Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


:.: Ya O, Ya Ben :.:

Ya O, Ya Ben

Biri diğerinden ayrılmaz ve ayıramayız da...
Abdullah dediğimizde hemen Abdurrahman akla gelir. Ve gelmeli de...
"-Daha evvel demiştim. İki isim, işte..."
Cennetle müjdelenmiş kimselerden. İsmine layık Hz. Abdurrahman bin Avf anlatıyor:
"-Bedirde saftaydım. Yoruldum. Bir ara biraz çekilip dinleneyim" dedim.
Bir de ne göreyim sağımda ve solumda yaşları küçük iki çocuğun arasındayım:
Muaz...
Muavviz...
Birisi kolumu çekti. Arkadaşından gizli bir şey sormak istedi. Kulağımı verdim:
"-Amca bana Ebû Cehil'i göstersene..."
"-Yeğenim onunla ne işin var senin?"
"-Ben onun Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) sövüp hakâret ettiğini duydum. Allah'a söz verdim. Bugün ben, ya onu öldüreceğim veya onun tarafından şehid edileceğim."
Sol tarafımdaki de arkadaşından gizli bir şey sormak istedi. Eğilip kulağımı verdim:
"-Amca, bana Ebû Cehil'i göstersene"
"-Yeğenim onunla ne işin var senin"
"-Ben onun Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) sövdüğünü duydum. Allah'a söz verdim. Bugün ben ya onu öldüreceğim veya onun tarafından şehid edileceğim."
Ben bu iki yiğidin arasında sevincimden ve hayretimden adeta kendimden geçtim.
Müşrikler arasında bir lakırdı: "Bugün kimse Ebû Cehil'in yanına sokulamaz."
Baktım karşıda Ebû Cehil arkadaşları arasında çalım satarak dolaşıyor.
"-İşte bakın, şu karşıdaki, sizin bana sorduğunuz kimsedir." der demez o iki yiğit, doğanların üşüştüğü gibi süzülüp başına üşüştüler. Hz. Muaz'ın kılıcı ile bacaklarından biçilen Ebû Cehil; çekirdeğn, değirmen taşında öğütülürken çıkan ses gibi ses çıkararak yere yuvarlandı.
Bu sefer her ikisi de Efendimiz'e (s.a.v.) koşarak "Yâ Resûlellah; Ben Ebû Cehil'i öldürdüm" dediler. Efendimiz (aleyhisselâm):
"-Kılıçlarınızı sildiniz mi?"
"-Hayır silmedik."
"-Getirin bakalım."
Getirdiler, Efendimiz (Aleyhisselâm) iltifat buyurdular:
"-O'nu her ikiniz de vurmuşsunuz."
Bir rivâyette:
Hz. Muaz, Ebû Cehil ile uğraşırken, arkadan henüz müslüman olmamış Ebû Cehil'in oğlu İkrime geldi. Ve kılıcı indirdiği gibi Hz. Muaz'ın kolunu kesti. Kol ancak deri ile tutunuyordu. Yiğidimiz savaşa devam etti. Kolunu arkasından sürükleyerek.
Bir ara kolunu balta gibi omzuna attı. Çünkü rahat hareket etmesine mani oluyordu. Kol omuzundan da düşüyordu. Buna dayanamayan Hz. Muaz kopuk kolunu yere yatırdı. Ve üzerine ayağı ile bastığı gibi onu yerinden iyice kopardı. Ve kolunu bıraktı gitti.
Allah Rasûlü (s.a.v.) onu bu halde görünce:
"-Kolun nerde?" dedi. Hz. Muaz meseleyi anlatınca kolunu getirmesini emretti. Mübarek tükrüğünden bir parça kopan kolun yerine sürdü, kolu yapıştırdı Ve:
"-Haydi gidebilirsin." dedi.
Hz. Muaz sanki ortada kopan bir kolu yokmuş gibi sapasağlam olarak yaşadı.
Hayatına bin bârekallah.


Hikayeler ve Kissalar

MollaCami.Com