Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
İnsan ve kâinat arasındaki enteresan münasebet
Halis ECE
İnsan ve kâinat arasındaki enteresan münasebet
Atalarımızın şöyle hoş ve güzel bir sözü vardır:
“Gökten geleni yer kabul eder.”
Hâdiselerin vukuu-olayların oluşumu-meydana gelişi yerin altından da olsa üstünden de gelse; rahmetin de afetin de menşei-kaynağı, kökü-çıkış yeri semadır, göklerdir. Kur’an-ı Kerim’de, “(Allah), gökten yere, yukarıdan aşağıya emri tedbir eder (düzenler)” (1) buyrularak buna işaret edilmiştir.
Tedbir, bir işin arkasını görerek ona göre gereğini tayin etmektir. Allah Teâlâ'nın tedbiri ise, hikmetine göre dilemesidir. Şu halde burada emir, "Umûr"un tekili olarak "şe'n" (iş) mânâsınadır. Yani dünyanın işini melekler gibi, semâvî sebepler ve kuvvetlerle yukarıdan aşağı indirmek suretiyle tedbir ve idare eder. Sonra da o iş, O'na çıkar. Bu şekilde bir emir, bir iş başladığı noktaya dönen bir devir ile son bulup kalkar, yalnız Allah'ın ilminde sabit kalır. (2)
Bu itibarla yerin hareketi, düzeni-intizamı da asıl itibariyle semavî kanunlara bağlıdır. Bu kanunları vaz‘eden, ortaya koyan ise İlâhî iradedir; yani Vâcibü’l-Vücûd, varlığı kendinden olan, hiçbir şeye muhtaç bulunmayan Allah Teala’dır.
Biz mü’minler, Allâh’a ve onun takdirine iman eden insanlar, bütün kâinatın olduğu gibi, hayatımızın da Cenba-ı Hakk’ın yed-i kudretinde olduğunu (O’nun kudret elinde bulunduğunu) bilir ve buna inanırız. O bakımdan fizikî planda çeşitli hâdiselere karşı tedbirler alırken, hakikatte bizimle atbaşı giden kadere karşı bir tutum ve tavır içinde olmayız. Sadece Hz. Ömer’in (r.a.) dediği gibi, “Allâh’ın bir kaderinden yine Allâh’ın bir başka kaderine kaçıp sığınma”ya çalışırız… Almakla yükümlü olduğumuz tedbirlere başvururuz. Yoksa kader’e, dolayısıyla Allah’a isyanımız bahis mevzuu olmaz. Yine atalarımızın dediği gibi, kader’e inandığımız için de, kederden uzak oluruz.
Nimetler gibi âfetler-musibetler, kazalar-belalar da hiç kuşkusuz amellerimizin, canlı-camit yaratıklara yaptığımız hataların-yanlışların karşılığıdır. Kur’an-ı Kerim bu durumu bize şöyle haber veriyor:
“Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye insanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı (bozulma meydana geldi). Umulur ki onlar hakka dönerler (Yani amellerinin-yaptıklarının cezasını biraz tatsınlar da pişman olup dünyevi ve uhrevi saadet ve selamet bakımdan sağlıklı ve düzgün yola dönsünler diye).” (3)
Bu aynen, Avustralya yerlilerinin, kanguruların kafasını karıştırmak icin, -atıldığı noktaya tekrar dönen- akasya veya okaliptüs ağacından yaptıkları silaha (bumerang’a) benzer.
Yeryüzünü imar ve ıslâh etmekle mükellef olan bizler, aksi yönde hareket eder, tahrip ve ifsat ile (bozup dağıtmakla) meşgul olursak, elbette ki bunun bir bedeli olacaktır, nitekim oluyor da. Üzerinde yaşadığımız arzın ve yine içindekilerden yararlandığımız denizlerin hali ortada… Ekolojik dengelerin durumu hiç de içaçıcı değil malum.
Yaptığımız işlerde eğer sünnetullâh’a (İlâhî kanunlara) aykırı bir şekilde tedbiri elden bırakırsak, bunun neticesinde meydana gelecek hâdiseler de sünnetullâh’ın bir icâbıdır. Zira insanla kâinat arasında çok ciddi münasebetler vardır. Buna işâreten Kur’ân-ı Kerim’de,
“Semâyı yükseltti ve mîzânı koydu”(4) âyet-i kerimesinin hemen akabinde, “Tartıda taşkınlık edip dengeyi bozmayın. Tartıyı adâletle yapın, terazide eksiklik yapmayın” (5) âyetleri gelmektedir.
