Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
11 Mart 2007 Pazar ya da Bir Nişan Merasimi
Halis ECE
11 Mart 2007 Pazar ya da Bir Nişan Merasimi
Bu gün de, belki birçokları için diğer günler gibi sıradan bir gün. Ama benim gibi belli bir yaşın üzerinde olanlar için hiç de öyle değil. Cumhuriyet dönemimizdeki askeri darbelerden ikincisi olan 12 Mart Muhtırası’nın Arifesi (1971) … Yarın 36. yıldönümü. Gerçi ondan sonra iki askeri darbe daha gördük. Ama hiçbirini unutmak mümkün olmadığı gibi, 12 Mart 1971 Muhtırası’nı da hafızalardan silmek imkânsız. Özellikle de benim için…
Henüz 19 yaşında bıyıkları yeni terlemeye başlamış bir gencim. İslâm’a, insana, ülkesine hizmet şuuruyla yetiştirilmiş, bu mefkûre aşkıyla yoğrulmuş bir delikanlı… Sahib-i zaman tarafından, “Allâh’ın memuru, dînin memuru, Kitâbullâh’ın memuru, Resûlüllâh’ın memuru, füyûzât-ı İlâhî’yi tevzi‘ memuru” olarak vasıflandırılmış ve de vazifelendirilmiş seçkin zümrenin bir ferdi… Ege’nin güzel mi güzel illerinden birindeyim. Vatikan papazlarından birisinin, dünya üzerinde cennetin misali olarak gösterdiği bölgede… (İzmir-Nazilli arası) Ertesi sabah Muhtıra verilmiş, bizler de mürteci yaftası zaten yakamızda olduğu için, aranan adam olmuştuk. Haliyle yerimizde kalabilmemiz imkânsızdı. Peki bu ülkeye, ülke insanına hizmetten geri mi kalacaktık? O yüce memuriyetlerden istifa mı edecektik? Hayır asla! Belki hizmet mahallimiz değişebilirdi; fakat hizmetten geri kalmamız düşünülemezdi. Biz de öyle yaptık. Vatani görevimiz için çağrılacağımız güne kadar farklı yerlerde, farklı hizmetlerde bulunduk. Ama hiçbir şekilde hizmete ara verme, kabuğumuza çekilme, ya da yan gelip yatma gibi bir pısırıklığın içine düşmedik. Zaten bu sebeple karakollara, mahkemelere pek de yabancı sayılmazdık. İlk karakol ziyaretim, ya da zoraki misafirliğim, 18 yaşımda bir ramazan akşamı kendi ilçemizde vuku bulmuştu. Hem de va’z ve teravih namazının ardından… Gecenin 03.30’una kadar.
Bütün bu düşüncelerle güne başlamış, biraz da yarı dalgın vaziyetteyken birden masanın üzerindeki davetiyeye gözüm ilişti… derken hemen ardından hanımın,
- “Nişana gecikmeyelim!” uyarısı geldi.
Gitmemiz, mutlaka gözükmemiz, aynı fotoğraf karesi içinde bulunmamız gerekiyordu. Çünkü nişanlanacak genç bizim oğlanın iş ortağı (önceki işinde), ailesi aile dostumuz… Kız tarafı da uzak sayılmazdı… Aynı meşrebin, aynı çeşmenin müdavimlerindendik. Deyim yerindeyse, her iki taraf da bu yönüyle aynı memeden süt emen insanlardık. Bütün bunlar bir tarafa, “davetliydik!” Davete icabetse, hepimizin bildiği üzere sünnetti.
Pazar günlerinin değişmez/klasik tam kadro sabah kahvaltısı… Anne-baba, oğlan-kız… Kısacası aile meclisinin sıcak sohbetleri… Bu esnada önemli sayılabilecek hususların espritüel tarzda hoş bir havada görüşülüp konuşulması… Haftalık plan-proğram… Akabinde hazırlık safhası…
Bu arada kısa süreliğine bilgisayar ve internet kaçamağım… MSN’de sevgili hemşehrim “Adıgüzel”le gecenin 01:30-02:00 civarı başlayıp virgülle ara verdiğimiz görüşmenin kısa da olsa bir devamı ve tamamı... Birkaç mesaja cevap… Gazetelere ve bazı köşe yazılarına, okumakla bir göz atış arası bakmak… Sonrasında nişan’ın yapılacağı Silvan Sosyal Tesislerine doğru yola çıkış…
Yeri tam olarak bilmiyoruz. Ama kaptana (bizim oğlan) güvenimiz tam. Nasıl olsa o ne yapar-eder bulur. Bana kalsa, prensibim değişmez: “Sora sora Bağdat bulunur” tabirimizden hareketle, yola çıktığım gibi sormaya başlarım. Bu sorma işini bazen öylesine ileri götürdüğüm olur ki, sorduğum adresin önünde hem de orayla ilgili birisine sorduğum bile olur.
