Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Bir mühtedî için hangisi daha zor?

Bir mühtedî için hangisi daha zor?

Mühtedi, hidayete eren, eski inancını ya da inançsızlığını bırakıp İslâm’ı kabul eden anlamına geliyor. Peki bir mühtedi için hangisi daha zor, yeni bir dini kabul etmek mi, eski durumundan sıyrılabilmek mi?

Asım Kahveci’nin haberi, haber7, 20 Mart 2007

Râna’da Osmanlı’nın çöküş günlerine hassas bir kızın gözleriyle bakan Osman Necmi Gürmen, bu kez okurlarını Kanuni’nin, Barbaros’ların, Turgut Reis’lerin Akdeniz’ine götürüyor..

Osman Necmi Gürmen, Kanat Yayınları arasından çıkan Mühtedi / Kiliseden Camiye romanında seçtiği tarih sahnesi tarihin alaycı yanına gönderme yapıyor sanki: İspanya’da Endülüslerle başlayan hakimiyet çökerken Osmanlı ihtişamının doruğundadır. Akdeniz kavgaların karalardan denizlere taşındığı, gerçek kudreti ve hakimiyeti belirleyecek hakemdir aynı zamanda. Ama Osman Necmi tarihi bir bilim değil, bir yaşam olarak algılıyor.

Romanını tek bir kahramanın gözünden anlatırken, tarihin tekerrürden ibaret donuk bir bilim değil, tekerrürün insan kalbini ve ruhunu yok etmeyen, derinlerdeki köklerine çağırarak daha da duyarlı kılan gerçekliğini ön plana çıkarıyor. Masum bir çocukluk aşkı yüzünden bağnaz ailesinin hışmına uğrayan Luc, saklandığı bataklıkta mühtedi bir deniz korsanı olan Uluç Ali Reis tarafından bulunduğunda daha çocuk yaştadır.

İşte ihtişamın doruğu ve çöküşün başlangıcı olan bir tarih bu çocuğun gözlerinden anlatılır romanda. Kendisini bulan ve merhametle sahip çıkan, evlat edinen Osmanlı İmparatorluğunun ünlü kaptanı deryası Kılıç Ali Paşa’nın hayatını, bir tarihin karanlık sayfalarını aydınlatarak anlatmaktadır Luc, yani Ali. Amacı, tutsağı, kölesi ve oğlu olduğu bu yüce gönüllü kaptanın, “kaderin cilvesiyle ihtida eylemiş bu ozanın açmazını yazmak, o açmazı bilen, sezen, anlayışla karşılayan, haşin görünümlü, altın kalpli o sevgili canın iç aleminde kıvranan girdapları yazmak, tarihe mal olsun diye.”

OSMANLI’NIN HAKİMİYETİ

Okuyucu kitapta, ihtişam ve kudret abidesi Osmanlı’nın Barbaros Hayreddin Paşa ile başlayan denizler üzerindeki abidevi hakimiyetini üç büyük kuşak boyunca tarihin içinden izlemek fırsatı buluyor. Turgut Reis’le devam eden bu güçlü egemenliğin son halkası Kılıç Ali Paşa’nın ibret ve hüzün dolu yaşamını ise, edebiyatın sihirli gücüyle adeta zaman içinde yolculuğa çıkarak, bütün bu tarihi sanki yaşayarak anlatıyor yazar.

İktidar hırsının “nice değerli insanı, nice insani değeri tereddüt eteksizin ezip geçtiği” bir çağda, “kendinden, hemcinsinden, yengiden, yenilgiden, geçmişten, gelecekten” sorumluluk duyanlarca yazılmış bir tarihin romanı bu. Yazar, “tarihi olaylara şahitlik etmekten bezdiğinde, zamanı mekanı bir kenara bırakıp, yitirilmiş bir kelamı ararken bitkin düşmüş şairin hayalinde canlanan hikayeler”, yani ki efsaneler anlatıyor, kalbin zamana direnen şiiriyle. Roman, Veni, Vici, Vidi diye üç ana bölüme ayrılıyor.

Bu bölüm adları, hayatı bir destan ve efsane olarak bu muhteşem romanda bir kez daha ölümsüzleşen Kılıç Ali Paşa için eminim Cesar’dan daha çok yakışıyor Osman Necmi Gürmen’in muhteşem anlatısıyla. Okuyucu da, her bölümü büyük bir ihtimalle yaşayarak okuyacak ve romanın sonunda efsanevi bir tarihten kalan hüzün ve ihtişamla mırıldanacaktır: veni, vidi, vici. Hırsla değil tevekkülle yazılan bir tarihi, aşkın hüzünlü diliyle anlatırken Luc Ali, “kilisenin dogmasına uymayan mı, gönüldeki sevgiyi koparıp atan mı, kim dönek,” diye soruyor, çocukluğunun sisli anılarından gülümseyen Emilya’nın yüzüne bakarken. Aşkı, tarihin beyhude bir zaman olmadığının kanıtı kılarken Osman Necmi Gürmen, “gelecek nesillere, sevgi peşinde helak olmuş bir ömrün hikayesini bırakıyor.”
***
Romandan alıntılar:

