Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Sevgili ve sevimli çocuklar!
Halis ECE
Sevgili ve sevimli çocuklar!
Türkçe’mizde, “Kişi sevdiği ile beraberdir” diye bir atasözümüz vardır. Bu aslında Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bir hadisinin mealidir.
Dikkatlerinizi bu mübarek, değerli ve önemli sözün anlamı üzerinde toplamanızı istiyorum.
Sonra da, sevdiklerinizin-sevdiklerimizin kimler olduğunu hatırlamanızı...
Hiç düşündünüz mü sevgili çocuklar, kimleri seviyorsunuz?
Haydi, biraz düşünün bakalım...
Ardından da kendi kendinize saymaya-sıralamaya başlayın...
***
Evet, her şeyden önce ve en çok Yüce Allâh'ımızı seviyoruz değil mi?
Çünkü bizleri de, bizlere doğru yolu gösteren, dünya ve âhiret saâdetini bildiren Sevgili Peygamberimiz'i de, dünyaya gelmemize vesîle olan anne-babalarımızı da... kısacası bildiğimiz-bilmediğimiz bütün varlıkları da yaratan Allah Teâlâ'dır.
İnsanları yaratmazdan önce, dünyayı hayata elverişli bir halde var eden ve bu kadar güzel bir şekilde yayıp döşeyen, bizlere hazırlayan da yine O’dur.
Güneşle bize ışık ve ısıyı veren, baharda kara topraktan yemyeşil çimenleri bitiren, renk renk çiçekleri açtıran... Uykuda olanları uyaran, ölü olanları dirilten... Daldan dala kuşları uçuran, cıvıl cıvıl ötüştüren, renk renk kelebekleri havada dolaştıran, minik minik kuzuları çimlerde koşuşturan... Şarıl şarıl ırmakları coşturan, şırıl şırıl dereleri akıtan ve bu suların geçtiği yerlerde hayat fışkırtan Rabb’imizdir.
Sıra sıra dağları, dimdik yamaçları yaratan, üzerlerini ormanlarla donatıp güzelleştiren, içlerini madenlerle zenginleştiren... Suyu buharlaştırıp gökyüzüne çıkaran, sonra onu yağmur hâlinde rahmet ve bereket olarak yeryüzüne indiren Hz. Allah'tır.
Arıları çiçekten çiçeğe kondurup bizler için bal yaptıran... Her ağaç, her bitki topraktan aynı gıdayı emdiği halde onlardan; renkleri, kokuları, şekilleri, lezzetleri, gıdaları birbirinden değişik meyveler-sebzeler yaratan da Yüce Yaratan’ımızdır.
Denizlerin tuzlu sularında çeşit çeşit lezzette balıkları halk eden ve bütün bu yarattıklarını, faydalanmaları için insanların emrine veren de, yine her şeyi yoktan var eden Mevlâ’mızdır.
Rabbimiz, biz insanları en güzel surette yaratmış, şerefli kılmış, akıl vermiştir. Verdiği bu akılla; ilkönce, “Ben cinleri ve insanları, ancak beni tanıyıp bilsinler ve bana kulluk etsinler diye yarattım” (Kur’ân-ı Kerim, Zâriyât sûresi, 56) mealindeki İlâhî fermânı gereği, onu tanıyacak, yaratılış gâyemiz-amacımız istikametinde/yönünde davranmaya çalışacağız. Sonra da doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan ayırt edeceğiz.
Kalplerimizi şirkin, küfrün ve diğer bütün kötülüklerin zulmetleriyle karartmadan iman nûruyla aydınlatmaya çalışacağız. “Hani Lokman (a.s.), oğluna nasîhat ederek/öğüt verekek demişti ki: ‘Oğulcuğum, Allâh'a ortak koşma! Muhakkak ki ŞİRK (Allah’a ortak koşma, tanıma), elbette çok büyük bir zulümdür.” (Kurân-ı Kerim, Lokman sûresi, 13)
Sevgili Peygamberimiz sallallâhü aleyhi vesellem (Salât ve selâm O'na olsun) de, “Çocuklarınıza ilk öğreteceğiniz söz, ‘LÂ İLÂHE İLLALLAH: Allah’tan başka ilah yoktur’ kelime-i tevhîdi olsun...” buyurmuşlardır.
