Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
"Gam değil Hak sözünü dinlemese ehl-i nifak"
Halis ECE
"Gam değil Hak sözünü dinlemese ehl-i nifak"
Muhakkak ki her edebiyat, şartlara göre şekillenen mevzûları ve mecrâsı ile kendi devrinin aynası durumundadır. Bu bakımdan edebî eserlere bakarak çağları anlamak mümkündür. Sözgelimi klasik şiirimizin onca şâiri içinde bir tanesi çıkıp da “ezan” sesi duyamamanın ıztırabını, yahut dinlediği ezan sesinde vatan hasretini terennüm etmemiştir. Onlar için ezan sesi, güzel okunup okunmama kaygusu yahut şâirâne bir tasvir için teşbihlere mevzû olabilir; ama aslâ hasreti çekilen mânevî bir haslet değildir. Zira dolu dolu günde beş vakit onu dinlerler; onunla kâh uyanır, kâh randevulaşırlar. Onların ezan sesi dinlemek gibi bir hasretleri hiç olmamıştır. Ancak ihtimâl ki, ziyadece ezan sesinden rahatsız olan fâsıklar bulunmuştur. İşte Taşlıcalı Yahyâ Bey, 16. asır ezanlarından ancak böyle bir espri vesîlesiyle bahsetmektedir:
Gam değil Hak sözünü dinlemese ehl-i nifâk
Fâsıkı muztarîbü'l-hâl eder âvâz-ı ezân
Halbuki târihimiz boyunca bu vatan evlatlarının aslî lafızlarıyla okunan ezan sesine hasret kaldığı kısa bir dönem de yaşanmıştır. İşte o devrin şâirlerinden bazıları, herkesin acısına tercüman olarak bu hasreti terennüm etmişlerdir. Ancak yine de bunların sayısı fazla değildir. Şiirde arûz vezninin son muhteşem temsilcileri sayılabilecek olan Mehmet Âkif ve Yahyâ Kemal, ezan üzerine bu hislerle manzûmeler yazan şâirlerimizdendir. Onların ruhlarında ezan, bir ulvî hazdır ve insan dinledikçe dinleyesi gelir:
“Allâhü ekber!.. Allâhü ekber!..”
Çok şükür o günler tarih olup gitmiştir. Ama bu sefer de insanımız, güzel okuma açısından ezan hasreti yaşar olmuştur. Zira, zamanımız yazarlarından birinin ifadesiyle, şimdilerde ezanlar, insanları ibâdete koşturmuyor, âdeta kaçırıyorlar. Hâni Hz. Mevlânâ'nın Mesnevî'de anlattığı bir hikâye vardır. Bed sesli biri bir köye imam durmuş. Ancak köylüler onun ezan okuyuşundaki halâvetsizlikten o derece şikâyet eder olmuşlar ki, nihâyet bu sesi duyup ibâdetten soğuduklarını fark ederek, imama bir teklifte bulunmuşlar:
— Bir yıllık ücretini peşin verelim, başka bir köye imam olarak git!
Adamcağız bu teklifi kabul etmiş. Parasını alıp başka bir köyün imamlığını üstlenmiş. Birkaç ay sonra şehrin pazar yerinde eski köyün eşrâfından birisi ile karşılaşmış. Sohbet esnasında aralarında şöyle bir muhâvere geçmiş. Köylü demiş ki:
— Rahatın iyidir inşâallah!
— İyi olmasına iyi de, şu günlerde köylülerin bir teklifi var, onu düşünüyorum.
— Nedir o?
— Diyorlar ki, iki senelik ücretini peşin ödeyelim de başka bir köye git!
— Vallâhi azîzim, bence sen bu teklifi hemen kabul etme. Zira biraz zaman sonra beş seneliği bile peşin ödemeye râzı olacaklardır.