Tesislerin bulunduğu Turgut Reis mahallesine geldik. Kısa bir sağa-sola göz atıştan sonra arkadaşın arabasını gördük, hemen arkasına park ettik. Arabadan iner inmez karşıdan gelen üç kafadara tesisleri sormaya kalkıştım ben. Kendi metodumla… Ama öyle anlaşılıyor ki adamlar akşamdan kalma. Pek de beni duyacak duysalar da cevap verebilecek halde değiller. Birisi, ancak kendisinin duyup anlayabileceği bir şeyler söyledi, ardından da hızla uzaklaştılar… Bu arada baktım ki bizimkiler tesisleri görmüş ve o tarafa doğru yönelmişler… Haliyle ben de onları takip ettim, kendi durumumu onlara çaktırmadan… Sen öyle zannet; meğer onlar benim sorma işlemimi görmüş ve aralarında alay etmeye başlamışlar bile… Babam gene kendi sünnetini ihmâl etmedi diye…
Tesislerin bahçesinde, başta müstakbel damat, kardeşi ve yeğenleri tarafından karşılandık. Girişe adımımızı attık, aile büyüklerinin “hoş geldin!”i… Ardından salondaki gösterilen yerimize, diyecektim ama, değil; birkaç haftadır görüşemediğimiz iki samimi arkadaşla göz göze geldik. Onlar hemen benim için aralarında bir yer açtılar ve mecburen oraya oturduk.
Merasim faslı başladı… Tabii her toplum kendi inanç, kültür ve meşrebine göre bir proğram tensip ediyor. Bizim davet sahibi aileler ve davetliler, tamamı değilse de çoğunluk dini hassasiyeti olan insanlar. Dolayısıyla kurra hafız bir kardeşimizin aşere-i takrib üzere okuduğu Kur’an’ı dinledik. Ardından güzel sesli birkaç arkadaşımız bazı şeyler okudular, ilahi-kaside nev’inden… Bir arkadaşımız da, hemen her toplantı ve davetlerde olduğu gibi, klasik türden “günün mana ve önemini” belirten -itiraf edeyim- pek de sıkıcı olmayan bir konuşma yaptı. Ardından bir arkadaşımız da dua… Sonrasında ise gelsin ikramlar… İkramlar üzerinde sanırım durmaya değmez. Hemen hepimizin bildiği türden tatlı-tuzlu pastalar, sıcak-soğuk içecekler…
Sonrasında ikili-üçlü-beşli görüşüp konuşmalar… Hasret gidermeler. Fırsattan istifade, “yahu şu bizim çocukları ne zaman nasıl nişanlayıp evereceğiz?” takılmaları… birbirine verilen, verilmeye çalışılan mesajlar… Hani “Emret Bakanım”da bakanın müsteşarı Hanfry bir cenaze törenine katılır ve pekçok kişiyle önemli görüşmeler yapar ve “Bu cenaze çok verimli geçti” der ya… İşte bizim nişan da onun gibiydi, çok verimli değilse de pek de verimsiz sayılmaz. Tabii bu arada kameralar çalışıyor, deklanşörler boş durmuyor, flaşlar patlıyor, grup grup hatıra fotoğrafları çekiliyor. Bizimkileri de unutmayın, getirin dedik. Bir arkadaş takip edeceğini söyledi… Bakalım. İnşaallah Unutmazlar…
Nişan oldu bitti. Dönüyoruz. Dönüş yolunda trafik hayli kalabalık. Yollar oldukça sıkışık. Ama gene kaptana güvenimiz tam, içimiz rahat. O ne yapar-eder, açık bir güzergâh bulur ve bizi fazla strese sokmadan menzil-i maksuda ulaştırır. Nitekim öyle de oldu. Ara sokaklardan, yan yollardan derken… bir de baktık ki Dörtyol’a gelmişiz. O da ne! Dörtyol’da alışılmışın dışında bir hareketlilik var… Kalabalık bir emniyet ordusu, polis panzerleri, hatta bunlara ilaveten zabıtalar… Halkımızı bilirsiniz; pek meraklıdırlar… Hiçbir ilgisi olmasa bile, sırf ne var ne yok diyerek durumu öğrenmek, merakını gidermek için toplanır. Bu arada bizimkiler de,