***
Sevgili çocuklar!
Başıboş yaratılmadığımızı, dünyaya gelişimizin çok ulvî-yüce bir gâyesi-maksadı-amacı olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız.
Bizi yaratan Allâh'ımızın yapmamızı istediklerini yapmalı, kaçınmamızı istediklerinden de kaçınmalıyız.
Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) ve onun yolunu tâkip eden Allah dostlarının-salih zatların/iyi insanların yürüdükleri yolda yürümeye çalışmalıyız.
Ülkemize, milletimize hizmet etmiş, ömürlerini bu uğurda tüketmiş olan büyüklerimizin, tarihî şahsiyetlerimizin çizdiği yolda ilerlemeye ve bu esnada karşılaşacağımız her türlü sıkıntı ve zorluklara göğüs germeye gayret göstermeliyiz. Bu hususta önümüze çıkan engellerden hiçbir zaman yılmamalıyız.
***
Sevimli çocuklar!
Etrafımızdaki her şeyin, vücudumuzdaki bütün organların, Allâh'ın varlığına-birliğine birer delil olduğunu bilmeliyiz.
Ve yine O’ndan başka ibâdet etmeye, kulluk yapmaya lâyık hiçbir şeyin bulunmadığına inanıp, kalplerimizi kelime-i tevhîdin nûru ile aydınlatmalı; Kur’an okuyarak, namaz kılarak, yapacağımız diğer ibâdet ve tâatlerle imânımızı kuvvetlendirmeliyiz. Ülkemiz için, milletimiz için hayırlı-yararlı, iyi ahlâklı, dürüst, saygı ve sevgi yüklü birer fert; topluma yük değil, aksine onların yükünü paylaşmaya aday hayırlı bir insan olmaya çaba göstermeliyiz.
Verdiği bütün nimetlerinden dolayı Allâh’ımıza şükreden, iyilik ve yardımları sebebiyle de insanlara teşekkürden geri kalmamalıyız. Onun için de;
Derslerimize iyi çalışmalı, dürüst olmalı, verilen vazifeleri, üzerimize düşen hizmetleri eksiksiz ve zamanında yapıp, vatana-millete-topluma hayırlı, içinde bulunduğumuz cemiyete/topluma ve âilemize yararlı birer insan olarak yetişmeye gayret etmeliyiz.
Hoşça kalın, sağlıcakla kalın...
Allâh'a emanet olun...
En içten selâm ve sevgilerimle...
Ebeveyn ve evlatlar...
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: "Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Daha sonra ana-babası onu yahudi, hıristiyan veya ateşperest yapar." (Buharî, Sahîh, Cenâiz, 80, Kader, 22-23-24; İbn Hanbel, 2, 315, 346) Binaenaleyh anne-babanın, çocuklarını, doğuştan gelen bu İslâm fıtratı üzere yetiştirmesi ve ebedî hayata hazırlaması gerekir.
Ebu Hüreyre (r.a.) yukarıdaki hadisi naklettikten sonra şu ayet-i kerimeyi okumuştur:
"Rasûlüm! Sen yüzünü hanîf olarak dine, (yani) Allah insanları hangi 'fıtrat' üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler." (er-Rum, 30/30; Buhari, Tefsiru Sure: 30/1)
Hanîf; eğriliğe sapmaksızın doğru yoldan giden demektir. Hz. İbrahim'in tevhîd yani "Allah'ı bir tanıma dini" manasındadır.
***
Diğer yandan çocukların da ana-babaya gerekli sevgi-saygı ve itaati göstermeleri gerekir. Bilhassa yaşlılık devrelerinde bu daha çok önem kazanır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine 'öf' bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları merhametle/esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve; 'Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl terbiye edip yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et' diyerek dua et." (el-İsra, 17/23, 24; bk. Lok'man, 31/14,15.)
