Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Tarihte "Menemen Vak'ası" ve İçyüzü...

Halis ECE

Tarihte 23 Aralık günü meydana gelen başlıca olaylar...


1872- Vefa Lisesi’nde eğitime başlandı.

1876- I. Meşrutiyet, II. Abdülhamid Hân’ın hatt-ı hümayunuyla ilan edildi. I. Meşrutiyet 13 Şubat 1878'de sona erse de ülkede ''parlamento'' düşüncesini doğurdu.

1888- Ağır depresyon geçiren ressam Vincent Van Gogh, kulağını kesti.

1930- Menemen'deki ayaklanmada yedek subay öğretmen Kubilay katledildi.

1931- Romancı Mehmet Rauf, 56 yaşında öldü.

1941- Japonya, Hong Kong'u işgal etti.

1963- Rum tedhişçiler, Lefkoşa'da Dr. Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve üç çocuğunu katletti.

1979- Türk Hava Yolları'nın Trabzon adlı uçağı Samsun-Ankara seferini yaparken yoğun sis nedeniyle düştü; 39 kişi öldü.

1980- Mısır'ın Ankara Büyükelçiliğini basan 4 Filistinli idama mahkum edildi.

1986- 6 yıldır süren Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu davası sona erdi. DİSK kapatıldı. 1477 sanıktan 264'ü için 15 yıla kadar varan hapis cezaları verildi.

1996- Bergama halkı siyanürlü altın aranmasını protesto amacıyla çıplak yürüyüş yaptı.
------------------------------------------------------------------------------------
MENEMEN VAK'ASI

Genelkurmay Başkanlığı'nın arşivine göre Kubilay'ın katilleri esrarkeş

Erdal Şen - Politika Muhabiri, ZAMAN Gazetesi, 24.12.2006

'İrticaî kalkışma' şeklinde sunulan Menemen Olayı ile ilgili önemli belgelere ulaşıldı. Genelkurmay ve Emniyet arşivi, Kubilay'ı katledenlerin esrarkeş olduğunu ortaya koyuyor.

Genelkurmay, ayrıca dönemin yerel idarecilerini, haberdar olmasına rağ-men olaylara seyirci kalmakla suçluyor.

Tarihe 'Menemen Olayı' olarak geçen Asteğmen Kubilay'ın katledilmesinin üzerinden 76 yıl geçti. Ancak 'irticaî kalkışma' olarak sunulan hadiseyle ilgili şüpheler zihinlerden hiç çıkmadı. Gerek Mehdiliğini ilan edip topladığı bir avuç müridini esrar içirerek kendisine bağlayan Derviş Mehmet'in kimliği, gerekse resmî makamların olay sırasındaki ihmalleri, resmî teze karşı çıkan araştırmacıların "komplo" iddiasına yol açtı. Bu tartışma her 23 Aralık'ta yeniden gündeme gelirken, Zaman olayın perde arkasıyla ilgili önemli bir belgeye ulaştı.

O dönemde Büyük Erkan-ı Harbiye Riyaseti olarak adlandırılan Genelkurmay Başkanlığı'na ait 26 Aralık 1930 tarihli bir belge, hükümet yetkililerinin ihmallerine dikkat çekiyor. Genelkurmay tarafından Menemen'e gönderilen 1. Kolordu Komutanı Vekili Muğlalı Mustafa Paşa (Mustafa Muğlalı) hadiseden üç gün sonra Ankara'ya ilettiği raporda Derviş Mehmet'in şüpheli hareketlerinin yetkili mercilerce bilindiğine işaret ediyor. Buna rağmen gerekli takibatın yapılmadığı; uzaktan seyirci kalınarak adeta "olay çıkmasına göz yumulduğu" ima ediliyor. Emniyet arşivlerindeki bir belgede ise Derviş Mehmet'in etrafındaki insanları esrara alıştırıp, istediğini yaptırdığı belirtiliyor. Dokuz maddeden oluşan dört sayfalık Genelkurmay raporunda da kendisini 'Mehdi' ilan eden Derviş Mehmet'in Manisa'da bir esrarkeş kahvesini mekan edindiği ve çevresindeki insanlarla uzun süre şüphe uyandıracak fiiller içinde bulunduğu kaydediliyor. Derviş Mehmet'in bu şüpheli halinin bilinmesine rağmen ortadan kaybolduğuna dikkat çekilen raporda, "Kayboluşları Manisa hükümetine bildirilmesine rağmen, Menemen'e gelene kadar 15 gün boyunca gezdikleri civar köylerde ahaliye telkinatta bulunmalarına rağmen bundan haberdar olunmaması ve hükümet konağı önüne gelene kadar Menemen hükümetinin bundan hiçbir suretle malumat almaması" eleştiriliyor.

Genelkurmay raporunda Menemen kaymakamı ve ilçe jandarma komutanı hakkında da ağır suçlamalar var. Kaymakamın hükümet konağına çok sonradan geldiği ve olan bitene uzaktan seyirci kaldığı kaydedilirken, jandarma kumandanı için, "Hükümet konağı içerisine dört neferiyle birlikte girerek kadın gibi saklandı." ifadeleri kullanılıyor.

"Büyük Erkan-ı Harbiye Riyaseti'nin 26/12/1930 tarihli ve 6747 No'lu tezkeresinin suretidir" üst başlığı bulunan dokuz maddelik raporun 6. maddesinden bazı satırbaşları şöyle: "Şu mes'elede çok şayan-ı dikkat ve mühim gördüğüm noktalar Manisa'da ilk önayak olarak ortaya atılan bu şerirlerin Manisa'da iken bir esrarkeş kahvesinde daimi surette içtima ederek orasını tekke haline getirdikleri ve son zamanlarda hepsinin sakal bırakmak suretiyle bütün bütün calib-i şüphe vaziyet aldıkları ve bu hal Manisa zabıtasınca da malum olduğu halde Manisa'dan birdenbire gaybiyetleri ve hatta bu gaybiyetlerin aileleri tarafından hükümete malumat verilmesi üzerine Manisa hükümetinin bunlar için hiçbir teşebbüste bulunmaması ve civar kazaların nazar-ı dikkatleri celbedilmemesi gerek Manisa'da gerekse haricinde teşkilatların olup olmadığı hakkında tahkikat ve tetkikat yapılmayarak işin tesadüfe bırakılması Manisa'dan ayrıldıktan sonra Paşaköy, Yağcılar, Bozalan, Çukurköy ve civarlarında on beş gün dolaşarak ahaliye birtakım telkinatta bulunmalarından hiç kimsenin haberdar olmaması 23/12/1930 günü sabah namazına doğru musellahan ve birlikte sabah namazını kılarak ve camiden ellerine bir de bayrak alarak yine ahali ile camiden çıkışlarından ve sabahleyin hükümet konağı önüne kadar gelişlerinden Menemen hükümetinin hiçbir suretle malumat almaması..." Aynı maddenin sonunda kaymakamlık ve jandarma komutanının tavrı da şu sözlerle eleştiriliyor: "Menemen kaymakamı beyin, hükümet konağı cihet-i askeriye tarafından işgal edildikten sonra ancak hükümete gelmesi ve bu zamana kadar adeta seyirci vaziyetinde kalması ve bir silah arkadaşı koyun gibi karşısında boğazlanırken Menemen jandarma kumandanının dört neferi ile hükümet konağı içerisine girerek kadın gibi saklanması..."

