Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
İstanbul’un süsü, Boğaziçi’nin gerdanlığı: Erguvanlar
Halis ECE
İstanbul’un süsü, Boğaziçi’nin gerdanlığı: Erguvanlar
Erguvan…
Bir şehre bir ağaç-çiçek,
Bu kadar yakışır ancak.
Sanki lâlelere, güllere, karanfillere eş,
İstanbul’un süsünü tamamlayacak.
***
Dilerseniz yazımıza erguvanla ilgili bilgilerle başlayalım.
Erguvan; baklagiller familyasından 10 metreye kadar boylanabilen tek gövdeli, yaprak döken çalı görünümünde bir ağaçtır.
Yaprakları karşılıklı, basit, dairemsi 7-12 cm. kadardır. Dip kısmı kalp şeklinde, ucu yuvarlak, kenarlar tamdır. Gençken kırmızımsı-mor daha sonra mavi-yeşile dönüşür. Yüzeyi dalgalı, düşmeden önce sarıdır.
Çiçekler 1,5-2 cm. uzunluğunda kırmızı-mor 3-6 tanesi birarada bulunur. Meyvesi fasulye biçiminde ve 7-10 cm. uzunluğundadır.
Işık ağacıdır. Kışın donlardan bazen etkilenir. Anavatanı güney Avrupa ve batı Asya'dır. Türkiye'de Ege ve Marmara bölgesinde yayılış yapar. Tohum ve çelikle üretilir. Tohumlarda kabuk sertliğinden kaynaklanan çimlenme engeli vardır. Tohumlar 2-3 dakika sıcak su ve 24 saat ılık suda bırakıldıktan sonra ilkbaharda ekilir. Çelikle üretim Temmuz-Ağustos aylarında alınan yarı odunsu çeliklerle yapılır.
Erguvan, yapraklanmadan önce baharın müjdecisi kabul edilen morumsu pembe renkte çiçekler açar. Efsaneye göre Hz. İsa'ya ihanet eden havarisi Yahûda, çarmıha gerilip kurtulduktan sonra kendini bu ağaca asar. Bunun üzerine önceleri beyaz olan Erguvan çiçekleri utançtan ya da kandan kırmızıya dönüşür.
Yazın sap kısmından girintili yuvarlak yaprakları olur. Sonbaharda ise fasulye benzeri tohumlar bırakır. Erguvan çiçeği havaların güzel gitmesi durumunda bazı sonbaharlarda da açar.
Erguvan, İstanbul'u, özellikle de İstanbul boğazını bahar aylarında kendine has mor rengine büründürür.
Erguvan, yüzyıllar boyu Bursa şehrinin de sembolü olmuştur. Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezit'in damadı Anadolu erenlerinden Emir Sultan'ın her yıl erguvan açma mevsiminde Bursa'da müridleriyle buluşması sebebiyle, 14. yüzyıldan itibaren düzenlemeye başlanan erguvan şenlikleri, şehrin ekonomisine olumlu tesirlerinden dolayı 19. yüzyıla kadar gelenek olarak devam ettirilmiş; günümüzde de bu şenlikleri yeniden canlandırma çabaları sürmektedir.
***
Meşhur eseri Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacip der ki:
“Şark’tan esen bahar meltemi, âlemi süslemek için cennet kapısını aralayıp da zeminin lûtfu âsuman üzre gâlip gelince, âlem süslenmeyi arzu eder ve zümrüt kaynağı coşar. İşte bu letâfet gülistan üzerine düştüğünde, Ebu Cehil karpuzu bile gülbe şeker döker hale gelir ve erguvân-ı izz ü şevket otağı, bir tell-i felek mazhar üzerine kurulur ve her bir yaprağını âdeta tek tek birer gönül haline sokarak Aliyyü’l-Murtaza’yı methe koyulur.”
İSTANBUL’A EN ÇOK YAKIŞAN AĞAÇ
Evet, İstanbul’a en çok yakışan ağaçtır-çiçektir erguvan. Kısa denilebilecek bir zaman görünüp ardından sanki serap misali gözden kaybolan utangaç ziynetidir İstanbul’un. Sanki bu kısacık ömrüyle dünya hayatının geçiciliğini hatırlatır gibidir bize…
Boğaz’ın iki yakasını süsleyen, beyazdan başlayıp pembeye dönüşen bir gerdanlıktır erguvan.