Nakşî yolu müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s. hazretleri de, sık sık okunmasını tavsiye ettikleri müessir dualar arasında bunu da zikreder ve buyururlar ki: Kendimiz ve ebeveynimiz için, "Rabbena'ğfirlî ve li vâlidiyye ve'rhamhümâ kemâ rabbeyânî sağîraa" diye dua etmeli... Mümkün oldukça dualar üçer defa okunmalı... Zira üç defa tekrar, duanın kabulüne sebeptir.
***
Ebeveynin her dediği yapılır mı?
İnsanların vereceği emirlere uymak, Allah'ın emir ve yasakları ile çelişmemesi ön şartına bağlıdır. Ana-babaya itaat da bu esasla sınırlıdır.
Enes b. Malik (r.a.), Rasülullah Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir "Başı siyah üzüm gibi olan Habeşli bir köle bile size vali/imam/idareci tayin olunsa, onu dinleyiniz ve itaat ediniz" Başka bir rivayette şöyle buyurulur: "Ma'siyetle emredilmediği sürece, hoşuna gitse de gitmese de, müslümanın (başındaki idarecisini)dinleyip itaat etmesi gerekir. Eğer ma'siyet (Allah'a isyanı kapsayan) bir emir verilirse, dinleme ve itaat yoktur." (Buhari, Sahîh, Ahkam, 4; Müslim, Sahîh, İmare, 39)
Nitekim Hz. Ali'nin naklettiği seriyye (askeri müfreze) olayı da yukarıdaki ilkeyi desteklemektedir. Nebî (s.a.v.) askeri bir birlik (seriyye) çıkarmış ve başlarına da Ensar'dan birisini komutan tayin ederek, kendisine itaat edilmesini emretmişti. Gidilen yerde komutan bir konuda askerlere kızarak odun toplatmış ve ateş yaktırarak içine girmelerini istemişti. Bir bölüm sahabiler ateşe girmeye karar verip, ayakta, birbirine bakarak beklemeye başladılar ve ateş sönünceye kadar o durumda kaldılar. Diğerleri, ise; "Biz Nebî (s.a.s)'e ateşten kurtulmak için tabi olduk, şimdi nasıl ateşe girebiliriz?" dediler. Durum, Allah'ın Rasülüne anlatılınca şöyle buyurdular:
"Eğer onlar ateşe girselerdi, bir daha sonsuza kadar çıkamazlardı. Emirlere itaat ancak ma'ruf olan yani iyi ve güzel bilinen, İslam'a uygun bulunan şeylerdedir." (Buharî, Sahîh, Ahkam, 4, Cihad, 108; Müslim, Sahîh, imare, 38; Ebü Davud, Sünen, Cihad, 87; Tirmizî, Sünen, Cihad, 29; Nesaî, Sünen, Bîa, 34; ibn Mace, Sünen, Cihad, 40.)
Hasılı evlatlar anne babaların İslam'a uygun olmayan, dinin emir ve yasaklarıyla çelişen isteklerine uymak zorunda değildir. Ebeveyn'in çocuklarına namaz, oruç, hac, zekat gibi açık farzları işlememe veya haram olan şeyleri yapması, tesettürü bırakması gibi istekleri-telkinleri bunlar arasına sayılabilir. Çocuğun, bu ve benzeri hususlarda ebeveynine itaat etmemesi kendisine dini bakımdan sorumluluk doğurmaz. Çocuğun inancını sarsacak mevzular da bu kapsama girer. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur: "Biz, insana, ana-babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme." (el-Ankebut, 29/8; bk. lokman, 31/14, 15)
***
Netice olarak aile içinde çocukların yetişmesi ve eğitilmesi sırasında İslâm'ın inanç-amel ve ahlâki alanlardaki yüce değerlerinin onlara telkin edilmesi veya bu değerleri alabileceği kurs, okul, sohbet, seminer, kamp, konferans vb. yerleri tercihte aile reislerinin gerekli istişare ve firaseti göstermesi beklenir.