Raporun 7. maddesinde ise Kubilay'ın askerlerinin neden cephanesiz olduğu sorgulanıyor: "Sevk u idare hatalarına alaydan telefonla kuvvet talep eden jandarma kumandanı şu kuvvetin ne için ne maksatla ve ne gibi bir vaziyet karşısında talep edildiği hakkında alayı tenvir etmemiştir. Jandarma kumandanının noksan olarak verdiği bu malumat alayca gönderilen ilk bölüğün cephanesiz olarak yola çıkarılması kuvvetlerin vaziyeti hakim olmasına sebep olmuştur."

Emniyet raporu: Esrarlı sigarayla tasarrufunu artırıyormuş
Kubilay'ı öldüren Derviş Mehmet'in çevresindeki insanları esrarla etki altına aldığına ilişkin bir başka resmî bilgi de Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında yer alıyor. Dönemin İçişleri Bakanlığı'na 25 Aralık 1930'da "Vali Kazım" imzasıyla gönderilen 7 maddelik raporun 4. maddesinde şunlar yazılı: "Bunların hepsinde esrar ve esrarlı sigara olup, Derviş Mehmet bunları Manisa'da alıştırmış ve bununla da tasarrufunu artırıyormuş."
----------------------------------------------------------------------------------

23 Aralık 1930'da Menemen'de neler yaşandı?

Mustafa Fehmi Kubilay, Giritli Hüseyin ve Zeynep çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1906 doğumlu Kubilay'ın asıl mesleği öğretmenlikti.

23 Aralık 1930'da İzmir'in Menemen ilçesinde meydana gelen olay sırasında askerlik görevini yapıyordu.

'Mehdi" olduğunu iddia eden Giritli Mehmet
(Derviş Mehmet) 7 Aralık'ta, 6 müridiyle Manisa'dan yola çıkarak, civardaki Paşa köyünde yaptıkları hazırlık ve propagandalardan sonra 23 Aralık sabahı, gün doğarken tekbirlerle Menemen'e girdi.

Belediye meydanında çevresine topladığı yaklaşık yüz kişiyle hükümet karşıtı sloganlar atmaya başladı. Silahlı olan asiler bir müfrezenin başında olaya müdahale eden Asteğmen Kubilay'ı, hemen ardından da Hasan ve Şevki adındaki iki mahalle bekçisini öldürdü. Olay, arkadan yetişen askerî birlikler tarafından şiddetle bastırılırken, Derviş Mehmet ve iki müridi öldürüldü.

31 Aralık 1930'da toplanan bakanlar kurulu, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir merkez ilçelerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan edilmesine karar verdi.

Sıkıyönetim komutanlığına 2. Ordu Kumandanı Fahrettin Paşa
(Altay), Divan-ı Harp Reisliği'ne 1. Kolordu Komutan Vekili Muğlalı Mustafa Paşa atandı.

Olay 1 Ocak 1931'de Denizli Milletvekili Mazhar Müfit
(Kansu) ve arkadaşlarınca verilen soru önergesiyle TBMM gündemine getirildi. Soru önergesini Başbakan İsmet Paşa (İnönü) cevaplandırdı. Daha sonra sıkıyönetim ilanına ilişkin önerge tartışıldı ve oybirliğiyle kabul edildi.

Erdal Şen - Politika Muhabiri
***********************************************************************

ZAMAN, 25/12/2006

Tarihçilerden ortak tavır:
Menemen'in istismarı bitmeli

Zaman’ın dün (24.12.06) manşetten yayınladığı arşiv belgeleri tarihçileri heyecanlandırdı.

Tarihçiler, Genelkurmay ve Emniyet arşivine dayanılarak ortaya çıkarılan gerçekler ışığında menfur hadisenin yeniden tanımlanması gerektiğini ifade ediyor. Bir kesimin ısrarla 'irtica kalkışması' diye sunduğu olayların faillerinin İslami değerlerle ilgisinin bulunmadığını vurgulayan uzmanlar, Menemen vesile kılınarak dindar halk üzerinde baskı oluşturulmasına karşı çıkıyor. Araştırmacı-yazar Mustafa Armağan, Derviş Mehmet'in dindarlıkla ilgisinin olmadığını ifade ederken, olayın CHP örgütünün iktidarını kuvvetlendirmeye yaradığına dikkat çekiyor. Tarihçi İsmet Bozdağ da katillerin esrarkeş olduğu yönündeki bilgilerin delillendirilmesinin büyük önem taşıdığını kaydediyor. Tarihçi Caner Arabacı ise Menemen'in içyüzünün akademik çevrelerde bilinmesine rağmen yüksek sesle ifade edilmediğinin altını çiziyor.

Araştırmacı-yazar Mustafa Armağan, Derviş Mehmet olarak anılan kişinin dindarlıkla ilgisi olmadığını vurguladı. "Menemen olayı kimin işine yaramıştır?" diye soran Armağan şu tespitleri yaptı: "Komplo olup olmadığından emin değilim. Ancak ben meselenin bir başka boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Menemen olayı, CHP örgütünün iktidarını kuvvetlendirmeye yaramış ve onu 'eleştirilemez bir konuma' taşımıştır. İnönü ve CHP'nin devlete hakim olma sürecinde bir dönüm noktası teşkil eder. Ve partinin devletle bütünleşme süreci hızlanır." Derviş Mehmet'e ilişkin ilginç bilgiler veren Armağan, Cumhuriyet gazetesini kaynak göstererek şunları dile getirdi: "Olayın sanıkları içinde esrar içenler olabilir; fakat bir başka belgeden (O tarihlerde Cumhuriyet'te çıkan bir yazı) aslında Derviş Mehmet'in Çerkez Ethem'in arkadaşı olduğunu ve onunla beraber çalıştığını öğreniyoruz. Çerkez Ethem'le birlikte Yunanistan'a kaçmış ve 150'liklerden olmadığı için 1930'lara doğru tekrar Yunanistan'dan Türkiye'ye geliyor. Bu olay, bu kişilerin kullanılmış olabileceği izlenimi veriyor."

