Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


"Allah" ism-i celâli, "tanrı" ve benzeri isimler...

Halis ECE

"Allah" ism-i celâli, "tanrı" ve benzeri isimler...


Allah” ism-i celâlinin diğer İlâhî isimler içindeki rütbesi-mertebesi farklıdır. Bu ism-i zat; bütün isimleri, sıfatları ve fiilleri kendisinde toplamış; Hâlık Teâlâ’nın (yüce yaratıcı) en büyük/en muazzam ismidir. Yani “Allah” lafzı zatı ile ism-i a’zam, “el-Hayyü’l-Kayyûm”(1) da sıfatı ile ism-i a’zam’dır.

Allah lafzı, hakiki ma’bûdun yani kendisine kulluk edilmeye lâyık tek ve eşsiz zatın hususi ismidir ve güzel isimleri arasında en meşhurudur.

Allah Teâlâ; kâinatı yoktan var eden, ayakta tutup varlığını devam ettiren tek ve mutlak varlıktır. Onun tasarrufunu eşyanın üzerinden bir an bile uzak tutmak kabil değildir.

Lafza-i celâl” de denilen bu yüce isimde, diğer Esmâ-i hüsnâ’da olmayan hususiyetler vardır. Bir defa hiçbir lisanda Allah isminin tercümesi, tam karşılığı yoktur. Binaenaleyh -semâ ve şafak demek olan “tan”dan mürekkep ve ilah, mevlâ, hüdâ mânâlarında kullanılan- “Tanrı”(2) kelimesi de dahil hiçbir isim “Allah” ism-i celâlinin karşılığı olamaz.(3) Her şeyden evvel Lafza-i celâl dahil Cenâb-ı Hakk’ın bütün isimleri tevkîfidir, değiştirilemez. Bir başka isim onun yerine geçemez.

Bu meseleyi dilerseniz bir de son devrin büyük alim ve müfessirlerinden M. Hamdi Yazır’ın "Hak Dini Kur`an Dili" isimli eserinden takip edelim. Şöyle diyor Elmalı'lı merhum (açıklama ve sadeleştirmelerle):

"Gerek hâs (hususi-özel) isim olsun gerek alem (nişan-alâmet, genel) ismi; Allah ism-i celâli ile Allah’tan başka hiçbir ma’bûd anılmamıştır. ‘Sen O’nun bir adaşı olduğunu biliyor musun?’(4) âyetinde de buyurulduğu gibi O’nun adaşı yoktur. Bundan dolayıdır ki Allah hâs isminin tesniyesi (ikilisi) de cem’îsi (çoğulu) de yoktur. O halde ancak isimlerin birden çok olması caizder. Hatta özel ismi bile birden çok olabilir; dolayısiyle muhtelif lisanlarda Allah Teala’nın ayrı ayrı özel isminin bulunması mümkündür ve şer’an (dinen) caizdir.

"Bununla birlikte, maruf ve meşhur lisanlarda buna müradif (eşanlamlı) bir isim bilmiyoruz. Mesela (Farsça) Tanrı, Hudâ isimleri ‘Allah’ lafza-i celâli gibi özel isim değildir. İlah, Rab Ma’bûd gibi umumi (genel anlam ifade eden) isimlerdir. Hudâ Rab demek olmayıp da ‘Hud’ay’ kelimesinin hafifletilmiş/kısaltılmışı ve “vâcibü’l-vücûd” (mutlak var olan) demek olsa yine özel isim değildir.

"Arapça’da ‘ilâh’ın cem’înde (çoğulunda) ‘âliha’, ‘Rabb’in cem’inde ‘erbâb’ denildiği gibi, Farsça’da ‘hudâ’nın çoğulunda ‘hudâyân’ ve lisanımızda ‘tanrılar, ma’budlar, ilahlar, rablar’ denilir. Çünkü bunlar, hem haklı (hakiki ilah) hem haksız (sahte) ilahlar için kullanılır. Halbuki ‘Allahlar’ denilmemiştir ve denemez. Şayet böyle bir tabir işitirsek, söyleyenin cahilliğine veya gafil olduğuna hamlederiz (yorarız).