Çünkü çeşitli eğitim ve öğretim müesseselerinde yalnız pozitif ve tabiat bilimlerini okuyan gençlik, manevî ilim ve değerlerden habersiz yetişirse, belki diploma sahibi olmakta, fakat "emanete ehil" duruma gelememektedir.
Allah korkusu ve ahiret inancı olmayan bir insan, hayatta ele geçirdiği makamları ve maddi imkanları kendi şahsi/kişisel çıkarları için kullanabilmekte ve toplum bundan ciddi yaralar almaktadır.
Bu yüzden günün gerektirdiği bilgi ve tecrübeleri kazanan imanlı gençlik, aynı zamanda sabır, tevekkül, haya, tevazu, edep gibi güzel huyları alır ve kibir, ucub, hased, kin ve özellikle yalancılık gibi kötü huyları da bırakırsa, İslâm toplumunun özlediği ve ihtiyaç duyduğu emanete ehil insanlar yetişmiş olur.
İşte mü'min bir ailenin, çocuklarını böyle bir eğitim ve öğretimden geçirmesi, ömür boyu güzel ahlak üzere bulunmayı hedeflemesi gerekir. Bu yolda gösterilecek gayretin, sonuç versin veya vermesin, sahibine Allâh'ın rızâsını kazandıracağında şüphe yoktur.
***
Rabbim cümlemize, öncelikle hayırlı evlat olabilmeyi, ebeveynine saygılı-muti ve merhametli davranabilmeyi nasip buyursun. Sonra da kendi evlatlarımızı rızâsına uygun tarzda yetiştirebilmeyi müyesser kılsın.
Çocuk terbiyesi ile ilgili bazı hadisler
Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) üvey oğlu, Ebû Seleme Abdullah b. Abdülesed’in öz oğlu Ebû Hafs Ömer şöyle dedi:
"Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) himâyesinde yetişen bir çocuktum. Yemek yerken, elim yemek tabağının her yanına giderdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu:
'Oğul, Besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!'
"O günden sonra buyurduğu gibi yedim." (Buhârî, Sahîh, Et`ıme 2, 3; Müslim, Sahîh, Eşribe 108)
İbn Ömer'den (r.anhüma) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah'ı (s.a.v.) şöyle buyururken dinlemiştir:
“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur.“ (Buhârî, Sahîh, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, Sahîh, İmâre 20)
Amr b. Şuayb babası Şuayb’dan, o da dedesi Abdullah b. Amr b. Âs'dan (r.anhüm) Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyiniz. On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa kendilerini cezalandırınız, yataklarını da ayırınız. “ (Ebû Dâvûd, Sünen, Salât 26)
Ebû Süreyye Sebre b. Ma`bed el–Cühenî'den (ranhüm) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Çocuğa yedi yaşına erdiğinde namaz kılmayı öğretiniz. On yaşına bastığı hâlde kılmazsa, (kılmasını temin ve teşvik yönünde) cezalandırınız.“ Ebû Dâvud’daki hadis ise şu meâldedir: “Çocuk yedi yaşına girince, namaz kılmasını söyleyiniz.“ (Ebû Dâvûd, Sünen, Salât 26; Tirmizî, Sünen, Mevâkît 182)
Allah razı olsun...
Rabbim sizlerden de râzı olsun... Rızâsını mucip hal ve davranışlar üzere bulundursun. "Ümmet-i merhume" olmanın muktezasıyla amil olmaktan mahrum bırakmasın... Gerek ebeveynler ve gerek evlatlar olarak...
Selam ve dualarımla...
allah razı olsun çok güzel bir çalışma olmuş.
Teşekkür ederim ZEYNEP HİZMET... Allah senden de râzı olsun... İfade ve istifadeden, ifaza ve istifazadan mahrum etmesin.