Tarihçi İsmet Bozdağ, tozlu arvişlerde bekleyen belgelerin irdelenmesiyle bu tür tartışmalı konuların derinlemesine incelenme imkanı bulunduğunu belirtti. Menemen olayıyla ilgili gerek hükümet temsilcilerinin ihmalleri, gerekse olayın faillerinin esrarkeş olduğu yönündeki iddiaların söylenegeldiğini hatırlatan Bozdağ, "Bu tür belgelerle bunlar delillendirilmiş oluyor." dedi. Dönemin hükümeti tarafından olayın kendi lehine kullanıldığını ifade eden Bozdağ, "Bu konuda çok detaylı ve bilimsel çalışmalarım olmadı. Ancak, aktarabileceğim şudur: Olay meydana geldiği zaman aslında çok küçük bir olay gibi göründü. Ama birdenbire patladı. Hükümet bu hadiseyi kendi lehine kullanmak istedi." değerlendirmesinde bulundu.

İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Toktamış Ateş ise Derviş Mehmet'in esrarkeş olduğunun aslında 'sır' olmadığını kaydetti. Tarihçiler tarafından bilinen gerçeğin bu olaylar hakkında ciddi ipuçları verdiğini belirten Ateş, "Derviş Mehmet ve adamlarının esrar içerek şehre indiği ve bu olaylarla Menemen halkının hiçbir ilgisi olmadığı biliniyordu. Zaten zaman içinde o halkın kendi halinde mütedeyyin Müslümanlar olduğu görülmüştür." diye konuştu. Ateş, bu yıl Menemen olaylarının yoğun bir şekilde gündemi meşgul etmesinin nedenini de 'Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasal ortam'a bağladı.

Mustafa Armağan: Menemen olayı, CHP örgütünün iktidarını kuvvetlendirmeye yaramış ve onu 'eleştirilemez bir konuma' taşımıştır.
İsmet Bozdağ: Bu tür belgelerle yıllardır ileri sürülen iddialar delillendirilmiş oluyor. Dönemin hükümeti hadiseyi kendi lehine kullandı.

Toktamış Ateş: Kubilay'ı şehit eden kişilerin esrarkeş olduğunu tarihçiler biliyordu. İlçe halkının olayla hiçbir ilgisi olmadığı da zamanla anlaşıldı.

'Bugünkü komploları daha iyi anlıyoruz'

Selçuk Üniversitesi'nden Yard. Doç. Caner Arabacı, belgelerin Menemen olaylarının arkasındaki gerçeklere ışık tuttuğunu söyledi. Bu olayların akademik çevrede yıllardır bilinmesine rağmen yeterince dile getirilemediğine dikkat çeken Arabacı, "Derviş Mehmet geceleri çevresindekilerle esrar içerek her türlü ahlaksızlığı yapan bir insandı. Bu insanlar gündüz de başlarına yeşil sarık sararak halka çok farklı görünüyordu." diye konuştu. Olayların tam anlamıyla açığa çıkması halinde yıllardır yapılan hataların önüne geçilebileceğini vurgulayan Arabacı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Yıllarca inançlı insanlar bu olay nedeniyle baskı gördü ve dışlandı. Gerçeklerin açığa çıkması bugün yapılan komploları anlamada büyük önem taşıyor. Çünkü bu olayların arkasında yer alan planları ne halk biliyor ne de kendini aydın kabul eden kişiler." Nergihan Çelen, İstanbul , Ankara, Zaman
*************************************************************************

Mustafa Armağan, haber7.com, 26.12.2006

Menemen olayında 10 büyük şüphe


Şair “Kalmasın Allahım âlemde hiçbir hakikat nihân” demiş ya, Menemen olayının üzerindeki duman, üzerinden 76 yıl geçmesine rağmen henüz kalkmış değil. Bunun sebebi, olayın hemen arkasından tek yanlı olarak başlayan propoganda faaliyeti ve bizzat olayın ele başılarının temizlenmesiyle delillerin erkenden karartılmış olması.

Başka ve farklı görüşlerin kendilerini ifade etmesine izin vermeden girişilen bu “baskın basanındır” tavrı, Menemen manipülasyonunun yarım asır sonra tavan yaptığı 28 Şubat’tan sonra iyice gün yüzüne çıkmış durumda. Bu yıl (2006) Menemen’de yapılan konuşmalara kulak verirseniz aslında Kubilay’ın ve Menemen olayının kimsenin umurunda olmadığını, oraya toplanan birkaç bin kişilik kalabalığın, 842 [Herhalde 864 rakımlı demek istemiş olmalo. H.E.] rakımlı tepeyi kaptırmama, dolayısıyla da Türkiye’de Tek Parti mantığının tükenişini bir fasıl daha uzatma telaşıyla çırpındıklarını ibretle görürsünüz.

Resmi tarihe göre, 23 Aralık 1930 Pazar günü İzmir’in Menemen ilçesinde Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ile Hasan ve Şevki (Kan Demir’e göre Vefki) isimlerini taşıyan iki bekçi “mürteciler tarafından şehit edilir”, Kubilay’ın başı “kör bir testere” ile kesilir ve yeşil bir bayrağın tepesine bağlanarak sokak sokak dolaştırılır, hatta Kubilay’ın kanı mürteciler tarafından “avuç avuç içilir”. (Bir yazıda Derviş Mehmed’in dudaklarının kenarında kurumuş kanın göründüğü dahi yazılabilmiştir. Pes yani!)

İlk Kubilay’ı anma toplantısı 2 Ocak 1931’de düzenlenmiştir ve o gün bu gündür nutuklar neredeyse santimi santimine aynıdır: Onlar Cumhuriyet uğruna canlarını verdiler, laiklik ve aydınlanmamızın önünü açmak için kanlarını akıttılar vs. vs...

Ne var ki, daha olayın ertesi gününden itibaren adım adım yerlerine konulan bu “irtica kalkışması” senaryosunun parçaları, kalın şüphe bulutlarını davet edecek mantıkî, idarî ve olgusal açıklarla maluldür. Bunlardan 10’unu seçtim sizin için.

1. Suçlu, yöneticiler mi?

Menemen olayının büyümesindeki idarî sorumluluk, alay komutanı başta olmak üzere Jandarma komutanı, Kaymakam, hatta “irticaî olaylar”ın çıkabileceği İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından bir raporla Ağustos ayında bakanlığa ihbar edildiği halde tedbir almayan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’da değil midir?

Jandarma Komutanı Yüzbaşı Fahri, meydanda toplanan olayın failleriyle görüştükten sonra durumu Alay Komutanlığına bildirir. Sanki alayda yedek subay olan Kubilay’dan başka subay ve 26 acemi erden başka tecrübeli asker yokmuş gibi, üstelik de tüfeklerinde mermi olmadan(!) olay yerine gönderilmeleri, dikkat çekicidir. Üstelik bu suçlamalar, Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınladığı Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar adlı kitapta (Ankara 1972) yer almaktadır. Nitekim Denizli milletvekili Mazhar Müfit Bey, Ocak 1931’de TBMM’de yaptığı konuşmada idarecilerin suçlu olduğunu üzerine basa basa söylüyordu.