- “Ne oluyor, ne var, olay mı var, büyükler(!)den birisi mi gelecek acaba?” filan demeye başladılar…
Ben de,
- “Nasıl olsa eve 150-200 m. Çok merak ediyorsanız gelir öğrenirsiniz… Yoksa da akşamleyin TV’den seyredersiniz” deyip yürümemizi, dolayısıyla trafiğin akmasını sağlamaya çalıştım. Başarılı da oldum. Yoksa dediğim gibi, millet durmuş, merakını gidermeye çalışıyor. Vaziyet, trafik kazası seyrederken yeni bir kazaya sebep olanların durumuna dönmek üzere. Yol tıkanmış, arkada kuyruk uzamış, sebep de kendisiymiş… Hiç umurunda değil kaptanların.
Hasılı eve geldik, ikindiyi kıldık ve bunları kâğıda (pardon bilgisayara) dökmek geldi içimden. Beğenirseniz, siz de deneyebilirsiniz.
Hoşça kalın.
Saygıdeğer hocam ellerinize sağlık. Yine mükemmel üslubunuzla mükemmel bir anı kaleme almışsınız. Anı okumasını pek sevmem ama sizin yazılarınızı bir kelime dahi atlamadan okuyorum ve bundan zevk alıyorum. Hatta şimdi yazınızı tüm aileme (anneme, babama, anneanneme, kardeşime) oludum. Bu güzel üslubunuz için teşekkür ediyorlar. Allah razı olsun.
Bahsini ettiğiniz geçmişe daha doğrusu geçmişinize dönecek olursakk eğer; Temennimiz o günlerin bir daha yaşanmaması ve o acılı günleri yaşatan insanların layığını bulmaları.
Tekrar teşekkür eder hayırlı akşamlar dilerim
güvercin
İNSANI TÜKETEN YOLLAR DEĞİL; ERİŞEMEĞİ MUTLULUKLARDIR:( sevgi ve muhabbetle güvercin
Sevmediğiniz anı okumayı bile sevmeye başlamanız, zannederim bana da bu tarzı benimsetecek. Çünkü bazı şeyleri farklı üslupla anlatmak, yazan açısından zor, meşakkatli ve sıkıntılı da olsa okuyan açısından rahatlatıcı olabiliyor.
Senin üslubun da fena değil. Tabii ki zamanla oturacak. Ama şimdiden görünen o ki, akıcı bir anlatım tarzın var. Külfetsiz, sıkıntısız, gayet rahat bir dille satırlara dökebiliyorsun duygu ve düşüncelerini...
Gene içten gelerek yaptığına inandığım o güzel duaların için de hudutsuz "âmin"ler diyorum.
Hayırlı geceler dilerken, tekrar teşekkür ve selamlar...
Herkese selamlar,
Sizin yazılarınızı okurken sürekli İstanbul'u hatırlamaktan rahatsızım doğrusu. :)
Trafik hayli sıkışıktı dedinizde; aklıma ordayken okula gitmek için ne kadar zorlandığım geldi. Yolda üç saat bekleyip arkadaşlarımla okula yürümeğe karar verdiğimizi hatırlıyorum.. Yağmur yağdığında hep yolda kalırdık..
Trafiğin sıkışık olmasına boğazdayken sevinirdim :)
Nişan merasimi konusuna deyinmeden geçmek istiyorum. Bu konu beni korkutuyor hayli.. Son olarak ise bir pazar gününüzü bizimle paylaştığınız için teşekkür ediyorum.
Selamlar..
Şu muhteşem uslûbunuzla yazıları kaleme almanız, olayın ahengine başka bir renk katıyor. Teşekkürler...
Şu muhteşem uslûbunuzla yazıları kaleme almanız, olayın ahengine başka bir renk katıyor. Teşekkürler...