Allah razı olsun kardeşim paylaşımın için teşekkürler
Sevgili güvercin24 rumuzlu kardeşim;
İlgine teşekkür ediyorum. Allah cümlemizden ve bilcümle Muhammed Ümmeti'nden razı olsun. Hicri-Kameri yeni yılımızda defter-i a'malimizi rızasına muvafık amellerle süslemiyi nasib ve müyesser eylesin.
Selamlar...
YAA İŞTE PARA İÇİN NAMAZ KILDIRILIYOR DİYORUZ DA YOK DİNİLİYOR ŞUAN CAMİLERDE Kİ İMAMLARA AYNI TEKLİF YAPILSA AYNİ ŞEKİLDE %99 KABUL EDER ALLAH KILDIRDIKLARI NAMAZLARI KILANLARIN SAF VE ACİZHANE NİYETLERİ KARŞILIĞINDA KABUL ETSİN...
ADIGÜZEL
Sevgili Kardeşim ADIDAGÜZEL;
Tabii ki oran vermek doğru bir yaklaşım olmayabilir; zira kat'i bir istatistiğe dayanmayan tahmini şeyler yanıltabilir. Ama ortada da böyle bir geçeğin olduğu âşikâr.
O bakımdan şahsen ben, Anayasa'nın da ruhuna ve lafzına uygun olarak, laiklik prensibi de dikkate alınarak Diyanet İşlereri Başkanlığı'nın lağvedilmesi taraftarıyım. Şu anda aslında Anayasa suçu işleniyor... Bunu herkes de biliyor... Başta hazırlayanlar olmak üzere... Her neyse, fazla derine dalmaya gerek yok... Yeri de değil.
İşte o zaman ak koyun kara koyun meydana çıkar, kimsenin kimseyi suçlamasına sebep kalmaz. Müslümanlar da kendi dini hizmetleriyle ilgili hususları kendileri görürler, icap eden düzenlemeyi kendileri yaparlar.
Rabbim, amel ve ibadetlerimizin ruhu olan ihlâs'tan ayırmasın.
Selamlar...
Diyanet Teskilatini elestirebiliriz.
Hatta yaptiklari hatalarda elestiriler cok sertte olabilir.
Fakat kiymetli halisece kardesim,
ne kadar hatali bir kurum olsa dahi lagvedilmek apayri bir hata olur.
Care bu teskilati yok etmekte degil,
asil care böyle bir teskilati islah etmektir.
Bugün herzamankinden daha fazla bu kurumun yok olmasini bekliyen, önce bir bosluk olusturupta firsatini buldugunda kendi fitne ve fesadini yaymak icin ugrasan kesimler var.
Diyanet'in elestirecek cok yönü var.
Fakat Vücutta sizi yapan bir organi hemen kesip atamazsiniz.
Önce o organi kurtarabilmek icin hertürlü Tibbi cikar yolunu denersiniz.
Eger o organa pislik bulasmissa, onun tedavisi vardir. Hemen kesip atamazsiniz.
Acizane fikrimizdir....
Sevgili SEYYAH99 KARDEŞİM;
Dikkat ederseniz ben Diyanet Teşkilatı’nı değil, ondan ziyade bu teşkilatın mevcut sistem içerisindeki yerini-konumunu tenkit ediyorum. Sebep?
1. Anayasa’sında “Laiklik” kurumu olan bir ülkede devlete bağlı bir din teşkilatı olmaz, olamaz, olabilemez. Dünyanın hiçbir yerinde de yoktur… Peki bizde niçin vardır? İsterseniz bu sorunun cevabını, 1961 Anayasası’nın baş mimarlarından Prof. Dr. Mümtaz Soysal’dan alalım… Hiç unutmuyorum; 1970’li yıllarda çıkarttığımız gazete adına yazarlardan bir arkadaşımız kendisiyle röportaj için gitmişti… Pekçok sorudan birisi de buydu. Yani, Anayasa’daki laiklik ilkesine rağmen nasıl oluyor da Diyanet İşleri Başkanlığı gibi resmi bir teşkilat olabiliyor ve de Devlet Bakanlığı’na bağlanabiliyor? Bu anayasa’ya aykırı değil mi? Bu uygulamayla bir Anayasa suçu işlenmiş olmuyor mu? Verdiği cevap mealen şöyle: Evet, Anayasa’ya aykırı ve işlenen de Anayasa suçu! Ama böyle resmi bir kurum olmadan da Müslümanların faaliyetlerini nasıl kontrol altına alabilecek, denetim altında tutabileceksiniz?! Bu cevabın üzerine denecek bir şey kalıyor mu sevgili kardeşim Seyyah? Olanca bedahetiyle “Kral çıplak!” Başka ne söylenebilir ki?