2. Kubilay hatalı mıdır?

Aslında Kubilay, rütbe bakımından üstü olan Jandarma Komutanı’nın emrine girmesi gerekirken emre itaatsizlik ederek, üstelik de yanına silah almadığı halde, doğrudan kendisi komutanmış gibi harekete geçmiştir. Kubilay bunu yapmak yerine gidip komutanın emrine girse, komutan da gelen kuvvetlerin desteğiyle duruma el koymuş olsaydı, ne Kubilay katledilecek, ne de bu kadar cana patlayacaktı hadise.

Zaten arkadaşları, eşi, annesi, erkek ve kız kardeşlerinin beyanatına göre, Kubilay, tez canlı, sinirli, kendi deyişiyle olaylar karşısında “heyecanına ve iradesine hakim olamayan” bir öğretmendir ve kısacık hayatında buna benzer kendinden geçtiği hadiseler az değildir. (Bkz. Kan Demir, Şehit Kubilay, 2. baskı, İstanbul 2005, İleri Yayınları, s. 49-50.) Kubilay’ın olaya ihtiyatsızca, akılcı olmayan bir şekilde müdahale ettiği konusunda görüş birliği bulunuyor. Yani Kubilay eğer öldürülmemiş olsaydı, belki de Menemen mahkemesinde üstlerine itaatsizlikten yargılanacaktı!

3. Kubilay’ı kim vurdu?

Fahrettin Altay’ın anılarında geçer. Olayın hemen ardından Ankara’da toplanan bir toplantıda, Atatürk, İnönü, Kâzım Özalp, Şükrü Kaya ve Savunma Bakanı Zekai Bey alınacak tedbirleri görüşürler. İnönü burada ilginç bir ayrıntıdan bahseder. Der ki:

“...Bir tertip olduğu aşikârdır. Köylüler bir jandarma karakolunun basılmasını teklif ediyorlar, bunlar [mürteciler] “Jandarma ile işimiz yoktur” diyor. Kuvvete çarpmak istemiyorlar, sonra bir subayı vuruyorlar, irticaî bir hareketle büyük bir halk kitlesini elde etmek istiyorlar, askeri de tabiatı ile alacaklar... Rovelverle vurulmuş olması ahali tarafından vurulduğunu gösteriyor. Tetkiki lazımdır.” (Bkz. Altay’ın On Yıl Savaş ve Sonrası adlı hatıraları.)

Bu notların profesyonelce alınmadığını göz önünde tutsak bile İnönü’nün sözlerinden Savcı’nın iddianamesinde dahi bulunmayan birkaç ayrıntı öğrenmek mümkün oluyor. Mesela tertipçilerin köylülere değil, tam tersine, köylülerin tertipçilere jandarma karakolunu basmayı teklif etmiş olmaları ve buna karşılık ele başıların “Jandarma ile işimiz yoktur” demiş olmaları.

Kubilay’ın rovelverle ve ahali tarafından vurulduğu iddiası üzerinde daha sonra nedense hiç durulmamıştır. Nitekim Savcının Mütalaanamesi’nde geçen bir ifadede, ilk mermi atıldıktan sonra “ağır bir surette” yaralanan Kubilay’ın hükümet konağının arka kapısına doğru gitmek için cami avlusuna girdiği ve kurşunu sıktığı söylenen Giritli Mehmet’in “her nasılsa” onun avluya yıldığını haber aldığı ifade edilmektedir.

İlk kurşunu Giritli Mehmet sıkmışsa yaraladığının mı farkında değildir? Boğaz boğaza bir kavga sırasında tabancasını çekip karşısındakini vurduktan sonra onun kaçışını görmemesi ve takip etmeyerek Kubilay’ın cami avlusunda düştüğünü “her nasılsa” haber alması epeyce garip değil midir? Bu durumda mermi, Giritli Mehmet tarafından değil, İnönü’ye gelen istihbaratta olduğu gibi, kalabalıktan birisi tarafından mı atılmıştır? Eğer böyleyse bu kişi kimdir ve bu konu neden mahkeme sırasında bir daha gündeme getirilmemiştir? (Genelkurmay’ın bir yayınında geçen, “ahalinin üçte ikisinin üzerinde tabanca bulun”duğu ifadesi, dikkatlerden kaçmayacak kadar nettir.)

4. Kubilay’ın başı kesildi mi?

Açıkçası benim bu konuda kuşkularım var. Mahkemedeki ifadelerinde hemen bütün sanıkların ağız birliği etmişçesine başının kesilip bayrağın tepesine takıldığı, bir süre sonra direğin yere düşmesi üzerine bir kunduracıdan ip bulunarak bayrak sopasının elektrik direğine bağlandığı, dolayısıyla kesik başın da direğe bağlanmaya çalışıldığı söyleniyor. Sanıkların aynı ağızdan konuşmaları, şüphe oklarını davet ediyor. Acaba olayın vehametini ve patetik tesirini artırıp kamuoyuna, verilecek ağır cezaların meşruluğunu ispatlamak için sanıklara “belletilmiş” bir ifade karşısında mıyız?

Nitekim zamanın ABD Büyükelçisi Joseph C. Grew’un, Turbulent Era adını taşıyan anılarında, baş kesilmesi haberlerini “gerçekliğinden şüphelenmek için yeterince sebep var” diye yorumlaması ilginçtir (bkz. Yeni Türkiye, s. 199).

5. “Devrim şehidi” iki bekçi, askerler tarafından mı öldürüldü?

Hasan ve Şevki (veya Vefki) adlı iki bekçinin nasıl öldürüldüğü üzerindeki sır bugüne kadar tam olarak aydınlanmış değildir. Bekçi Hasan Efendi, Girit muhacirlerindendir Kubilay gibi. Şevki Efendi ise Florinalıdır. Kubilay’a sıkılan mermiyi duyunca olay mahalline koşup gelen Hasan Efendi’nin hükümet dairesinin demir parmaklığını siper alarak “yobazlar” üzerine ateş açtığı ve birini yaraladığı biliniyor. Ancak vurularak ölür. Şevki Efendi de aynı akibete uğrar. Ancak bazı tanıkların sözleri bekçilerin, askerler tarafından vurulduğu kanaatine yol açıyor. Mesela 1988 yılında Zaman gazetesinde çıkan yazı dizisinde olayın şahitlerinden Mehmet Yontucu ile eski Menemen Belediye Başkanı Bedri Onat da bekçilerin Kubilay’ın ölümünden sonra gelen takviye kuvvetinin açtığı ateş sonucu öldüklerini söylemektedirler. (Sadullah Amasyalı, Şirin Kavakçı, Mehmet Deniz “Menemen olayının içyüzü”, Zaman, 23 Aralık 1988.)