Uslubunuzun akıcılığı tartışılmaz.Cenab-ı Hak(cc),hakka hizmette karşılaştığınız sıkıntıların ecrini; hem dünyada, hem de ahirette ihsan eylesin.
Yazılarınızda zaman zaman rastladığım ifade ki;''Sahib-i zaman'' bundan kasıt kimdir? Merak ettim.Uygun düşmez ise;cevaplamayınız.
__________________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh...
Bu pazar yazılarını, taşradaki sevgili arkadaşlarımıza İstanbul'u hatırlatıp rahatsızlık vermek niyetiyle kaleme almadığımı... Bilakis, "Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer" tabirimiz mazmununca, hiç olmazsa hatıralarıyla huzur bulmalarına yardımcı olmak için dile getirmeye çalıştığımı tahmin etmek güç olmasa gerek. :D Zaten kardeşimiz de bunu şaka yollu söylemişler. Teşekkür ediyorum.
Güzel İstanbul'umuzun trafik derdi maalesef müzmin. Bunu bilmeyen, gelip de yaşamayan kimse hemen hemen yok gibi... Ama yine kardeşimizin çok da hoş bir şekilde vurguladığı üzere, öyle anlar, öyle mekânlar var ki Belde-i Tayyibe'de, o zaman ve zeminlerde siz kendiliğinizden, içinizden gelerek trafik aksın istemiyorsunuz. Coğrafya eşsiz-doyumsuz, tarihi yapılar -bütün ilgisizliklere, bakımsızlıklara rağmen- o kadar muhteşem ki, bir şey söylemek sanırım gereksiz. Bu arada bir şeyi itiraf edeyim; her şeye rağmen İstanbul'un trafiği, gün geçkitçe daha çekilebilir-katlanılabilir hale geliyor. Geride bıraktığımız yıllara göre bugünün daha iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eskiden karikatüristler için kara mizah konusu olurdu. Şu an bir tanesini hatırlıyorum: Patron sekreterine diyor ki, "Bu evrakın acilen filan yere götürülmesi lazım. Sür'atle veriver de gel. Sakın vasıtaya filan binmeye kalkışma, çünkü çok acil" diyor. Adam haklı; yaya 15 dk.'lık bir yere, otobüsle 45 dk.'da gittiğimi hatırlıyorum o yıllarda...
Nişan merasimininse hiç de korkulacak-çekinilecek bir yanı-yönü yok. Gayet normal. Her şey zaten belli bir gelenek-görenek sistemi içerisinde yürüyor. Pek de müdahaleyi gerektiren bir tören değil. Tabii ki şefi vardır. Ama şefin olduğu bile belli olmuyor. Ha bana sorursanız; böyle klasik alışılagelmiş, ne yapılacağı-edileceği belli, sürekli aynı şeylerin tekrarından ibaret merasimlerden oldum olası sıkılırım. Mecbur kalmadıkça içinde olmamaya çalışırım. Hatta bugün kendi nişanım-düğünüm olacak olsa, sanırım ısmarlama yapmayı-yaptırmayı yeğlerdim gibime geliyor. :D Malum, zevkler ve renkler münakaşa götürmezmiş. Sağlık olsun. Rabbim her şeyin hayırlısını versin, rızasına uygun olanını yaptırsın.
Yazıyla ilgilenip okuyan, yorumda bulunan, en azından güzel dualarını esirgemeyen tüm kardeşlerime teşekkürler ediyorum.
Tekrar selam ve muhabbetler...
Not: "Sahib-i zaman" terkibinin kim ya da kimler için kullanıldığı tasavvuf erbabınca malumdur. Her zamanın mutlaka bir sahibi vardır. O da Cenab-ı Hakk'ın tayin ettiği zattır. İlla ki kimin olduğunu bilmemiz de şart değildir, inanmak kâfidir. H. E.
Siz İstanbul'dan sık sık bahsettikçe hatıralarıyla gerçekten huzur buluyoruz. Allah razı olsun. Mevla Zatına hakiki kul, Rasülüne hakiki ümmet ,Sahib-i Zamana hakiki, evlat eylesin....
Teşekkürler sevgili F-GONCA...
Rabbim cümlemizden râzı olsun.
Güzel dualarınız için de hudutsuz "âmin"ler.
