Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Ölü taklidi yaparak kurtuldum
Şimdiki Yahudilerin yerleştiği Gazze şehri civarında, İngilizlerle harp ederken mensup olduğum birlik İngilizler tarafından pusuya düşürülmüş, birliğin tamamı makineli tüfeklerle taranıp bir kısmı şehit edilmiş bir kısmı da yaralanmıştı. Ben de vurularak çöle düştüm. Yanımdaki arkadaşlar da peş peşe vurularak üzerime düşerek şehit oldular. Bunların arasında sıcaktan kavrulan kumların üzerinde, susuzluktan son derece yanıyor, bir taraftan da yaralarım sızlıyordu. Artık Mevla'ma yönelmiş, O'na kavuşma anımı bekliyordum.
Bulunduğumuz mevki; esas birliğimize üç günlük mesafede bulunuyor, bu arada hiçbir canlı yok. Yardım ve kurtuluş ümidi kalmamıştı. Tam bu sıralarda; nihayetsiz kerem sahibinin Kudret ve Vefa eli bize erişti...
Tam çaresizlik içerisinde, sıcak kumlar üzerinde susuzluktan kavrulan bedenim al kanlar içinde mecalsiz, yaralarım sızlarken, Güneş'in vurduğu yerden bir beyaz atlı belirdi, bize doğru geliyordu. Düşman zannı ile korkumdan kendimi ölüler arasında, ölmüş gibi göstererek yere yatmıştım.
Atlı bize yaklaştı ve bana:
-Esselamüaleyküm! Ahmet ne oldu yaralandın mı? Kalk bakalım..! Diyerek ismimi söyleyince korkum kalmadı, başımı kaldırdım baktım..
-Kalkmaya mecalim yok... dedim.
Attan inip yanıma geldi, beni sıkıştıran şehid arkadaşlarımı üzerimden birer birer çekti. Susuzluktan yanıyordum.
-Sana su vereyim mi? Deyip, su dolu bir matara uzattı.
Susuzluktan yanan bağrıma, o vefa elinin verdiği; hayat ve aşk bahşeden şifa suyunu içtim... kana kana..!
Mübarek Zat; Ellerini sızlayan yaralar üzerinde gezdirirken, sızılarım duruyor taze hayat buluyordum. İşte o su, beni başka bir âleme götürdü.
Bana ne oldu ise; Rahman'ın vefa elinden içtiğim o hayat ve aşk bahşeden sudan sonra oldu.!
Sonra beni kaldırıp atının terkisine aldı. En yakın, üç günlük yoldaki genel karargâha götürdü. Bu yolu nasıl, ne zaman geldiğimizi bilemedim. Karargâhın yakınına atının terkisinden beni indirdi. Bir değneğe kırmızı bir bez bağlayıp askerlere salladı. Ayrılacağımız zaman beni getiren bu Zat'a:
-Efendim sizi bir daha görecek miyim? dedim.
Mübarek Zat bana:
-Ahmet Ağa; Eğer sen Hak rızası için yaşarsan her zaman seninle beraberiz. Yok, öyle
yaşamazsan, bu son görüşmemiz... dedi ve ilave etti..:
-Askerler gelip seni alınca sana inanmazlar. Onlara beni nöbetçi subaya götürün, dersin. Hadiseyi nöbetçi subayına anlat, benim de selamımı söyle..! dedi ve kayboldu.
Askerler bir sedyeyle gelip beni aldılar. Beni götürürlerken parola soruyorlardı; fakat ben cevap veremiyordum. Birliğimi söyledim bana inanmadılar:
-O birlik vurulup yok edilmiş. Hem sen kurtulduysan, senin söylediğin birlik buraya 3 günlük yol. Nasıl geldin? Sen yalan söylüyorsun! dediler.
Ben de :
-Siz beni nöbetçi subayına götürün.. dedim. Askerler beni nöbetçi subayına götürdüler.
Nöbetçi subayı, ehli hal, âşık bir kimseymiş. Ben nöbetçi subayına; birliğimizin başına gelenleri, yaralanıp düştüğümü, beni kurtaran adam'ın gelişini ve durumunu anlatırken subay heyecanlanıyordu, kendisine:
-Beni kurtaran kimsenin size selamı var..! deyince..
Subay hemen altındaki sandalyeyi bana verdi, bana hürmet etmeye başladı ve:
-Nasıl oldu, bir daha anlat!
Diyerek üç kere tekrar ettirdi. Her tekrar edişinde heyecanı daha da artıyordu. Hemen beni tedaviye alıp yaralarımı sardılar. Yaramı saran doktor işin farkına varmış, bana inanmayanlara:
-Sizin burnunuz koku almıyor mu? Şimdiye kadar hiçbir askerde böyle bir koku duydunuz mu? Şu hastanın kokusuna bakın, mis gibi kokuyor... dedi.
Ben hastanede bulunduğum müddet içerisinde, hocam bir iki defa ve bana :
-Ahmed, terhis olup memleketine gittiğinde, ben yine gelip seni bulacağım, merak etme!.. dedi, gitti.
Elhamdülillah iyileşip taburcu oldum. Çok sürmedi bizi terhis ettiler, artık memleketim olan Lâdik'e geldim..
Ladikli hacı Ahmet Ağa...
etkileyici bir hadise paylaşım için teşekkürler