) a havale ediyorum mes'ul kişi ve kişileri!
_____________________________________________________________
DENILMISTIR : -CAN SAGKEN YURT VERILMEZ DÜSMANA...
mrb
Cenabı Mevla en kısa zamanda cezalarını verecektir, bundan hiçbir kardeşimizin zerrece tereddüdü olmasın. Bırakın bir kursu yıkmayı dil uzatanların bile akibetlerinin ne olduğunu gördük.Bu yıkım uyuyan kardeşlerimizin uyanmasına vesile olacak İnşallah.(Bu yıkımı yapanlar için, başındaki emirine itaat etmeyenler uyandılar mı acaba?)
Sevgili kardeşim wolf07;
İlgin ve güzel değerlendirmen için teşekkürler...
Evet durum aynen dediğin gibi... "Görünen köy kılavuz istemez" malum. Yazık ki yazıklar!.. Hadis-i kudside Mevlamızın bize öğrettiği üzere, zaten havale edilmesi gereken adrese çoktan havale ettik biz onları... Artık kendileri düşünsünler. Hani Yahudi'nin karısının "artık rahat uyu Solomon, bundan sonrasını Moiz düşünsün" dediği gibi...
Rabbim cümlemize hayırlı akıbetler nasip eylesin. Kamil imandan ayırmasın.
Selam ve muhabbetler...
Bu ara unutmadan sana da "mrb" OKTAYNUH...
Teşekkür ederim değerli kardeşim Nusret Bey... Gerçekten samimi hislerini hiçbir süzgece tabi tutmadan olduğu gibi aktarmışsın. Rabbim yolunda sabit kadem eylesin. Cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed'i hidayet-i kamileden ayırmasın.
Selam ve muhabbetler...
Halisece hocam,
öncelikle sizlere gecmis olsun diyorum.
TV'lerden izledik,
yazili medyadan takip ettik,
ve oradaki kardes ve agabeylerimizin,
hocaefendilerin cabalarina sahit olduk.
Cenab-i Allah sizlerden razi olsun. Gerekli olan tepkiyi vermissiniz, gerisini Hz. Mevla'ya havale ediyoruz.
Dediginiz gibi binalar alinir, yeniden yapilir.
Yeterki birlik ve beraberlikden ayrilmayalim ins.
Ben bunlari yapanlar hakkinda bir sey söylemek istemiyorum.
Dünya döndügü müddetce böyleleri olcak.
Benim asil dikkatimi ceken,
ordaki muhterem insanlarin pek hakli olduklari bir meselede, canla basla , hicbirseyden korkmadan tepkilerini vermis olmalaridir, son anina kadar bile olsa yiktirmamak icin mücadele etmis olmalari beni cok duygulandirdi.
muhabbet ile.
orada mücadele eden bütün ağabey ve kardeşlerimizin hepsinden Allah razı olsun .bizler televizyonlardan gözyaşları içinde izledik .Allah daha nice yurtlar açmayı nasip eder inşaALLah .selam ve dua ile.
İlginize, dualarınıza, paylaşımlarınıza teşekkür ediyorum. Rabbim cümlemiz ve bilcümle Ümmet-i Muhammed hakkında hayırlısını versin.
Malum, bu iş kıyamete kadar böyle devam edip gidecek... İmanla küfür, nurla zulmet, hidayetle dalalet, adaletle zulüm,... kısacası hayırla şer aralıksız mücadelesini sürdürecek. Bunun içinse elbette ki her iki tarafın da müntesipleri bulunacak.
Rabbim mücadele-mücahede ruhumuzdan, azmimizden zerre miktarı da olsa bir şey eksiltmesin, bilakis tezyid eylesin.
Mukabil selam ve dualarımla...
HALİSECE kardeşim ellerine ve yüreğine sağlık. O kadar açık ve güzel anlatmışsınız ki, analayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az türünden olmuş.
Selam ve dua ile..
Halis hocam,
hepimiz icin gecmis olsun. tv'lerden izledik, basından okuduk, oradaki kardeslerimizin gayretlerine sahit olduk.
Allah sizlerden razi olsun. gereken tepkiyi göstermissiniz, artık Mevla'ya havale ediyoruz.
selam ve dua ile.
Değerli kardeşlerim esra.cigdem ve enderdeniz;
İlgi ve katkılarınız için teşekkür ederim. Allah sizlerden de râzı olsun.
Bilmukabele selam ve dualar..
Kardesim Allah razi olsun katkilarinizdan ve Cenab i Hak bu ebrehe ruhuna mustehakkini versin. Bu yapildiktan sonra hayir dua yapmak bilmiyorum dogrumudur.Hayirlisi.
Halis Abimin naklettigini siirin musadenizle orjinalini sunmak istiyorum.
“Kimsesiz kimse yok, herkesin var kimsesi
Kimsesiz kaldım medet ey, kimsesizler kimsesi”
Bir Orta Asyali saiirimiz,haksiz yere dustugu bir hapisten bu siiri okuyarak bir vicdan sahibi tarafindan kurtarilmisitir.
Herbir kesin var bir kesi
Ben bir kesin yok kimsesi
Ey Kimsesizler kimsesi
Ben bir kesin ol bir kesi
Mana si TABIKI Halis abimizin naklettigi gib.Vesselam