Hûd sûresinde de bu münâsebete şöylece işâret ediliyor:
“Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. ‘Ey kavmim, dedi, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Çünkü ben sizi bolluk içinde görüyorum ve ben, sizi kuşatıcı bir günün azâbından korkuyorum! Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı adâletle tam yapın. İnsanların eşyasını eksik vermeyin ve yeryüzünde fesat çıkararak fenalık etmeyin. Eğer îman eden insanlar iseniz, Allâh’ın (helâlinden) bıraktığı (kâr), sizin için daha hayırlıdır. (Ama) ben sizin üzerinize bekçi değilim!’(6)
Demek ki kâinatın unsurları ile insanların ve yaptıkları işlerin kuvvetli bir alakası, derin bir ilgisi-ilişkisi var. Yoksa Şuayb Peygamber (aleyhisselâm), Medyenliler’e, niçin alış-veriş mevzuunda ölçüye-tartıya dikkat etmedikleri, haram-helâl sınırını tanımadıkları takdirde bir belâ ve musîbetle karşılaşacaklarını söylesin...
O halde bunu görmezden gelmek, kulak arkası edip üstüne üstlük inkâr etmek; bütün peygamberleri, semâvî kitapları, kısacası topyekün tarihi inkâr etmek demektir, diyebiliriz.
Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
“Nitekim onlardan herbirini günahları sebebiyle suç üstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı.” (7)
Onun için zulmün, hakka-hukuka tecavüzün her türlüsünden kaçınmak, haksızlığa uğrayanların bedduasından ve zulme maruz kalan yetimin ağlayışından sakınmak gerekir; çünkü Arş-ı A‘lâ titriyor onların ağlamasından... Nitekim Feeridüddin Attar (k.s.) Hazretleri şöyle diyor Pendname’sinde: “Evladım! Yetimin ağlaması Arş-ı A’lâ’yı titretir. Yetimi ağlatan zalimi, ateşin sahibi Allah cehennem ateşinde kebap eder. Hasta bir yetimi sevindiren kimse de cennet kapısını açık bulur.”
***
Velhâsıl, bir toplumda sosyal-ekonomik, siyasi-idarî dengeler bozulmuş; içki-kumar, zina-fuhuş, zulüm-rüşvet-iltimas usulsüzlük ve yolsuzluklar almış başını gidiyorsa; şüphesiz ki o cemiyetin, ilim-kültür ve fikir dünyası da ahlâk dünyası gibi giderek çölleşecektir, verimsiz hale gelmesi kaçınılmazdır.
O bakımdan verilen mühlete-ertelemelere, bela ve musibetlerin gecikmesine aldanmamak lâzım. Zira Cenâb-ı Hak imhâl eder amma, kat‘iyyen ihmâl etmez. Verilen bu mühletleri nimet bilmeli; hayırlı-olumlu, iyi ve güzel yönlerde ve yerlerde değerlendirmeliyiz. Bu arada başımıza gelebilecek kaza-belâ ve maruz kalabileceğimiz afetleri de, kendimiz için birer ikaz ve ihtar kabul etmeli; uyanmamıza da vesile olmasını Cenab-ı Mevla’dan dilemeliyiz. Yoksa sonuç, gerçekten felaket olur. Hem dünyamız, hem de ahretimiz için…
Cenabu Rabbi’l-âlemîn, yaşadığımız felaketlerden millet olarak, topyekün İslâm ve insanlık âlemi olarak hepimize ders ve ibretler alıp intibahlar-uyanmalar nasip eylesin.
***
GEÇİCİ OLANA KALBİNİ BAĞLAMA
Şeyh Sa‘dî-i Şirâzî’nin Gülistan’ından hikmetler:
● Ey pazara eli boş ulaşan kişi! Boş keseyle gittiğin pazardan, elin boş döneceksin.
● Henüz yeşilken ekini biçen, harman zamanı aç kalır.
● Ömrünü boşa geçiren, faydalı ve kıymetli ameller işlemeyen, göç davulu çalınmasına rağmen deng’ini (yükünü-azığını) hazırlamayan insan, yarın mutlaka utanacaktır. Göç sabâhında tatlı uyku, yolcuyu yoldan alıkoyar.
● Bu dünya menziline-durağına her uğrayan, bir yapı inşâ etti; fakat bırakıp gitti! Yerine gelen de aynı vehmin (kuruntu ve yanılgının) kurbânı oldu... O da yitip gitti. Kimseye yâr olmadı dünyanın malı-mülkü...
● Geçici olana kalbini bağlama! Dünya merhametsizdir, dost olmaya bakma. İyi olan da, kötü olan da göçüp gidecektir bu âlemden...
● Mezara azığını kendin götür, kimseden umma...
● Hayat, temmuz güneşiyle eriyen kar gibidir... Eriyip giderken, hâlâ bu gurur, bu kibir neden?..”
