Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Kerametleri
Hâlid Turhan Bey anlatıyor: “Bir gün ziyâretlerine gitmiştim. Kütüphânelerinden bir kitap çekip, bir yerini açıp bana verdiler ve; “Buyurun, okuyun!” buyurdular. Arapça idi. Okumaya çalıştım. Yanlış okuyunca düzeltirlerdi. Bir daha okuttular ve gene yanlışlarımı düzelttiler. Sonra; “Türkçe’ye çevirin!” buyurdular. Takıldığım çok ibâreler oldu. Yardım ettiler, hattâ kendileri tercüme ettiler. Bir daha okutup, bir daha tercüme ettirdiler. İyice anlamıştım. Vefâtlarından yirmi sene kadar sonra, kütüphâne müdürlüğü için, Ankara’da imtihana girdim. İmtihanda elime bir Arapça kitap verdiler ve bir yerini açıp, okuyun dediler. Bir de ne göreyim, Abdülhakîm Efendinin verdiği kitap ve açtıkları sayfa değil mi? Okudum, tercüme ettim. İmtihanı kazandım. Kütüphâne müdürü oldum. Ama imtihandan çıkınca, Efendinin bu büyük ve açık kerâmetini görünce hüngür hüngür ağladım.”
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin uzun yıllar hizmetinde bulunan Kayserili pamuk tüccarı Abdülkâdir Bey söyle anlatır: “Bir yaz günüydü. Abdülhakîm Efendi ile Eyyûb Câmiinde öğle namazını kıldık. Sonra hazret-i Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin türbesine girdik. Başka kimse yoktu. Sandukanın ayak ucunda, yan yana diz üstünde oturduk. “Yanıma sokul, gözlerini kapa.” buyurdu. Gözlerimi kapayınca hazret-i Ebû Eyyûb Ensârî hazretlerini ayakta duruyor gördüm. Yanımıza geldi. Uzun boylu, iri yapılı, seyrek sakallıydı. Elini öptüm. İkisi yavaş sesle konuştular. Ben işitmiyordum. Edeple seyrediyordum. “Gözünü aç.” dedi. Açtım. İkimiz sandukanın yanında oturuyoruz gördüm. Sokağa çıktık. İkindi okunuyordu. “Ne gördün?” dedi. Anlattım. “Ben hayatta iken kimseye söyleme.” dedi. Bunu vefâtından yirmi dört sene sonra anlatıyorum.”
Merhum Necip Fazıl diyor ki: “Ben onu 9 yıllık temasım süresince, hiçbir defa, esnemek, kaşınmak, her hangi bir dış manzaraya takılmak gibi her insana mahsus nebati fiillerden herhangi biri içinde görmedim.”