6. Provokatör ajan çarşaf mı giymişti?

Necip Fazıl’ın dikkatimizi çektiği bu husus da yeterince araştırılmamıştır. Şunları yazıyor Son Devrin Din Mazlumları adlı eserinde:

“Söylendiğine göre gizli ajan, hâdiseyi çarşaflı bir kadın kılığında uzaktan takip etmiş ve muradına erer ermez, ancak bir erkeğe mahsus sert adımlarla uzaklaşıp gitmiştir. Bu manzarayı aynen görenler vardır ve onlardan biri hâlâ sağdır.” Bu bir rivayet de olsa, yukarıda İnönü’nün sözünü ettiği “rovelver” (tabanca) iddiasıyla birleştiğinde bir anlam kazanmaktadır.
7. İdamlar adil miydi?

23 Aralık ve onu takip eden günlerde Menemen’de 36 kişi dünya değiştirdi. Ancak ölüm sebepleri farklıydı: 3’ü olay yerinde açılan mitralyöz ateşiyle öldürülen göstericilerdi (Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet) diğer 3’ü ise Kubilay ve 2 bekçidir (Hasan ve Şevki). Mahkemeden toplam 37 idam hükmü çıkmıştır. Ancak bunlardan 2’si (Şeyh Esad Erbilî -ki, Mehmet Ali Erbil’in dedesidir- ve Abdülkerim) idamlarından önce ruhlarını teslim etmişlerdir. (90 küsur yaşındaki Şeyh Esad’ın idamına hukuken imkân olmadığı için zehirli iğneyle öldürüldü şüphesi yaygındır.) 5 kişi yaşlarının büyük veya küçük olmalarından dolayı idamdan kurtulmuştur. Fakat asıl çarpıcı olan husus, idama mahkûm edilen iki kişinin cezalarının TBMM tarafından sadece 2’şer yıl ağır hapse çevrilmiş olmasıdır.

Nasıl oluyor da, idam cezasını gerektiren o “dehşetli irtica” suçu sabit görülmesine rağmen Terzi Talat affedilebiliyor ve onca mahkemeden sonra idama mahkûm edilen İsmail’in idamı, suçu sabit bulunmadığı için cezası dönüyor meclisten? Bu nasıl adalet?

Üstelik Giritli Mehmed’in ekibinden daha Menemen yolundayken ayrılıp kaçan ve bir daha da kendileriyle temas kurmayan, dolayısıyla tek suçu ilk zamanlar birkaç gün Giritli ile bulunmaktan ibaret bulunan Çakır oğlu Ramazan, bu hareketiyle ödüllendirileceğine, idama mahkûm edilmiştir. Bu gibi tutarsızlıklar da mahkemenin zaten tartışmalı ve hukukî değil, siyasî olduğu besbelli olan kararlarını ayrıca tartışılır hale getirmektedir.

8. Menemen’de asılan Yahudi Jozef bilmecesi

Evet, Menemen’de bir de Yahudi asılmıştı. Adı Jozef, baba adı Haim’di. Tek suçu, olayın ele başılarına ip satmaktan ibaretti. Ne alakası varsa bir “irtica kalkışması”nda dinen Müslümanlıkla alakası olmayan birine, bir Museviye “Şeriat isteriz” dedirtmenin yolunu bulmuş olmalı değerli mahkememiz. (Bu arada isyancılara tütün satanın da idam edildiğini belirtelim.)

9. Menemen kime karşı tertiplenmişti?

Daha ilk günden itibaren Menemen’in bir tertip, yani komplo olduğu dile getirilmiştir. Hükümete karşı diyenler de var, daha yeni kapanmış, ancak toplum üzerindeki etkisi devam etmekte olan Serbest Fırkaı’ya karşı düzenlenmiştir diyenler de.

Şurası kesin olmalı: Menemen olayı son tahlilde CHP’nin işine yaramıştır. Bu konuya uzun uzadıya girmeyeceğim, çünkü geçenlerde yazdım (Zaman Pazar, 24 Aralık 2006 http://pazar.zaman.com.tr/?bl=5&hn=101). Ancak Atatürk’ün, Fahrettin Altay’ın notlarından öğrendiğimiz zirvede söylediği bir cümle her şeyi açıklıyor bence: “Bu bir hadisedir ki Serbest Cumhuriyet Fırkasını lekelemek için tertip olunmuştur.” Genişletirsek, her türlü muhalefeti ortadan kaldırmak için tertiplendiğini söyleyebiliriz. Nitekim 1931 Nisan’ında Türk Ocakları da kapatılacaklar kervanına dahil olmuş ve arkası gelmiştir. (Her cümlesine önem verildiği söylenen Atatürk’ün bu sözünün atlanmış olması size de garip gelmedi mi?)

10. Kubilay’ın oğlu seyyar satıcı mı kovalıyordu?

Menemen’deki son mitingde atılan nutuklara bakarak Kubilay ailesini abad olmuş, bir eli yağda bir eli balda zannediyorsanız aldanırsınız. Bugün Kubilay’ı istismar için meydanlara çıkanlar, onun ailesine nasıl bakmışlardır acaba? Bir kere Kubilay öldüğünde karısından ayrı yaşıyordu. 18 aylık oğlu Vedat, annesi Vedide’nin yanında, Ayvalık’tadır ve Vedide Hanım, bir süre sonra başka biriyle evlenmiştir.

Kubilay’ın öğretmen arkadaşlarından Kemal Üstün, 1969’da Vedat’ı aramaya çıkar. Nerede bulur biliyor musunuz? Nazilli’de. Belediye Zabıtası’dır. Oturur, konuşur kendisiyle. Vedat Kubilay’ın verdiği cevaplar, İnönü devrinden itibaren Menemen olayının nasıl unutturulduğunu gösterir.

Bu konuşmadan “Aydınlanma kahramanı” Kubilay’ın oğlunun ortaokulu yarıda bıraktığını öğreniyoruz. Geçim sıkıntısı çekmişler. İşsiz kalmış. Bunun üzerine Almanya’ya gurbetçi olarak gitmiş. (Kubilay’ın oğlu Alamancıymış da haberimiz yokmuş!) Yurt dışında 2 yıl kadar çalıştıktan sonra dönmüş ve Nazilli’de zabıta olarak iş bulmuş. Kimsenin elinden tutmadığından yakınır Vedat Kubilay. İnanılmaz ama her yıl 23 Aralık’da Menemen’e tek başına gidip geri dönüyormuş. “Babam unutturulmak isteniyor” diyor Kubilay’ın arkadaşına. (Kemal Üstün, Menemen Olayı ve Kubilay, 2. baskı, İstanbul 1978, Çağdaş Yayınları, s. 90-95.) Ne yazık ki Vedat Kubilay 1984’de ölmüş ve 28 Şubat’ta babasının yeniden “hatırlandığı”na tanıklık edememiş. Şimdi törenlere Kubilay’ın geliniyle torunları katılıyormuş. İnsanın bu samimi Atatürk ve Kubilay sevgisinden gözleri yaşarıyor doğrusu.
*************************************************************************