***
SEYRANÎ’DEN (Ö. 1866) BİR DÖRTLÜK
Âlemde bir devir dönüyor amma
Devr-i İngiliz mi Firenk mi bilmem
Halli âsân değil müşkil muamma
Zulm-i zâlim göğe direk mi bilmem
Şu demek: Dünyada bir devir-dümen dönüyor, çarklar-dolaplar çevriliyor amma; İngiliz dümeni mi, bir başka ecnebî tuzağı mı anlamıyorum. Çözmesi çok kolay değil; içinden çıkılması zor bir muamma-bilmece bu. Akıl erdiremiyor, kavrayamıyorum; zalimin zulmü âdeta göğe direk mi oldu ne!..
***
İ K İ B İ L M E C E
● Biri yer doymaz, biri oturur kalkmaz, biri gider gelmez. (Soba, ateş, duman)
● Eve giren hırsız neyi çalmaz? (Zili)
DİPNOTLAR
(1) Secde, 32/5
(2) Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili ayet tefsiri.
(3) Rum, 30/41
(4) Rahmân, 55/7
(5) Rahmân, 55/8-9
(6) Âyet: 84-87
(7) Ankebût, 29/40
kardeşim ellerinize sağlık..ilaveye gerek yok ama bende sizle ,,münebbihattan bir Hadis'i şerifi paylaşmak isterim.
"Ya ebazer gemini yenile,zira deniz derindir
Azığını tam al sefer uzundur
Yükünü hafiflet yol yokuştur
Teşekkür ederim sevgili kardeşim alanya sultanı...
İlaveye gerek olmaz mı? Elbette ki var. İnsanoğlunun yaptığı hiçbir şey tam değildir ki, ilaveler-tenkısatlar-tekmileler olmasın. Kaldı ki bu makaleler, bir mevzuun belli ölçüler içerisinde anlatımında ibaret. Söylenecek, nakledilecek daha pek çok ayet ve hadisler, ulemaden-hukemadan, Allah dostlarından aktarılacak sözler vardır mutlaka... Nitekim Münebbihat'taki o hadis-i şerifi koymakla ne güzel bir katkıda bulunmuşsunuz... Allah razı olsun.
Selam ve dualarımla...
Muhterem Hocam,yazılarınızın sıkı takipçisiyim.Ancak uzun süreli internete girme fırsatım olmadığı için,yazılarınızı dikkatle tetkik edip hakkını vererek okuyabilmek için,bilgisayarama kaydediyorum acaba bir mahzuru var mı? Birde yayınlanmış bir eseriniz var mı? Bilgilendirirseniz çok sevinirim..
Kalbi muhabbetlerimle...
Esselemü aleyküm ve rahmetullahi ve bereketühü daimen ebeden
inşaallah...
Çalışmalarımıza olan ilgi, itimat ve takibin için teşekkürler sevgili AHUZAR...
Yazıları bilgisayarınıza kaydetmenizin mahzuru bir yana, bilakis yararı olur herhalde... İnternete her zaman giremediğinize ve ülkemizde sistemin -maalesef- sık sık kesinti ve tökezlemelere maruz kaldığına göre, sanırım en sağlıklı yol gerekli ve önemli bulduğumuz yazıları kaydetmek, hatta imkân nisbetinde çıkışlarını alıp dosyalamak...
Şu an yayınlanmış eserlerimizden piyasada olup olmadığını bilemiyorum. Ancak makalelerimizle hemen her mevzuyu ele almaya, aktüaliteyi de takip etmeye çalışıyoruz. Kanaatimce bunlar yeterli sayılır. Bununla birlikte sitemizin e-kitaplığında bir kitap çalışmamız var. Linki de http://kitap.mollacami.com/rabita-hakikati Buradan bakabilirsiniz fırsatınız olursa...
Allah'a emanet olun.
Ve aleyküm...
Hocam, Allah razı olsun izniniz beni çok rahatlattı.İlme (menfeatli) talip olan şu fakir için, destek ve yardımlarınız gerçekten önemli ve dahası çok kıymetli.Çokça soru sorup vaktinizi aldığımı biliyorum, ancak malumunuz ilim sarayının kapıları yalnız çalanlar için aralanıyor.. İlgi ve anlayışınız için tekrar teşekkür ederim..
Allah yar ve yardımcınız olsun.Selam ve dua ile...
Ahuzar
Değerli kardeşim ahuzar...
Aslolan sorunun çokluğu ya da azlığı değil, yerinde-zamanında ve de mukteza-yı hale (ihtiyaçlara-gereklere) uygun olup olmamasındadır. Tabii bildiğiniz gibi "çok soru sorma"nın zemmiyle alakalı hadis-i şerif de var. Ama orada da gene bilirttiğimiz hususlara işaret vardır.
Ben de imzamı soruyla alakalı bir cümle olarak kullandım. Bu da sizi, okuyucuları rahatsız etmesin. Önemli olan her hususta doğru olana talip olmak, tavrımızı-tarzımızı o istikamette kullanmak...
Selam ve dualarımla...
Soruyu öyle sor ki; ne kendine utanç, ne de sorulana azap olsun.