Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
*** Huzurda İrade ***
Huzurda İrade
Son devir mutasavvıflarından Şeyh Muhammed Nûru'l-Arabî'nin "beşerî irâde"yi, yâni cüz'î irâdeyi inkâr ettiği yolunda bir dedikodu yayılır. Bunu duyan Sultân Abdülmecid Han, Hazret-i Pîr'in huzur derslerine çağrılmasını ve orada kendisine bu meselenin sorulmasını irâde buyurur. Fermân yerine getirilerek Şeyh Muhammed Nûru'l-Arabî huzur dersine davet edilir. Orada kendisine meselenin keyfiyeti suâl olunduğunda Hazret, şöyle cevap verir:
"Kulda cüz'î bir irâde elbette mevcuddur. Mes'ûliyetin kaynağı da budur. Ancak herkeste ve her zaman değil. Meselâ ben elbette cüz'î bir irâde sahibiyim. Lâkin pâdişâhın emriyle geldim. Buradan kalkıp gitmek ise benim elimde değildir. «Gel» denilir geliriz; «git» denilir gideriz. Demek ki burada irâdem -belli bir hususta- yok hükmündedir. Aynı şekilde pâdişâhın huzurunda bulunduğumdan dolayı yapabileceğim hareketler de sınırlıdır. Bâzı kimseler de aynen bu misâlde olduğu gibi daimî bir surette Rab'lerinin huzurunda bulunduğunun idrâki içinde yaşar. Allah her yerde hâzır ve nazır olduğu halde pek çok kimse, kendilerini sâdece namazda huzûr-ı ilâhîde kabul ederler. Hâlbuki belli bir manevî mertebeye yükselmiş olanlar, her an huzûr-ı ilâhîde bulundukları idrâki ile yaşarlar. Böyle kimselerde cüz'î irâdenin var sayılıp-sayılmayacağını varın siz takdîr edin." demiş ve bu cevap pâdişâhın hoşuna gittiğinden, Şeyh Muhammed Nûru'l-Arabî'ye ihsan ve ikram etmiştir.
El-Hasıl:
Kul, bir irâde sahibidir. Bu irâde veya kudret, ona Cenâb-ı Hak tarafından bahşedilmiştir. Allah Teâlâ'nın her oluşta irâdesi bulunmakla birlikte, rızâsı sadece hayırdadır. Bir hocanın gayesi, talebesinin bilgi ile mücehhez olup sınıf geçmesidir. Talebe çalışmaz ise hocanın yapacağı bir şey yoktur. Yine bir doktorun vazîfesi de, hastasını şifâya kavuşturmaktır. Hasta, verilen reçeteyi tatbîk etmez ise, artık gelişen menfî neticeden sadece hastanın kendisi mes'ûldür. Doktora herhangi bir cürüm isnâd edilemez.
Diğer taraftan irâdeyi, huzurunda bulunduğumuz zâta teslîm etmek, teslim edilen şeyden daha fazlasının ihsan edilmesine vesîle olur. Yâni bir kul, ihlâs ölçüleri içerisinde kendi bakışını, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz nazarına, ellerini onun sonsuz yed-i kudretine, dilini onun sonsuz kelâm sıfatına, kulaklarını onun nâmütenâhî işitmesine teslim ederse, bakış, duyuş ve idrâk edişi bambaşka olur. Yâni verdiklerinden asla mahrum kalmaz. Bilâkis her teslim ettiği şey, sonsuzluğun içinden kendisine nice ebedî nasiplerle döner. Bunun içindir ki, dâima huzûr-i ilâhîde bulunduğunun idrâki ile yüce irâdeye teslim olabilen sâlih kulları hakkında Cenâb-ı Hak, hadîs-i kudsîde mecazen:
"Onların gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum..." (Buhâri, Rikâk, 38) buyurmaktadır.