Haber7.com, 30 Aralık 2006 14:07

İnönü'den Ata'ya Menemen oyunu

İnönü gerçekte neden korktu? Atatürk’e güvenebildi mi? Mustafa Yürekli, İnönü’nün Atatürk’e karşı başvurduğu stratejilerin ve manevraların ayrıntılarını ortaya çıkarıyor:

Mustafa Yürekli, “Fethi Okyar’ın Anıları”ndaki Atatürk-İnönü mücadelesini anlatıyor. Bir demokrasiye geçiş çabası.. Siyasi hayatta ancak 99 gün kalma fırsatı bulabilen SCF (Serbest Cumhuriyet Fırkası)’nın üzücü kapanış hikayesi..Hepsi bir miting, bir yerel seçim.. İnönü gerçekte neden korktu? Atatürk’e güvenebildi mi? Mustafa Yürekli, İsmet İnönü’nün iktidar ilişkisi içinde Atatürk’e karşı başvurduğu stratejilerin ve manevraların ayrıntılarını ortaya çıkarıyor..

FETHİ OKYAR’LA DEMOKRASİ DENEMESİ

Ali Fethi Okyar, Paris Büyükelçisiyken 22 Temmuz 1930 günü ailesiyle birlikte yıllık iznini geçirmek üzere İstanbul’a geldiğinde Türkiye’nin doruklarında olup biten hiçbir şeyden haberi yoktu.

O gün Yalova’da bulunan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek görüşme isteğinde bulundu:

“Ailem ve çocuklarımla Paris’ten İstanbul’a gelmiştim. İki aylık izin müddetimi Boğaziçi’nde geçirecektim. Muvasalatım günü, Yalova’da Gazi Hazretleri’ne telgraf çektim ve hürmetlerimi arz etmek, iştiyakımı teskin eylemek için Yalova’ya gitmeme müsaadelerini rica ettim. Derhal mültefitane cevap verdiler. Ertesi günü akşamı nezdlerinde bulunuyordum.”

Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı, Milli Mücadele gibi birbirini kovalayan savaşların doğurduğu “fakr-u zaruret”e, 1929’da patlak veren dünyadaki ekonomik bunalımının yurdumuza olumsuz etkileri de eklenince, toplum patlama noktasına gelmişti. Çeşitli vergilerin ağırlığı, bunları tahsildeki türlü “su-i istimal” dedikoduları, bazı memurların iş sahiplerine karşı takındıkları haksız, kanunsuz muamele, ülke çapında tepki topluyordu.

Yurt genelinde korku ve suskunluk yaygınlaşmıştı. İsmet İnönü ise dördüncü kez başbakanlık yapıyordu. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa da ülkenin düşürüldüğü bunalımın farkındaydı..O günlerde Mustafa Kemal Paşa, Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a içini döktü:

“Bunalıyorum çacuk! Büyük bir ızdırap içinde bunalıyorum.. Görüyorsun ya, gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi-manevi perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz.”dedi Soyak’a.

Mustafa Kemal Paşa, ülkenin patlama noktasına geldiği 1930 yılında çözümü çok partili siyasi hayata geçişte gördü:

“Ben Cumhuriyet’i şahsi menfaatim için kurmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra, arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemiyorum.” dedi Fethi Okyar’a.

“Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Menemen Belgeseli”nin hazırlıkları sırasında, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluş ve kapatılış gerekçelerini, Menemen olayının arka planını araştırırken, Mustafa Kemal Paşa’nın bu özlü sözüyle, Türkiye İşbankası Yayınları’ndan çıkan “Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye / Fethi Okyar’ın Anıları” kitabında (s.104) karşılaştım.

Yalova’da, 24 – 30 Temmuz tarihlerinde Mustafa Kemal, Ali Fethi, İsmet İnönü ve Kazım Paşa dörtlüsü Mecliste’ki muhalefet ihtiyacına ilişkin ilk görüşmeleri yaptılar. Tartışılan, bir muhalefet hareketinin iktidar partisi içerisinde bir grup olarak mı doğması gerektiği, yoksa bağımsız bir siyasi parti mi olacağı şeklindeydi. İsmet İnönü CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) içerisinde muhalif bir gruba karşıydı:

“İtiraf etmeliyim ki İsmet paşa’nın samimiyetine asla itimat edemiyordum. Bir vesile bulup beni kabahatli mevkie düşürmek ve Gazi ile aramı bozmak için çalışacağından emindim. Bu endişe ile lazım gelen teminatı almadan kendisinin karşısına çıkmak istemiyordum. Onun için beni muhalif fırkanın başına geçirmekten affetmesini Gazi’den rica ettim.”

“Serbest Fırka”, fikren o gece kuruldu. Hepsi, 99 günlük macera.. Bir demokrasiye geçiş denemesiydi bu.

İNÖNÜ İKİ YÜZLÜLÜK YAPIYOR

Fethi Okyar, Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarlı parti kurma teklifini, sonunda kabul etmişti. Fethi Okyar partinin kuruluş izni için Cumhurbaşkanı’na hitaben bir mektup kaleme aldı ve metin ertesi gün 11 Ağustos 1930 günkü gazetelerde yayınlandı. Ertesi gün, 12 Ağustos 1930 günü ise Mustafa Kemal Paşa’nın Fethi Okyar’ın mektubuna verdiği cevap yer aldı gazetelerde.

“Reisicumhur bulunduğum müddetçe Reisicumhurluğun üzerime verdiği yüksek ve kanuni vazifeleri hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı adil şekilde ve tarafsız yapacağıma ve laik Cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her nevi siyasi faaliyet ve ceryanlarının bir engele uğramayacağına inanabilirsiniz.”

Mustafa Kemal Paşa, Türkiye’yi bunalımdan çıkarmak için Fethi Okyar’ı çağırıp TBMM’inde ikinci bir partiyi, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. Tüzüğünü eliyle yazdı, ismini koydu. Kadrosunu ve kaynağını verdi.

Parti kurulur kurulmaz huzursuz kitleler SCF’e yöneldi. Hiç istemeden girdiği siyaset oyunu, Fethi Okyar’ı başrole sürüklüyordu. Kuruluştan 3 hafta sonraki İzmir mitingi, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un engellemelerine rağmen görkemli geçti. Fethi Okyar mitingi, Mustafa Kemal Paşa’nın çektiği telgraf sayesinde yapabilmişti. Telgraf şöyleydi:

“Anlıyorum ki sana nutkunu söyletmek istemiyorlar. Fakat sen mutlaka nutku söyleyeceksin ve tesadüf edeceğin herhangi bir engeli bana bildireceksin.Asayişin temini için Başvekil, Dahiliye Vekili ve İzmir Valisi lazım olan tedbirleri almakla mükelleftirler. Gazi.”