Bu erguvani renktir İstanbul’a baharın geldiğini haber veren.
Belde-i Tayyibe’nin erguvanlar tamamlar renk cümbüşünü... Günbatımında ufka doğru deniz ve gök erguvani bir renge bürünür… Lâleler nasıl İstanbul’un sembolü ise, erguvanlar da en çok yakışan ağaçtır bu Güzel Belde’ye…
İstanbul’un diğer çiçekleriyle-ağaçlarıyla, Boğaz’daki martılarıyla, tarihi ve coğrafi güzellikleriyle bütünleşmiştir erguvan. Hatta tüm bu güzelliklerin hâkim unsuru haline gelir baharda. Her yana yayıp saçar, estirir enfes kokusunu...
Çiçeklerinin renkleri öyle gönül okşayıcı, öylesine göz alıcıdır ki, erguvan mevsiminde başka her renk; yeşil, mavi, kırmızı, gözden düşer, sönük kalır; İstanbul, erguvani bir haleyle çepeçevre sarılır adeta...
***
DOĞU'DA VE BATI'DA ERGUVANİ RENKLER
Bir araştırmacı-yazarımızın tesbitine göre, “Ana vatanı Filistin topraklarıymış erguvanın. Bidayette utancın rengiymiş erguvani, İstanbul’da neşenin, aşkın, coşkunun rengi olmuştur. Rivayet odur ki, evvelce beyazdı çiçekleri erguvanın. Yahûda; İsa'yı otuz gümüşe sattı, daha sonra utancından kendini bir erguvan ağacına astı. Erguvan, bu utancı kaldıramadı, kızardı bembeyaz çiçeği, İhanet yükünü taşıdığı için. Belki de bu yüzden Filistin diyarının yanık sarı toprağına yakışmaz oldu. İstanbul’un eşsiz mavisi ve yeşili arasında kendisine yeni bir yurt buldu. Erguvani renk mavi ve yeşilin arasında baharın ve yeniden dirilişin bir çığlığı oldu.”
Erguvani renklere benzer motiflere, Hıristiyan Batı kültüründe olduğu gibi, bizim kültürümüzde de rastlanır. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.), “Ben erguvan renkli şeyin üzerine binmem” (Ebu Dâvud, Sünen, Libas, 11; Tirmizî, Sünen, Edeb, 30) dediği nakledilmiş ise de; Hz. Bera (r.a.), “Ben onu kızıl bir hulle içerisinde gördüm; o hulle benim o zamana kadar sırtında gördüğüm en güzel libastı” diyor (Buhâri, Sahih, Libas, 35; Müslim, Sahih, Fezâil, 91).
Hz. Hüseyin’i (r.a.) överken de İmam Şafiî (rh.), “O Hüseyin ki suçsuz yere öldürülmüş, gömleği erguvan suyuyla boyanmış” der.
Çadır (çetre) Türklerde hâkimiyet sembolüdür ve rengi önemlidir. Mesela Sultan Tuğrul’un çetresi kırmızıdır. Osmanlı’da ise erguvânî renk ön plâna çıkar. Rodos fâtihi genç Kânunî, şövalyelerin büyük reisi L’Isle Adam’ı önce yağmur altında uzun süre beklettikten sonra erguvan renkli bir çadır altında kabul eder. (M. A. Eren Beni Rodos’a Sürün)
***
ESKİ EDEBİYATIMIZDA ERGUVAN
Eski edebiyâtımızda hemen her şâirin şiirinde bir erguvan vardır… Hepsi de bir başka özellik ve güzelliğe sahiptir. Ahmet Paşa’nın erguvanı kırmızıdır ve yeşillerini yele verir mesela...
Her dırahtı ser-ta-pâ nesîm-i râh-zen
Yele virdi la’l ü yâkûtın nihâl-i erguvân
Şu demek:
“Nesim rüzgârı yol kesen eşkıya gibi ağaçları soymuş bırakmış, erguvan fidanı da kırmızı ve yeşillerini rüzgârın önüne katmış.”