2. Bugüne kadar ortaya konulan uygulamalar da, maalesef farklı yönde olmamış; hep o amaca hizmet etmiştir. Bunun başka türlü olduğunu söyleyebilmekse hemen hemen imkânsız gibidir; zira her şey gözler önünde!.. Ne sistem ne de elemanları, yaptıklarını saklamak-gizlemek ihtiyacını dahi duymamışlar, duymamaktadırlar da…
3. Diyanet’in kendi bünyesinde arızalar-aksaklıklar, eksik ve noksanlarsa, bahs-i diğer… O ayrıca ele alınabilir. Verdiğin tıbbî örnek de orada geçerli olabilir. Yoksa mesele, vücutta herhangi bir organın rahatsızlığı değil, vücudun gereksizliği, hatta sürekli Müslümanların aleyhinde kullanılmaya alet edilmesidir.
***
Hasılı, önceki mesajımda da belirtmeye çalıştığım gibi, bunun yerinin burası olmadığı düşüncesinde olduğum için de, çok da fazla detaya girme lüzumunu-ihtiyacını hissetmiyorum.
Bilmem anlatabildim mi?
Blivesile selamlar…
Ve aleykümselam kardesim,
Halisece güzel kardesim,
yazinda anlatmak istedigin seyler, zaten milletimiz tarafindan bilinen malum meselelerdir.
Simdi,
senin birinci madde de acikladigin mevzu'nun daha da beter bir örnegini burda yazabilirim fakat senin de söyledigin gibi burasi yeri degil.
Teskilatin ne amaclarla kuruldugunu,
hangi gaye dogrultusunda kullanilmak istendigini,
uygulamalardaki hatalari,
gayet iyi biliyoruz ve insanimizin büyük cogunluguda bu meselelere yabanci degildir zaten.
Bakin,
kurulus gayesi ve kullanilis seklini, mevcut sistem icindeki konumunu hatali buluyorsaniz (ki öyledir) bunu elestireceksiniz ve elestirecegiz.
EGER BIR ALTERNATIFI varsa kaldirilmasini da istiyebilirsiniz.
Fakat ALTERNATIFI varsa...
Yani lagvedilsin diyerek meseleyi cözümliyemezsiniz.
Zaten bozuk olan bir seyler var,
siz bunu tamir etme yoluna gitmeden,
mevcut düzenin size sundugu asgari imkanlari kullanmadan,
yani yanlis buldugunuz uygulamalarin önüne gecmeyi denemeden,
o makamlari isgal eden sahislarin yerine,
Ehli Sünnet'e hizmet eden alim zatlarin gelmesi icin caba göstermeden,
su anki durumda bu teskilatin lagv edilmesini arzulamak macera olur.
Öyle Ehli sünnet alimleri hizmet ettiler ki bu kurumda, gerek Imamlik yaparak, gerek Müftülük yaparak ve hatta eski Diyanet isleri reisimiz Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendiyi hatirlarsiniz. O mübarek sirf anlattiginiz entrikalara alet olmamak icin on ay gibi kisa bir süre sonra istifa etti makamindan..., fakat öyle veya böyle millete hizmet etmeyi terk etmedi. yine ayni Kurumun bir baska makaminda isine devam etti.
Uzun lafin kisasi,
Evet bu teskilat bambaska gaye icin kuruldu fakat su anki seküler sistemden daha iyisini beklemek biraz abes olur galiba.