"Son yıllarda edebiyatımızda saygı maksadıyla özel isimlerden çoğul yapıldığı, mesela ‘Ebussudlar, İbnikemaller’ denildiği bir gerçek ise de, ‘Allah’ın birliğine delalet eden ‘Allah’ ism-i celâlinde böyle bir tabir/ifade ta’zim (saygı) maksadına aykırı olduğundan dolayı hem gerçeğe, hem de edebe aykırı sayılır. Bu azameti (yüceliği) ancak Allah Teala kendisi ‘Biz’ (İnnâ, nahnü…) diye gösterir.

"Halbuki ‘tanrı’ adı böyle değilir, ma’bûd ve ilâh gibidir. Bâtıl (hak olmayan) ma’bûdlara da ‘tanrı’ cins ismi verilir.

"Müşrikler birçok tanrılara taparlardı. Fülancaların tanrıları şöyle, falancalarınki şöyledir denilir. Demek ki ‘tanrı’ cins ismi, ‘Allah’ hâs (özel) isminin müradifi (eşanlamlısı) değildir, daha umumi manadadır. Bundan dolayı ‘Allah’ ismi ‘tanrı’ adı ile terceme olunamaz. Bunun içindir ki Süleyman Efendi (Çelebi) Mevild’ine ‘Allah’ adıyla başlamış, ‘tanrı adı’ dememiştir. [Ve o bahrin sonunda, ‘Birdir Allah, andan artık tanrı yok’ diyerek tanrı kavramını ilah karşılığında kullanmıştır.]

"Bu açıklamanın tamamlanması için bir kelime daha sölmeye lüzum hissediyoruz. Fransızca ‘diyö’ kelimesi dahi ilah , tanrı kelimeleri gibi bir cins isimdir, onun da çoğulu yapılır. Onu özel isim gibi büyük harf ile göstererek kullanmak hakikati/gerçeği değiştirmez. Bunun için Fransızlar, ‘Lâ ilâhe illallah’ kelime-i tevhidini terceme edememişler, mealen tercemesinde de, ‘yalnız diyö, diyödür’ yani ‘yalnız ilah ilahtır’ diyorlar.

"Görülüyor ki hem ilah, hem ‘Allah’ yerinde diyö demişler ve ‘Allah’ ism-i celali ile ‘ilah’ cins ismini birbirinden ayıramamışlardır. Ve her ikisini de özel isim gibi yazmalarına rağmen, ‘diyö’ ancak ‘ilah’ kelimesinin tercemesi olmuştur. Bu ise ilk bakışta bir haşiv (laf kalabalığı) ve anlamsız bir söz gibi görünmekte, nefy ve isbat ile zahiren bir tenakuz numunesi arz etmektedir. [Yani aynı kelimeleri önce olumsuz yapmak sonra olumlu kılmak, görünürde bir çelişki örneği sergilemektedir.] ‘Diyö’den başka diyö yok, yalnız diyö diyödür’ demek, görünürde ya bir haşiv (boş söz) veya bir tenakuz/çelişkidir.

"Halbuki ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen öyle demiyor, ‘Allah’tan başka tanrı yoktur’ diyor. Ve asla içinde çelişki ve tutarsızlık olmayan açık bir tevhid söylüyor (Allah’ın birliğini ifade ediyor).

"Bundan başka Fransızca’da diyö’nün özel isim olabilmesi Allah’ın Hz. İsa’nın şahsında ceset ve şahıs şekline girme düşüncesine dayanır. Bu noktalardan gafil olanlar, ‘diyö’ kelimesini ‘Allah’ diye terceme ediyor; hatta ‘Allah’ dediği zaman bu terceme diliyle ‘diyö’yü söylüyor.”(5)
***
Arapça yazılışı itibariyle Allah kelimesinde dört harf vardır:

Bir Elif, iki adet Lâm ve bir de .

Bu mübârek lafızdan Elif alınacak olsa, “Lillâh” (Allah için), birinci lâm alınacak olsa, “Lehû” (O'nun için), ikinci lâm da alınacak olsa “”(6) (O) kalır. Eğer “” da alınsa, o zaman, yaşayabilmek için aldığımız havayı dışarı verirken “” diyerek yine onu isbat ederiz.