İzmir yeni olaylara gebeydi. 5 Eylül 1930 günü İzmir Palas Oteli’nin çevresi yine Fethi Okyar’ı görmek isteyen kalabalıklarla doldu. CHF de alternatif bir gösteri düzenledi. Dahası Denizli milletvekili Haydar Rüştü İzmir’de yayınlanan Anadolu Gazetesi’nde SCF aleyhinde bir yazı yayınladı. Bu karşı atak, halkı iyice tahrik etti.

Halkın gazetenin matbaasını taşlamaya başlaması üzerine polisin olaya müdahale etmesi ve halkın üzerine ateş açması üzücü olaylara sebebiyet verdi. Olaylarda halktan yaralananlar oldu. 12 yaşlarında bir çocuk öldü. Yaralılar ve ölen çocuğun babası doğru Fethi Okyar’ın kaldığı otele geldi. Ahmet Ağaoğlu bu olayı anılarını topladığı kitabında ayrıntılarıyla anlattı:

“ Hiçbir şeyden haberi olmayan bizler otelde idik ve alt kattaki salonda bir çoklarıyla görüşüyorduk. Birden bire otele büyük bir kalabalık hücum etti. Hepsi heyecan içinde idi.kimi ağlıyor, kimi tehditler savuruyordu. Kalabalığın ortasından ihtiyar bir adamcağız kucağında taşıdığı bir çocuğu birden bire Fethi Bey’in ayaklarına atarak, “İşte size bir kurban! Başkalarını da veririz.. Yalnız sen bizi kurtar!” dedi ve ağlayarak kendisi de Fethi Bey’in ellerine sarıldı. Manzara müthiş, tüyler ürpertici idi. Kanlara boyanmış körpe, mektepli bir çocuk Fethi Bey’in ayakları dibinde son nefesini veriyordu. Babası da Fethi Bey’in ellerine sarılarak yakıcı bir lisanla daha başka evladını da kurban vermeye hazır olduğunu söylüyor, “Yalnız bizi kurtar!” diye yalvarıyordu! Herkes başını aşağı eğmiş ezici bir sıkıntı içinde ne yapacağını bilmiyor! Fethi bey’in gözleri yaşarmış, bazıları hüngür hüngür ağlıyorlar..”

Aslında İzmir mitingindeki engellemeler, İsmet İnönü’nün muhalefete tahammülsüzlüğünü, demokrasiyi hazımsızlığını apaçık göstermişti. Parti içinde muhalif bir grubu kabul etmeyen İsmet İnönü, görünüşte Meclis’te yeni bir muhalif parti kurulmasını kabul etmişti. Fakat İzmir mitinginde meydana gelen olaylar, görüntüyle gerçeğin farklı olduğunu ortaya koyuyordu..

Ama Fethi Okyar teşkilatlanma çalışmalarına devam etti, hatta seçimlere katıldı. SCF, çok partili ilk yerel seçimde büyük başarı elde etti. Ne var ki İsmet İnönü iktidarda olmanın avantajıyla seçimlerde Fethi Okyar’ı engellemeye çalışmıştı. Fethi Okyar’ın İçişleri Bakanı Vekili Şükrü Kaya hakkında verdiği gensorunun müzakereleri, TBMM’nin 15 Kasım 1930 tarihli oturumunda, 10 saati aşkın bir sürede yapıldı. CHF’nin 18 milletvekili, Fethi Okyar’a karşı söz aldı; ağır suçlamalar ve ithamlar yöneltti. Bütün konuşmalar, Mustafa Kemal Paşa’nın desteğini SCF’den çekmesini sağlamayı amaçlıyordu.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Politikada 45 Yıl” adlı eserinde, arenayı andıran bu dramatik meclis görüşmelerini ayrıntılarıyla anlattı:

“Zavallı Fethi bey, işte bundan dolayıdır ki, İzmir ve Balıkesir’den döner dönmez, ayağının tozu ile Millet Meclisi huzuruna çıkıp, gece yarılarından sonraya süren fırtınalı bir oturumda, İzmir gezisindeki hadiselerin hesabını tek başına vermek zorunda kalacaktı. Tek başına diyorum. Zira Serbest Fırka’nın sayısı zaten on kişiden ibaret üyelerinin her biri bir köşeye sinmiş, Halk partililerin açtıkları yayılım ateşinin nişangahı olarak, ortada yalnız Fethi Bey kalmıştı. İtiraf ederim ki Fethi Bey’e karşı ben asıl o gün ya da geceden beri hürmet ve muhabbet hissi duymaya başlamışımdır. Üçyüz kişilik bir taarruz cephesi önünde, her yandan yaralar alarak, fakat hiçbir yılgınlık eseri göstermeyerek, kendini saatler ve saatlerce savunan o adam, bana halk destanlarındaki kahramanlardan, ya da din menkıbelerindeki ‘martyr’lerden biri gibi görünüyordu.”

Eleştiriler, SCF’nin üyelerini ve oy verenleri ”mürtecilik” ile suçlama boyutuna vardı. İthamlar SCF’ye gerici unsurların yuvalandığından tutun da ta Fethi Okyar’ın rejim düşmanlığı suçlamasına kadar vardı. Özellikle Ali Çetinkaya, Rasih Kaplan ve Recep Peker, suçlama ve saldırılarını, yeni partinin kapatılmasını isteme boyutuna kadar taşıdılar.

İNÖNÜ’NÜN GAZİ’YE “İRTİCA” OYUNU

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, meclisteydi ve kendine ayrılan locasından görüşmeleri sonuna kadar izledi. Milletin, SCF’ye coşkuyla yönelmesi ve iktidar partisinin muhalefete tahammül gösterememesi, muhtemelen Gazi’nin dahi beklemediği bir ihtimaldi. Fethi Okyar, tek kalmış, bütün gücüyle maruz kaldığı bu haksızlık karşısında feryat ediyordu:

“Serbest Fırka’dan evvel, bütün memleket halkının hükümetten memnun olduğu tarzında sözler söyleniyordu. O zamanlar hükümetten memnun olan halk, belediye seçimlerinde neden birden bire mürteci oluverdi? Bu irtica nasıl göründü? Halk laikliği istemiyoruz, halifeyi istiyoruz mu dedi? Hayır efendiler, halkın davranışını irtica olarak takdim edenler, halkın reyini inhisar altına almak isteyenlerdir.”

İsmet İnönü, devrimlerin kökleşmesi konusundaki hassasiyetini kötüye kullanarak verdiği yanlış bilgilerle, Mustafa Kemal Paşa’nın SCF’nin irtica odağı haline geldiğine, devrimlerin tehlikeye gireceğine ve bir irticai kalkışmanın hazırlıklarının yapıldığına inanmasını sağladı.