Kurum olarak belki sen bu teskilati luzumsuz görebilirsin fakat ben bu kurumun , Su anki durumda, bakin tekrar ediyorum...SU GÜNÜMÜZDE, öyle feshedilmesine karsiyim.
Bu kurum lagvedilmesi en fazla,
Diyanet teskilati ni kaldirma cabasinda olan Ehli Sünnet'in disindaki bazi FELSEFI ve Türkiyede Camiilerin bos kalmasini arzu eden akimlarin isine yarar.
Neyse meseleyi daha da derinlemek arzusunda degilim,
her insan görüslerinden kendisi mesuldur,
Diyanet teskilatini yaptigi uygulamalardan ötürü cok elestiren bir insanim fakat objektif kalmak zorundayim.
Bugün Diyanetin kaldirilmasi demek,
Bir cok camii de ( öyle veya böyle) dini hizmetlerin verilemez duruma gelmesi demektir.
Türkiyede arzulanan bu alandaki kargasaligin baslangici olacak demektir.
Türkiyede ki anayasa zaten bazi kisiler tarafindan keyfi yorumlaniyor...,yalniz bu olayda degil, bu meseleye hic girmek istemiyorum. saygi , sevgi ve muhabbet ile...
ins. biz de anlatabilmisizdir pek degerli kardesim,
Allah (c.c.)'a emanet ol.
Ve alyeküm Selâm Sevgili kardeşim;
Görüyorum ki sen de hayli dertlisin ve bu hususta kafa ve gönül yoranlardansın. Tabii düşüncene-görüşüne saygısızlık edecek değilim. Mevcut durum da sizin söylediğiniz minval üzre sürüp gidiyor zaten...
Yazdıklarınızı okurken, ister istemez şairin (mealen), "Vîran olası hâne! Ne edersin ki içinde evlâd u iyâl var" sözlerini hatırladım. Yani siz meseleye bu perspektiften bakmaya çalışıyorsunuz. Ve şayet lağvedilirse, "Türkiyede arzulanan bu alandaki kargasaligin baslangici olacak demektir" diyorsunuz.
Haklısınız; mutlaka kargaşa ve karışıklıklar olur. Bu ihtimalleri gözardı edemeyiz. Her şey birdenbire, akşamdan sabaha güllük-gülistanlık hale gelmez. Ama unutmamak lazımdır ki; atalarımızın dediği gibi, "Bulanmadan da durulmaz"...
Önümüzde, uygulamalarını örnek alabileceğimiz, bu sistemle idare olunan bir yığın demokratik ülke var. Pek de zorlanacağımız kanaatinde değilim.
Tabii ki her şey için bir altyapı gerekli... Yapacaksın. Başka türlü olmaz; hiçbir şey gökten zenbille inmez. Temelsiz bina düşünülebilir mi? Ama bizim işimiz biraz daha zor haliyle...
Neden?
Çünkü biz boş arsaya bina yapmayacağız; önce eski sistemin hafriyatı-temizliği şart... Ancak ondan sonra temel atıp inşa faaliyetine geçebiliriz.
... ve inanın; gözünüzde büyüttüğünüz kadar zor da olmaz bu iş. Görürsünüz-görürüz ki, bugünkü çektiğimiz sıkıntılar da tebahhur edip ortadan kalkacaktır böylece...
Hayırlısı olsun.
Her ikimiz de mevzuyu uzatmak istemiyoruz dememize rağmen, meselenin girift ve de müzmin oluşu ister istemez bir şeyler yazmaya sevkediyor insanı...
Umarım okuyanları sıkmamışızdır.
Tekrar selamlar... Mukabil sevgi ve saygılar...
Allah cc ezan sesinin duyulmadığı iklimlerde büyüyen, oralarda bulunmak zorunda olanalara da en kısa sürede bu hasretten kurtulmayı nasip etsin......
İlgine ve güzel dualarına şükranlar sevgili kardeşim...
Selam ve dualarımla...