Selam ve dualar...
Teşekkur ederiz Allah razi olmakla beraber Bu hizmetlerinizin karşılığınıda yevmi mahşerde ihsan etsin..
Zeynep hizmet kardeşim hoşgeldin diyelim bu vasıta ile
H.z Allah yolunda vefakâr,cefakâr,ivazsız,garazsız,hizmet edenlerden eylesin bizleri...
Rabbim cümlemizden râzı olsun sevgili ECYAD...
Malum, "Ve rıdvânun minallâhi ekber" (et-Tevbe, 9/72) buyuruyor Mevlâ-yi zû'l-Celâl ve'l-Kemâl hazretleri Kur'ân-ı Kerim'de...
Bir mü'min-i hakiki için rızâ-i ilahiden daha büyük bir pâye yoktur. Eğer olsaydı, Allah Teala cennet ötesi âlemlerde sevdiklerini onunla pâyelendirirdi... Oysaki, mâverada/ötelerde nihayeti olmayan en son nimet "Ve rıdvânun minallâhi ekber" ilahi fermanınca Allah Teala'nın rızâsıdır.
Rızâ, dinin temeli sayılan en önemli esaslar üzerine bina edilmiştir. O, tevekküle dayanmakta ve onun hakikati, yakînle kanatlanmakta ve onun özü, muhabbetle ebediyete mazhar olmakta ve onun mâyesi, sadakatin şahidi, şükrün de fiili beyanıdır.
Bir başka ifadeyle rızâ; bir hamlede mü'mini evc-i kemâlâta yükselten öylesine bir asansördür ki; ona sahip olabilen, binebilenler, hedeflerine zaman ve mekân üstü bir hızla ulaşırlar.
Yine malumunuz, başka bir ayet-i celilede müttaki mü'minlerin hasletinden bahsedilirken; onların, işledikleri iyiliği sırf Allah rızâsı için yaptıkları... Hiçbir karşılık gözetmedikleri, hatta teşekkkür bile beklemedikleri ifade buyrulur. Yaptıklarına mukabil ecir-sevap gibi beklentiler, başta avam-ı nâs olmak üzere diğer sınıflara aittir.
Rabbim cümlemize, rızâsı dışında bir ibadet-taat, amel-hizmet ve sair hiçbir kulluk vazifesi gördürmesin. Râbiatü'l-Adeviyye'nin (k.sırruhâ) dediği gibi, ne cennet isteği, ne cehennem korkusu... Sadece ve sadece kendi rızâsı için amil olabilmeyi nasip ve müyesser kılsın.
"İlâhî ente maksudî ve rızâke matlubî" düsturundan kıl ucu kadar dahi ayırmasın.
İmam-ı Rabbanî (k.s.) evlatlarına ecir olarak, sevap olarak rızâ-i ilahi yeter, yeter, yeter de artar bile...
Selam ve dualarımla...
ellerinize ve yüreğinize sağlık efendim...
böğle harika bir sitede çocuklarında unutulmaması çok güzel....
ayrıca dikkat çekici bir sözle başlanması daha da güzel....
çok doğru "kişi sevdiğiyle beraberdir "çocuklarımız ve biz kimleri seviyoruz???
sonsuz saygılarımla...
Değerli kardeşim GÜLÜCÜK... İlgin için teşekkürler, güzel duaların için sınırsız "âmin"ler...
Bildiğiniz ve de işaret ettiğiniz gibi, çocuklar bizim için çok çok önemli... Tabii ki unutulmaması lazım ve elbette ki unutmuyoruz da. Ama ihmal etmediğimizi de söyleyemeyiz herhalde. Maalesef onlara yönelik yaptığımız pek de bir şey gözükmüyor meydanda...
Hayırlısı olsun. İnşaallah onlarla ilgili bir şeyler yapan arkadaşlarımız da çıkar ortaya bu vesileyle...
Mukabil selam ve saygılar...