Mustafa Kemal Paşa, sezince tarafsız Cumhurbaşkanı statüsünü terk edip CHF’ye sahip çıktı. İsmet İnönü böylece haklarında verilen gensorunun görüşmesinde Mustafa Kemal Paşa’nın muhalefetten desteğini çekmesini sağladı. Baştan karşı olduğu bir muhalefet partisine, görünüşte razıymış gibi davranarak Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini üzerinde toplamadı, fakat bir irtica oyunuyla Gazi’’ye desteğini çektirerek SCF’yi kapanma noktasına getirdi.

Fethi Bey, kuruluşundan 99 gün sonra, 17 Kasım 1930’da Serbest Fırka’yı feshetmek zorunda kaldı. Böylece SCF, daha teşkilatlanmasını bile tamamlayamadan, milli “rahim”de öldürüldü ve siyasi tarihimize bir cenin-i sakıt olarak geçti.

Gazi, zihninde bir takım soru işaretleri olmalı ki halkın tepkisini yoklamak üzere, SCF’nin başarılı olduğu Trakya bölgesine bir geziye çıktı.

FİNAL SAHNESİ MENEMEN’DE

Kubilay’ın katli, işte tam o gergin döneme, SCF’nin ipinin çekildiği günlere rastlar. Menemen’de, 23 Aralık 1930 sabahında, yedek subay Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay bir grup esrarkeş tarafından vahşice öldürüldü. Olayın elebaşısı “mehdi” olduğunu iddia eden Giritli Mehmet’ti. Bugün Emniyet Müdürlüğü raporlarından anlaşılıyor ki Giritli Mehmet ve adamları esrar içerek şehre inmiş ve bu olaylarla Menemen halkının hiçbir ilgisi yok.

Kırkareli’den otomobille Edirne’ye geçen Mustafa Kemal Paşa’ya İnönü’den bir telgraf geldi: ‘Menemen’de irtica ayaklanması oldu!’ 7 Ocak 1931’de Çankaya’da, Mustafa Kemal Paşa başkanlığında, Başbakan İsmet İnönü, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Sıkıyönetim Komutanı Fahrettin Altay Paşa, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Milli Savunma Bakanı Zekai Apaydın’in katıldıkları bir toplantı yapıldı ve Menemen Olayı tartışıldı.

Bu toplantıda Başbakan İsmet İnönü ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya SCF meselesini olduğu gibi Menemen Olayı’nı da yanlış aktardılar. Fethi Okyar anılarında “Gazi’yi inkılapların tehlikede olduğu noktasında iknaya muvaffak oldular.” diyor.

Bölgede hemen sıkıyönetim ilan edildi. Zafer ilkokulu askeri mahkeme haline getirildi. General Mustafa Muğlalı’nın yönettiği Divan-ı Harp mahkemesinde 144 Menemenli yargılandı. 1 numaralı sanık, İstanbul’dan sedyeyle getirilen 90 küsur yaşındaki tanınmış İslam alimi Erbilli Esat Efendi’ydi. Duruşmalar sırasında hastanede vefat etti.

Mahkeme 2 haftada bitti. 37 idam çıktı. İsyancılara sigara satan, ip veren, alkış tutanlar idama mahkûm olmuştu. 9 hükümlü yaşları küçük olduğu için affedildi. 28’i Menemen meydanında idam edildi. Ve Meclis’te fatura, Fethi Bey’e kesildi. Çünkü Menemen’de yerel seçimi SCF kazanmıştı.

SCF’yi kapatış ve muhalefetten kurtuluş oyununun finali, Menemen’de sahnelenmişti. Menemen olayı ile İsmet İnönü devrimlerin tehlikede olduğunu, “irticai kalkışma” hazırlıkları yapıldığını ve gerici unsurların SCF’de yuvalandığını ispatlamış oldu. İsmet İnönü, bir muhalif parti istemeyişinin ardındaki neden Mustafa Kemal Paşa’ya güvenememesi mi? Desteğinin SCF’nin iktidara gelmesi boyutuna kadar süreceğini mi düşündü acaba?

Menemen olayı, İnönü ve CHF'nin devlete hakim olma sürecinde bir dönüm noktası teşkil etti; CHF iktidarını daha da güçlendirdi. İnönü’yü 'eleştirilemez bir konuma' taşıdı. CHF’nin devletle bütünleşme süreci hızlandı.

AMERİKA’NIN GÖZÜYLE MENEMEN

ABD’nin ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew’in anılarının derlendiği ‘Yeni Türkiye’ isimli kitapta Cumhuriyet’in ilk yıllarına damgasını vuran birçok olaya farklı bir pencereden bakılıyor ve ilginç iddialar ortaya atılıyor.

Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof.Walter Johnson ve asistanı Nancy Harvison Hooker tarafından ‘Çalkantılı Dönem, Kırk Yıllık Diplomasi Hatıraları’ ismiyle iki cilt halinde derlenen kitabın Türkiye’yi ilgilendiren bölümleri, Dr. Kadri Mustafa Orağlı tarafından Türkçe’ye çevrilerek ‘Yeni Türkiye’ adıyla piyasaya sürüldü. Diplomasi ve tarih tutkunlarının büyük ilgi gösterdiği kitap, Büyükelçi Grew’in, ABD yönetimine 1920-1945 yıllarında gönderdiği kripto, mektup ve hatıralardan oluşuyor. Joseph C. Grew’in 27 Ocak 1931’de dönemin ABD Dışişleri Bakanı Stimson’a gönderdiği kriptoda, Menemen olayına ilişkin ilginç bir iddia var. Grew, Türk tarihçilerinin aksine, Devrim Şehidi Kubilay’ın kafasının kesilmediğini öne sürüyor. GREW, İsmet Paşa hükümetinin Kubilay’ın yobazlar tarafından şehit edilmesini, devrimleri yerleştirmek için kullandığını şu sözlerle dile getiriyor:

“Manisa, Menemen ve Balıkesir’de sıkıyönetim ilan edildi. 100’den fazla kişi divan-ı harbe verildi, bunlardan 15-20 kadarı hocaydı. Basın, ölü kahraman Kubilay’ı, halkın coşkusunu uyandırmak ve Türk gençliğine -özellikle ordu içindeki genç nesle- Cumhuriyete sadık kalması yolunda nasihatte bulunmak amacıyla kullanmıştır. Kubilay’ın deli cesaretiyle hareket etmiş olduğu yolundaki kanaatin aksine, hükümet kahramanlığı üzerinde duruyor. Şerefine mitingler tertip edildi. Yine de kamuoyu ilgisiz kalmayı sürdürüyor. Anlaşıldığı kadarıyla, bir zamanlar öğretmen olan bu genç subay hakkında bariz bir coşkuya rastlanmıyor. Buna mukabil hükümet ve ordu ziyadesiyle ilgili. Halkla hükümet arasında geniş bir uçurum var.”


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com