***
Divan şairimiz Baki de ne güzel söylemiş:
Dürr u yâkût ile nahl-i murassa’ sandım
Erguvan üzre dökülmüş katarât-ı emtâr
Bugünkü dille şöyle ifade edebiliriz:
“Erguvan üzerindeki çiğ damlalarını görünce, yakut ve mercanla süslü bir fidan sandım.”
***
Fuzûli ise erguvanının her yaprağını dile getirerek Hz. Ali’ye (r.a.) methiye yazar.
Sahn-ı çemende erguvân, her bergini etmiş zebân
Tekrar eyler her zaman medh-i Aliyyü’l-Murtezâ
***
Nef’î, yâsemenlerle erguvânını kucaklaştırır.
Yine çıktı beyaza nakş-ı her serv-i gül endâmın
Sarıldı yâsemen şâh-ı nihâl-i erguvân üzre
***
Şeyh Gâlib ise, bahçenin o hafif rüzgârının kokusu misk idi diye başladığı şiirinde, ne yazık ki erguvânının burnundan damlayan kanı bir türlü dindiremez.
Müşg idi nesîmi bûstânın
Dinmezdi ruâfı erguvânın
***
Erguvan yeni edebiyatımızda da belli bir ölçüde yerini almıştır. Bu erguvanların en güzellerinden biri Ave Maria’da asâletiyle karşımıza çıkar.
Ve gemisinde Kleopatra?
Neden yine kaynaştı havalar?
Saadet mi getiriyor rüzgar
Dolarak erguvan atlaslara?
Orhan Velî (Ave Maria)
***
Bu örneklerde bazen müjdeci, bazen asâlet sembolüdür erguvan… Fakat zaman zaman mahmurluk giderici ve ferahlık verici bir rol de üstlenir.
Vasf-ı cemîli öyle müferrih ki söylesem
Te’sir eder dimâğa mey-i erguvân gibi
Şeyh Gâlib
***
Ahmed Hamdi Tanpınar, “Kültürümüzde gülden sonra adına bayram yapılacak ikinci çiçek erguvandır” der. Hatta iklimimiz bu addaki bir bayramı çok uzun bir süre yaşatmıştır. Evliya Çelebi’nin “Erguvan Cemiyeti Faslı” diyerek mevzu ettiği bu gelenek, Emir Sultan tarafından başlatılmış ve yüzyılımızın başına kadar Bursa’da bir bahar geleneği şeklinde Erguvan Bayramı olarak kutlanmıştır. Buna rağmen erguvan, hiçbir zaman gülün, lâlenin, karanfilin yerini alamamış, karakterine uygun olarak şiirlerin kimi yerlerinde bir parlamış, bir sönmüştür.
***
“DOĞU ERGUVANI”
Uzak Doğu’nun da bir erguvanı var; “Doğu Erguvanı”… Ama bizimkinden biraz değişik, daha alımlı ve daha gösterişli. Ülkemizde pek tanınmayan bu türün gövdesi, o coğrafyanın insanı gibi kısadır.
Erguvânî renkli bezelye büyüklüğündeki çiçekleri, ilk baharda (nisan-mayıs aylarında) yapraklar belirmeden hemen önce açınca, ağaç adeta bir ateş topuna döner. Böyle gösterişli bir ağacın doğu kültüründe mutlaka bir yeri olmalıdır. “Çiçekleri rahatsız eden kuşları kaçırmak için ağaç dallarına altından çıngıraklar asan ve ilk bahar gelince çiçekleri keyiflendirmek için peşine mızıkacılar ve hanendeleri takıp hıyaban gezen” (B. Ayvazoğlu-Güller, A. Hâşim’den) kişileri barındıran bir kültürde, erguvan için acaba neler neler söylenmemiştir ki?
Jülide Ergüder, Erguvanı Uğurlarken’de, “Erguvan!.. Çiçeği gibi sedâsı da vurgulu ve baskın. Şiirlere girmesinin asıl sebebi bu sedâ mı yoksa?” diyor. Sanırım Ergüder haklı, düşünce ve duygularına katılmamak muhal gözüküyor.