Demek ki Allah isminde her harfin bir mânâsı vardır. Elif Allah Teâlâ’nın zatına, birinci Lâm aklın sûretine, ikinci Lâm rûhun sûretine, He de nefsin sûretine delâlet eder.

Allah kelimesindeki harflerin müfredâtı, yani Ebced hesabıyla sayı değeri 66’dır. Dilimizdeki “Altmış altıya bağlamak” tâbiri, işi Allâh’a havâle etmek mânâsınadır.
***
İslâm’da Allah inancı “Kelime-i Tevhid”(7) ile yani “Lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur) cümlesiyle en veciz (özlü) bir tarzda anlatılmıştır.

Bütün peygamberler ümmetlerine her şeyden önce tevhid inancını öğretmeye çalışmışlardır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak, Sevgili Peygamberimize hitâben şöyle buyurmuştur: “Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki, ona, ‘Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin!’ diye vahyetmiş olmayalım.”(8)

Yeryüzündeki bütün dinlerde ortak esasın Tevhid inancı olması gerektiğini bildiren bir âyetse şöyledir:

“(Resûlüm) de ki: ‘Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim; ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allâh’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın.’ Eğer (buna rağmen) onlar yüz çevirirlerse, işte o zaman, ‘Şâhit olun ki biz Müslümanlarız!’ deyin.”(9)

Allâh’ın zatını idrâk etmek, bu ismin esrârını müşâhede edebilmek bizim için imkânsızdır. Sınırlı insan aklı ile ancak onun sıfatlarının bir kısımını bilebilmek belki mümkün olabilir. İzin verip lûtfettiği nisbette...

Ne güzel söylemiş şairimiz:

Ta’rife gitmemektir evlâ
Ta’rife gelir mi hiç Mevlâ.
Muallim Nâci


DİPNOTLAR
(1) “el-Hayy”, bütün âlemleri yoktan var edip hayat veren demektir. Ancak sadece hayat vermek kâfi değildir, onu tutup muhafaza etmek icap eder. Hz. Mevlâ, “el-Kayyûm” ism-i şerifleri ile de yarattığı bu kâinatı ayakta tutmakta, hayatiyetini devam ettirmektedir.
(2) Şemseddin Sâmi, Kamûs-i Türkî, İstanbul, 1316, s. 429.
(3) “Allah’ Cenâb-ı Hakk’ın zâtını, sıfatlarını, fiillerini hep birden ifade eden lafza-i celâldir. Bütün kemâl sıfatları ondadır. Hak ve bâtıl ma‘bûdlara ıtlak edilen ve cemi‘lenen ‘Tanrı’ kelimesi onun yerini tutamaz. Allah lafzı cemi‘lenemez. Allah, Allah’dır.” Çantay, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, İst., 1976, 1, 12.
(4) Meryem sûresi, 19/65.
(5) Hak Dini Kur’an Dili, Elmalı’lı Muhammed Hamdi Yazır, Eser Kitabevi, İstanbul, byy., 1, 24-25. Daha geniş bilgi için zikri geçen sayfaların öncesine ve sonrasına bakılabilir.
(6) “Hû”, nahiv ilmine göre zamir, tasavvuf ilmine göre isimdir. Arap lisânında hiçbir ismin sonu “vav”, öncesi de ötüre değildir; ancak “Hû” ism-i şerifi müstesna... O da Hz. Mevlâ’ya mahsus bir isimdir.
(7) Tevhid, Sûrî ve Hakiki olmak üzere iki türlüdür. Sûrî tevhid, insanı “Galata köprüsü”nden bile geçiremez; çünkü o yalnız dildedir. Hakiki tevhid ise kalpte olur. İnsanı hem dünyada hem de âhirette en ulvî (yüce) makamlara kavuşturur. Buna Tevhîd-i ihlâs da derler. (Süleyman Hilmi Tunahan k.s. hazretlerinin sohbetlerinden)
(8) Enbiyâ sûresi, 21/25.
(9) Âl-i İmrân sûresi, 3/64.

Allah lafzındaki harflerin müfredâtı, yani Ebced hesabıyla sayı değeri 66’dır.

Dilimizdeki “Altmış altıya bağlamak” tâbiri, işi Allâh’a havâle etmek mânâsınadır.


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com