Selam ve dua ile...
hep darbeleri,o zor günleri büyüklerimizden birebir yaşayanlardan dinleyebildim.halimize şükretmek bugünlere nasıl gelinebildiğini öğrenmek gerek...Allah razı olsun...
Bu samimi yazının altına samimi bir itiraf edeyim. Hocam doğruya doğru bende kıskanıyorum sizi :) İstanbul ziyaretlerim bir elin parmağını geçmeyecek kadar az, onlarda da yangından mal kaçırır gibi :( Sizin gibi İstanbul’da yaşayıp da kıymetini bilenlere biraz imrenme, birazda tatlı bir kıskançlık besliyorum içimde :)
Yine ilk paragraflarda önemli bir konuya değinmişsiniz… Gerek şanlı tarihimiz olsun gerekse yakın tarih olsun gençler tarafından bilinmemekte, bilinenlerde yalan yanlışlarla dolu. Yaşadığınız askeri darbeleri müsait bir zamanınızda kaleme alırsanız çok memnun oluruz hocam. (Yine yüzsüzlük ettim farkındayım ama napalım sizin gibi ilmini aktarmayı seven birini bulmuşken bırakmak doğru olmaz :D ) Birde bu konuda tavsiye edebileceğiniz bir kitap var mı?
Nişan ve düğün merasimlerinden, çok yakın akraba olmadığı müddetçe pek hoşlanmıyorum. Ama siz öyle tatlı anlatmışınız ki; bir düğün daveti olsa gitmek isteyeceğim nerdeyse. Bu yazınız daha bir başka tatta olmuş. Sanırım aileyi daha çok ön plana aldığınız için. Rabbim ailenizin huzurunu bozmasın, hep böyle beraber omuz omuza olursunuz inşallah…
Teşekkür ediyorum…Selam ve Saygılar…
Sevgili HADIME ve ŞER-I;
Hani "Tarih tekerrürden ibarettir"denilir, şair de "Hiç ibret alınsaydı, tekkerrür mü ederdi!" der ya, inşaallah ibret alması gerekenler, gerekli ibret derslerini almışlardır ve bir daha aynı senaryolara-oyunlara maruz kalmayız.
Sevgili ŞER-İ, bildiğiniz gibi yüce dinimiz "hased"i yasaklamış ama, "gıpta" etmeye mani olmamış. O bakımdan gıpta edebiliriz, imrenebiliriz; yani başkalarının sahip olduğu nimetleri kıskanmadan, onlara kendimizin de sahip olmamızı istemekte tabii ki bir mahzur yok. Rabbimizin kudreti her şeye kaadir. Olmaz olmaz yok. Niye olmasın! Her şey mümkün.
Türkiye'de olup bitenlerle ilgili, hele de yakın tarihle ve söz konusu ettiğin olaylarla alakalı pek çok eserler var. Burada sayıp dökemeye sanırım gerek yok. Siz hangilerine ulaşabilir, neleri temin edebilirseniz okuyunuz derim. Bizim o meselelere temasımız, işte böyle ancak bir vesileyle olur. Başlı başına bir çalışma yapmaya, o alanlara ayıracak vaktimiz olacağına pek kanaatim yok. Hayırlısı olsun. Önemli olan, olayları doğru bir şekilde öğrenebilmek. O da, bilginin harman olduğu bu devirde pek zor olmasa gerek.
Dediğiniz gibi merasimler, herkes için farklı şeyler çağrıştırıyor. Zevkler-renkler tartışma götürmüyor malum. Ama bazı şeyler var ki, onu bir vazife olarak yapıyoruz. Mesela Müslümanın Müslüman üzerindeki hakları mevzuunda geçen maddeler gibi... Ki, nişan-düğün, hasta ziyareti, cenaze teşyii vs.
Rabbimiz, attığımız her adımı, yaptığımız-yapmaya çalıştığımız her şeyi rızasına muvafık kılsın.
Selamlar...
HEM YAZILARINIZDAN MEMDE CEVAPLARINIZDAN ÇOK ŞEY ÖĞRENİYORUZ KARDEŞİM.. SAĞOLASIN. SELAM VE DUA İLE..
Rabbim cümlemize hem faydalanmak hem de faydalı olabilmeyi nasip eylesin değerli kardeşim... Sen de sağolasın...
Mukabil selam ve dualar...