***
GÜNÜMÜZ ŞAİRLERİNİN DİLİNDE ERGUVAN
İsterseniz son olarak günümüz şairlerine de bir uğrayalım. Gönül bırakırlar sonra. Bakalım onlar ne demiş erguvanla ilgili…
Mesela Selçuk Erat, “Erguvana Dair” şiirinde hislerine-hislerimize şöyle tercüman oluyor:
Erguvan ağaçlarının,
o hüzünlü yaprakları karşılıyor,
yalıların arasından uzatıp dallarını,
Nakkaştepe'den inerken,
özlemle doldurduğum bavulumla beni;
İçinde, tarifsiz bir özlem İstanbul'a dair.
Semaya diklenen kulelerin gölgeleri,
Boğaz'ın yorgun sularına,
her dem konuyor martıların yerine.
Boğaziçi'nin haykırışları kayboluyor,
otomobil kornasının iç gıcıklayıcı sesinde;
yitip giden bir dalga sesi erguvana dair.
Bağrında nice hikâyeler büyütüp,
İstanbul'a bir çocuk veren Kız Kulesi;
ah çekip, bakıyor yeni elbisesinin altından:
sanki onun da haykırışları kayboluyor,
dalgalar isteksizce vururken eteklerine...
***
Bir başka şairimiz İbrahim Ünlü, “Erguvani” başlıklı şiirinde şöyle sesleniyor:
Baharı
sorma bana
Sorma beyazı
Benim tek bildiğim
Acının en koyu siyahı
Gözlerinin karanlığı
…
kapanıklılığı…
***
“İSTANBUL'DA BİR ERGUVAN AKŞAMI”
Bir diğer şairimiz Yusuf Dursun, “İstanbul'da Bir Erguvan Akşamı” başlıklı şiirinde, bu güzel ağaç-çiçek ve onun mekânıyla ilgili duygularını dile getirmiş… Erguvanla başladığı şiirini, İstanbul’un öbür güzellikleriyle bezemeye devam etmiş. Hem de muhteşem bir anlatımla!
İstanbul’da bir erguvan akşamı,
Gurubun rengini çektim içime.
Boğaz’da suların “o gül endam”ı,
Çevirdi ruhumu bin bir biçime.
Kınalı’dan Heybeli’ye geçerken,
“Adalardan gelen yâr” i aradım.
Emirgân’ı yudum yudum içerken,
Çamlıca’nın saçlarını taradım.
Bülbülün yuvası, gülün kokusu…
Aşkın ateşinden izler taşıyan
Dua dua kabir, şifa şifa su…
Canlar tazelenir: İşte Âşiyan!
Âhû gözlü, servi boylu Üsküdar
“Kâtibimin setresi”ni arıyor.
Kanlıca Sırtı’ndan Moda’ya kadar,
İstanbul, gönlüme huzur veriyor.
Eminönü anaç, Beyoğlu cömert,
Sevenleri âbâd eder İstanbul.
Kadıköy yiğittir, Kasımpaşa mert;
Vefasızı bedbaht eder İstanbul.
Mahmutpaşa’dayım, kanım kaynıyor,
Mısır Çarşısı’nda duruluyorum.
Martılar, canımla oyun oynuyor,
Yetiş ey yüreğim, vuruluyorum!
Ufkumda Topkapı, muhteşem gurur;
Taşıyacak bizi dünden yarına.
Aşkın ve acının çığlığı vurur,
Sarayın esrarlı duvarlarına.
Bir yanda Avrupa, bir yanda Asya,
Ebemkuşağıdır Boğaz Köprüsü.
İşte gözbebeğim… İşte Avrasya…
Milletimin çağlar aşan türküsü.
***
ERGUVAN’IN HÜZÜNLÜ VEDASI
Erguvanın baharla birlikte aniden ortaya çıkışı ve yine birdenbire, mahzun ve kederli gidişi, sevgilinin bin bir naz ile ortaya çıkıp etrafına işveli bakışlar atarken apansız gözden kayboluşu hissini uyandırır insanda. Karşılaşma anlıktır, vuslatsa hayaldir artık. Bütün harikulade güzellikler gibi erguvan da ancak anlık ve doyumsuz bir zevk sunar seyredenlerine, koklayanlarına. Sonra pek ansızın kaybolur gider. Çünkü sahip olunamayacak derecede muhteşem bir güzelliği vardır onun.