Hangi istikamette gidersek gidelim, Kutupyıldızına sevdalanmış gibi kuzeyden başka yöne dönmeyen o kerteli kutunun içindeki yassı ibre silahtan, zırhtan, sarmısak kokusundan, gebe kadınlardan, hele hele ettiği yemini hiçe saymış döneklerden hiç mi hiç hoşlanmazmış. Bunlardan birini yakınında hissettiği an rotayı ters yöne çevirtir, kaptanı yanıltırmış… Dönek olup olmadığımı anlamak için o tılsımlı ibrenin başına dikildim. Başaşağı ettiğim kum saati zamanı saymaya koyuldu. Dönek miydim?
***
Deniz, bir kuyruk darbesiyle karinayı delecek ejderler, insan etine düşkün sivri dişli canavarlarla doluymuş. Bu korkunç yaratıkları durdurmak için küpeştenin üzerinden eğilip gözlerinin içine bakmamız gerekirmiş. Topu topu bir karış boyundaki şeytan balığı ise dümenine yapıştığı tekneyi hareketsiz duruma getirir ve... işte o zaman, denizden fışkırırcasına peydahlanan korsanlar gemiyi enseler, hamuleye el basar, canlıları asıp keser, ortalığı kan gölüne döndürürmüş, tayfaların demesi.
***
“Ben Luc, nam-ı diğer Aliko, alınyazım Reis’in alınyazısının içine kıvrım kıvrım dolanan dere gibi süzüldü. Kaç kez bu anlamsız hayata son vermeyi düşündüm. Var olsam da, olmasam da bu devran dönecek, Rhône nehrinin suları istifini bozmadan sessiz sakin akacak, ummanın kıyısına yığdığı kumların altında kaybolacak bir mevsimlik panayır…”
***
Düşman donanması ufukta iyice seçilir seçilmez denizin üstünde dev bir hilal gibi yayılıp sessizce ilerleyen seksen küsur kadırgamızdan, gümbürdeyen köslerin eşliğinde, insanın kanını donduran bir uğultu yükseldi:
Allah Allah illallah, baş üryan, sine büryan, kılıç kan, bu meydanda nice başlar kesilir, hiç olmaz soran. Üçler, yediler, kırklar, gülbang-ı Muhammedî, nûr-i nebî, kerem-i Ali, pîrimiz, sultanımız Hacı Bektaş-ı Veli, demine devranına huu diyelim, huuu!
***
Biz Mağripli reisler, olur a bu kudurmuş herif bizim tutsakları da aynı akıbete uğratır korkusuyla, kulağımız tetikte, açık denize kaçmaya hazır bekliyorduk. Mızrak uçlarına kakılı kesik başlarla, çarmıha gerili naaşlarla yüklü kayıklar hafif bir akıntıda Marsa’dan Saint-Ange’a doğru kayıp gidiyordu. Zorlu bir direnişin hakkından gelmek için bu iğrenç seraskerin benimsediği yöntem... zulümdü!

Serasker’e misilleme, La Valette de elindeki tutsakların kafalarını kestirmiş; kanlı kelleler baltalı mızrakların ucunda Saint-Ange Kalesinin surları üzerine dikilmiş, göğüsleri hilal biçiminde yarılmış ceset dolu kayıklar Saint-Elme’e doğru akarmış.
***
- Destur Kapudan olacak imam! Bugüne dek savaşları müezzinler mi kazandı? Ey Hızır’la, Turgut’la birlikte dövüşen gaziler, sizlerin malumudur, gülle karinayı deldi mi mürettebat kendini kıyıya atmaktan başka bir şey düşünmez. Yanı başımızda kıyılar! Sen bozgunu hazırlarsın Allahlık!
***
Zevcesine bir an önce kavuşma derdinde odaları dolanan İbrahim sevgili yârine takdim edeceği demet demet gonca gülü, yeni doğmuş kuzuları, turfanda meyveleri, ismi henüz duyulmuş “patata” denen yumrularla Peralı sakinlerin “tomata” dediği bir sepet kırmızı inciri sarayın kâhyasına emanet etmişti.
***
İşaretim üzerine yirmi levent, ellerinde pala, değirmene saldırıverdiler. Hedefleri, kanatlara bağlı hidalgo tasvirli levhaları parçalayıp atmaktı. Meşalelerin ışığında, sanki gökten inip yeryüzüne ateş üfledikten sonra gecenin karanlığında havalanıp kaçıyormuş görünen o uğursuz resimlerin üzerinde parıldadı palalar.


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com