Serap Yeşil “Senin Rengin Erguvandı İstanbul” şiiri ile hüznünü-şikâyetlerini çok acıklı şekilde şöyle dökmüş kelimelere:
Koyu gölgeleri ile mor salkımlı evlerinden
İstanbul sana ne kaldı
Ne kaldı eflatun kokuların döneminden
Erguvan renkli geceler
Lacivert düşleri ile çelişkide
Pembe turuncu gün batımları nerede
Yok ettiler çağ devleri mor salkımlı evleri
Eli baltalı adamlar
Yıktılar yere mor salkımları
O an bütüüüüüüüüüüüün istanbul mora boyandı
Mağribî akşamların gölgesi kaldı
***
Daha pekçok şairimizin de Erguvan şiirleri vardır ama, onların hepsini buraya almak hem imkânsız –kanaatimce- hem de gereksiz. Meraklıları bulup çıkarır onları yerlerinden… Son olarak Edip Cansever’in bir şiiriyle şairler faslını noktalamak istiyorum.
"… Sevginin çoğul oğlu
Senin ülkende yalnız bütün özlemler
Bilirim yalnız orda, içtenlik, erinç, coşku
Bayrağındaki bir tek çiçekli dalla
Orda uçsuz bucaksız
Olanca görkemiyle bir erguvan imparatorluğu.”
***
Evet, olanca ihtişamıyla baharda saltanatını ilan eder Boğaziçi’nin Erguvan Sultanı… Bütün bu şiirler onu ve onun bulunduğu güzel şehir İstanbul’dan başka hangi şehri hatırlatır ki! Akla-hayale gelen, zihnimizde-tasavvurumuzda canlanıveren sadece o; “erguvan imparatorluğu!” İstanbul.
Baharda Boğaz’ın o göz alıcı güzelliğini, esrarını Erguvanların açan çiçekleri süsler… Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte insanlara gülümsemeye başlar… Ona bakan gözler-gönüller dinlenir…
Öğleye doğru da denizin-toprağın, havaya yayılan diğer çiçeklerin kokuları arasından o güzel rayihasını sunar İstanbul’a, İstanbullulara... O kokuyu duyan-hisseden her canlı, sanki cennetten bir rayiha almışçasına mest olur.
Akşama doğru rengi solmaya başlar erguvanın yavaş yavaş… Sanki uykuya hatta ölüme hazırlanır gibidir. Zaten utangaçtır erguvan, tam bir esrar hazinesidir, onun için ortalıkta çok gözükmez…
***
İstanbullulara, taşrada olup da imkân ve fırsat bulabilenlere, -tabii ki Bursalılar hariç, onların erguvanları var- zaten kısacık bir ömrü olan erguvan mevsimini kaçırmamalarını tavsiye ediyoruz. Anadolu Hisarı’nda, Beykoz’da, Kandilli’de hiç olmadı Sultanahmet meydanında bir erguvan gölgesi bulabilirsiniz kendinize. Yoksa o sizi beklemez, adeta göz açıp yumuncaya kadar kısa sürede kayboluverir gider hemen. Artık gelecek seneyi-mevsimi beklemekten başka da çareniz kalmaz. Bizden hatırlatması…
_____________________
Yazının hazırlanmasında yararlanılan kaynaklar:
Vikipedi, Özgür Ansiklopedi; Yusuf Has Hâcip, Kutadgu Bilig; M. A. Eren, Beni Rodos’a Sürün; Muhtelif Divanlar; Aziz Markos, Mesih İsa ve Iztırapları; Kütüb-i Tis’a; Lamiî Çelebi, Münazara-i Sultan-ı Bahar, Ba-Şehriyar-ı Şita, Nşr. S. Eğri; B. Ayvazoğlu, Güller, A. Haşim’den; Evliye Çelebi, Seyahatname; www.antoloji.com/siir/; Jülide Ergüder, Erguvanı Uğurlarken; Prof. Dr. Hasan Doğruyol, Erguvan Üzerine.
"... olanca ihtişamıyla baharda saltanatını ilan eder Boğaziçi’nin Erguvan Sultanı… Bütün bu şiirler onu ve onun bulunduğu güzel şehir İstanbul’dan başka hangi şehri hatırlatır ki! Akla-hayale gelen, zihnimizde-tasavvurumuzda canlanıveren sadece o; “erguvan imparatorluğu!” İstanbul.
Baharda Boğaz’ın o göz alıcı güzelliğini, esrarını Erguvanların açan çiçekleri süsler… Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte insanlara gülümseye başlar… Ona bakan gözler-gönüller dinlenir…
Öğleye doğru da denizin-toprağın, havaya yayılan diğer çiçeklerin kokuları arasından o güzel rayihasını sunar İstanbul’a, İstanbullulara... O kokuyu duyan-hisseden her canlı, sanki cennetten bir rayiha almışçasına mest olur.
Akşama doğru rengi solmaya başlar erguvanın yavaş yavaş… Sanki uykuya hatta ölüme hazırlanır gibidir. Zaten utangaçtır erguvan, tam bir esrar hazinesidir, onun için ortalıkta çok gözükmez…"
Çok güzel bir paylaşım.Teşekkür ederiz halisece kardeşim.
Bilmukabele ben teşekkür ederim.
Selam ve dua ile...
ERGUVANLARI ANLATIŞINIZ O DENLİ GÜZEL OLMUŞ Kİ TIPKI İNSAN SEYREDER GİBİ OLUYOR.. YÜREĞİNİZE SAĞLIK..
Teşekkür ederim sevgili kardeşim... Sizin de elinize-gönlünüze sağlık.
selam ve dualarımla...
HOCAM İSTANBULU DA ERGUVANLARI DA SEVİNDİRMİŞSİNİZ.. İSTANBUL BÖYLE BİR AĞACA SAHİP OLDUĞU İÇİN ERGUVAN DA BÖYLE BİR ŞEHİRDE VE BAHTİYAR İNSANLARIN ARASINDA BULUNDUĞU İÇİN MUTLUDUR HERALDE..
ELLERİNİZE VE YÜREĞİNİZE SAĞLIK DİYOR TEŞEKKÜR EDİYORUM..
ellerinize ve emeğinize sağlık bu mübarek şehir ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi .tabi erguvanlarda
KOCABIYIKF ve ALANYA SULTANI kardeşlerim... Bu İstanbul ve özellikle de Erguvan üzerine kaleme aldığımız edebi yazıya gösterdiğiniz ilgi ve hoş değerlendirmelerinden dolayı teşekkür ediyorum. Dualarınız için de "âmin" duyorum. Allah râzı olsun.
Erguvan, lale ve plastik çiçek
Ali Çolak/ZAMAN gazetesi/14.04.2007
"Sonra bir gün asıl baharla, halkın dilindeki baharla karşılaşırsınız." diyor, Tanpınar, Yaşadığım Gibi'deki bir yazısında. İşte o bahar tütüyor şimdi. Elbette görmesini bilenler için... "Yolunuzun üzerindeki bodur erik ağacı bir gecenin içinde Pompei fresklerinin o meşhur florası gibi çiçek açar, büyü ve saltanat olur.
Ertesi günü, bir türbenin parmaklığı üzerinden bir erguvan dalı, sanki gözlerinizin önünde, ağır bir ölüm uykusundan uyanmış gibi gülümser, gerinir. Bir hamle daha, kapınızın üzerindeki salkım ağacı çiçeklenir, bütün duvar ve avlu bir Diyonizos ayini gibi mor bir ışık içinde kalır. Ve İstanbul baharı vadiden vadiye, tepeden tepeye akislerle çoğalır."
Bir uçtan öbürüne kırmızı, sarı, eflatun, pembe, beyaz lalelerle donandı İstanbul. Öyle bir renk dalgası ki bakmaya doyulmaz. İstanbul'un nazlı çiçeği lale, eski zamanların görkemli bahçelerinde değil, meydanlarda, sokak aralarında, yol boylarında yeniden şehirle barışmaya, uyuşmaya çalışıyor. Bütün bu renk cümbüşünü teşkil eden laleler, elbette İstanbul'un o ince uzun, zarif lalesi değil. Onlar, çiçeğin ötesinde bir anlam taşıyordu. İstanbul laleciliğinin pîri Aziz Mahmut Hüdâyî Hazretleri'nin deyişiyle, "Dikkatlice bakıldığında Hakk'ın nice manevi sırları müşahede edilir. Hatta, manevi değerinin diğer çiçeklerden üstün olduğu o kadar açıktır ki rağbet olunan temiz ve güzel bahçelerle havası güzel topraklarda açılırlar. Kefere diyarında ve süfli yerlerde çiçek açmadığı gibi soğanını bile çürütür."
Osmanlı'da laleye bunca gönül bağlanışının sebebi, 'lale' kelimesinin yazılışıyla 'Allah' yazılışında aynı harflerin kullanılmış olmasıdır. 'Allah', 'hilal' ve 'lale' kelimelerinin aynı harflerle yazılması ve ebced hesabıyla aynı değeri taşıması, laleyi insanların gözünde Allah kelimesini temsil eder hale getirmiş, maddi ve manevi değerini yükseltmiştir. Hatta, bu harflerin hiçbirinde nokta kullanılmadığından, ünlü lâlezârîlerin lekeli laleleri makbul saymadıkları rivayet edilmiştir.
Geçmişi Şeyhülislam Ebussuûd Efendi'ye kadar dayanan o ince boyunlu, letafetli, şetaretli İstanbul lalesinin yeniden hayata döndürülmesi mümkün olur mu bilinmez; fakat bu etine dolgun, nevzuhur laleler bile insan gözünü güzele ve güzelliğe uyandırmak bakımından kıymeti ölçülmez bir vazife görüyor. Körelen gözlerimizi, tekdüzeliğin soldurup kuruttuğu ruhumuzu şaşırtıyor, kıpırdatıyor, coşturuyor. Başka renklerin, başka doğal güzelliklerin peşine düşme ihtiyacı ve iştihası kabartıyor içimizde.
Lalelerin ince çizgisini takip ede ede, başka bir rengin, erguvanın saltanatına giriyoruz bugünlerde. İstanbul'un iki ezeli rengi, erguvan ve lale! Biri Romalı, biri hâlis Türk. Birini diğerinden ayırmanın, daha çok sever gibi yapmanın imkanı var mı? Yahut İstanbul'un çiçeği hangisidir; lale mi, erguvan mı? Bu ne çetin soru! Hilmi Yavuz, "İstanbul'un Ruhu" (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı yayını) kitabındaki yazısında, İstanbul'un bir erguvan kenti olduğunu yazıyor: "Lale özenle yetiştirilmeyi bekleyen nazlı, alımlı bir süs çiçeğidir... Gelgelelim erguvan, tıpkı bu kent, İstanbul gibidir: Hiçbir özen gerektirmeden, öylece ve kendiliğinden büyür erguvan ağacı: Bu kendiliğindenlik, onu İstanbul'a laleden daha çok yakıştırır."
Bizim bugünkü 'Cumaertesi' ekinde Tuba Akın, "İstanbul'un çiçeği lale mi erguvan mı" diye sormuş yazarlara, sanatçılara. Ayfer Tunç'un söylediklerine katılmamak mümkün mü? "Ben ikisi arasında ayrım yapmam. Keşke 12 ay açık bir çiçek olsa İstanbul'un simgesi. Erguvanın da lalenin de ömrü çok kısa, üstelik de çakışıyor... İkisinden de vazgeçemem ben doğrusu. Yediveren gül şehri yapalım İstanbul'u en iyisi."
Bir de şair Birhan Keskin'in söyledikleri var ki, İstanbul'un acı gerçeğini bıçak gibi saplıyor içimize! "Serseri ot ve plastik çiçek!" İstanbul'un yıl on iki ay yaşadığı gerçek rengi. "Sokak aralarında yanlışlıkla üstü örtülmemiş bir avuç toprak bulduğu her yere konuveren" serseri ot ve "ışıktan yoksun yoksul evlerinde bir türlü yeşermeyen gerçek çiçeğin yerine ikame edilen plastik çiçek" lale mi erguvan mı diye tartışanlar için bir acı su! diyor, Keskin. Lale coşkumuzu, erguvan aşkımızı bir acı suyla bölüyor ve fakat gerçeğin en delici gözleriyle karşılaştırıyor bizi.
Eyvah, laleler, erguvanlar da geçip gidecek aşklar gibi ve biz kalacağız plastik çiçeklerle başbaşa!
Ali Çolak beye ve esra.cigdem kardeşimize teşekkürler...
Aşağıdaki linki tıklarsanız erguvanla ilgili değişik bilgiler içeren bir yazıyı da okuma fırsatını bulursunuz..
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/6378342.asp?yazarid=109&gid=61
Teşekkürler sevgili kardeşim... Ellerine sağlık, dikkatine-hassasiyetine bereket!
Selamlar, sevgiler...
İstanbul'da Erguvan şenliği başlıyor
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. ile Erguvan İstanbul Derneği tarafından düzenlenen ''6. Erguvan Şenlikleri'' kapsamında, ''Erguvan'' konulu karma sergi açıldı.
Türk İslam Eserleri Müzesi'ndeki serginin açılış töreninde konuşan Kültür A.Ş Genel Müdürü Nevzat Bayhan, İstanbul'un gelecek sene erguvanın güzel rengiyle bezenen bir şehir haline geleceğini söyledi.
Bayhan, bir kentin şehir olmasında flora ve faunasının çok önemli olduğunu dile getirerek, ''İstanbul'da 30 anıt ağaç var. Lale tekrar İstanbul'a döndü. Artık lalenin yanı sıra erguvan ve leylaklarla birlikte yaşamaya doyamayacağımız bir kentte yaşayacağız'' dedi.
Konuşmaların ardından serginin açılışı gerçekleştirildi. Sergide 13 sanatçının, aralarında tezhip, minyatür ve fotoğrafın da bulunduğu farklı dallarda erguvan konulu 81 eseri yer alıyor. Sergi 10 Mayıs perşembe gününe kadar açık kalacak
(aa) haber7, 05 Mayıs 2007
http://www.yerligazeteler.com/gazeteler/www.haber7.com/
Sayın halisece hocam inanın ne zamandır başlığı dikkatimi çektiği halde açıpta okumaya fırsat bulamamıştım yazınızı. Bugün sınav telaşesini atlatınca rahtlıkla yazınızı baştan sona kadar bir kelime dahi kaçırmadan okudum. O kadar güzel (güzel kelimesi az bile kalır) anlatmışsınız ki sanki İstanbul da Erguvan Ağacının altında sevdiklerimle oturuyormuşum gibi hissettim. Ama şunu itiraf etmek istiyorum; Erguvanlardan çok İSTANBUL ÖZLEMİ nin etkisi altında kaldım. Hüzünlendim, mahzunlaştım.... Hele havaların güzelleşmesi, açan çiçekler, sıcak hava bu özlemimi daha da bir artırıyor. Sizde o kadar güzel anlatmışsınız ki daha daha arttı hasretim... İçimdeki duygulara inanın kelimeler bulamıyorum. Daha doğrusu hiç bir kelime duygularıma,hasretime tercüman olamaz. Size çok çok teşekkür ederim sağolun hocam Allah sizden razı olsun inşallah.
güvercin
İNSANI TÜKETEN YOLLAR DEĞİL; ERİŞEMEĞİ MUTLULUKLARDIR
Teşekkür ederim sevgili GÜVERCİN kardeşim... Allah sizden de râzı olsun.
Yazdıklarımızla duygularınıza, düşüncelerinize bir nebze olsun tercüman olabiliyorsak, bahtiyar hissedeceğim kendimi...
Özleminin bir an önce vuslatla sonuçlanmasını, hüznünün sürurla neticelenmesini dilerim Mevla'dan...
Selamlarımla...