Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Gece Halleri
Gece ve gündüz… Ömrümüzü oluşturan iki farklı zaman ve boyut. Ay ve güneş birbirinden ne kadar farklıysa, gece ve gündüz de o kadar farklıdır. Bu, insana da yansır. İnsan gece gündüz aynı halet-i ruhiye ve psikolojide değildir. Çünkü gece ve gündüz sadece dış dünyada oluşmaz, iç alemimizde de meydana gelir. Bizi saran biri beyaz diğeri siyah bu iki örtünün altında ve içinde layıkınca ve mucibince yaşamak kalır bizlere. Çünkü rızık da rahmet de sa’y ister, gayret ister, talep ister. Ve şu meşhur “Dünya ahiretin tarlasıdır, burada neyi ekerseniz orada onu biçeceksiniz” hadisi en nihayetinde gece ve gündüz için de geçerlidir. Ne ekilirse onlarda, o biçiliyor ve biçilecektir. Pekiyi ne ekiliyor günümüzde? İnsanlar neler bırakıyor gece ve gündüzün heybesine? Gündüzü başka bir sayıya bırakarak, gecedeki ahvalimize bakacağız bu yazıda.
TV OLMADAN ASLA!
Malum; geçimin zor, ihtiyaçların bol olduğu bir devirde yaşıyoruz. Çoğunlukla tüm aile bireyleri olarak çalışıyor, rızkımızı temin yolunda gündüzleri zihnen ve bedenen epeyce koşturuyoruz. Akşamları ancak geç saatlerde evlerimize varabiliyoruz. Zaten varmakla kalıyor çoğu kişi. Günün koşturmacası, sorunu, sorumluluğu, şuyu, buyu derken ne bedenlerde takat kalıyor ne de ruhlarda coşku. Posası çıkmış külçeler halinde evin bir köşesine yığılıp kalıyoruz. Son bir hamle ile tv kumandasını da ele geçirdikten sonra kendimizi kanallara emanet ediyoruz. Millet olarak ekseriyetle, geceleri değerlendirme şeklimiz budur. Yapılan araştırma ve anketlerde açıkça görülüyor ki tv izleme oranlarında açık ara öndeyiz diğer ülkelerden. Haliyle en çok da geceleri katediyoruz bu mesafeyi(!).
VAKTİN FARKINDA MIYIZ?
Gecelerimizde vuku bulan bu yaygın yanlış, aslında gündüzlerimizi bütünüyle çevreleyen yaşam stilimizin bir devamı niteliğindedir. Küresel bir biçimde dünya için, dünyalık için yaşadığımızdan, gündüzleri durup dinlenmeden çalışıyoruz. Böylesi gündüzlerin doğal uzantısı olarak, öyle gecelere mahkum oluyoruz. Boyut olarak da çok yüzeysel bakıyoruz gece ve gündüze. Halbuki her birinde birbirinden farklı birçok zaman dilimi var. Kuşluk, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve fecir sadece namaz vakitlerinin değil aynı zamanda dönüşen, deveran eden ve ilerleyen gece ile gündüzün dönemeç noktalarıdır. Tevekkeli değil zaten, bu vakitlerde huzura çağrılışımız. Ancak, kaçımız ikindi vaktinin ayrımına varıp gereğini yapabiliyor acaba? Geceyi dilimlere ayırıp her birinde gereğince davranan ve fikreden kaç insan yaşıyordur artık şehirlerimizde?
NEDEN BÖYLE?
Gecenin tüm feyz ve bereketini bir yana bırakarak; fikretme, çoluk çocukla sohbet etme, konu(k) komşuyla ilgilenme ve irtibat kurma yerine sadece, göz ve kulaklarımızı dikerek renkli tv kutumuzla hemhal oluyor, neredeyse içine düşüyoruz. Dışarıda kalan sadece vücudumuz oluyor, yoksa tüm içsel varlığımız ve melekelerimizle kaptırıyoruz kendimizi. Böylesi geçirilen gecelerde kaybedilenlerin çetelesi tutulmuyor çünkü gece yaşamıyoruz, sadece yorgun düşmüş bedenimizi ertesi günkü koşturmacaya yetiştirmeye çalışıyoruz. Geceyi ihya gibi bir derdimizse hiç yok. Gönül ve ruhlarımızı canlandırma ve parlatmadan bihaber yaşıyoruz. Gecenin, bu anlamda ne mümbit bir zemin olduğunu bilmiyor, kadr-u kıymetini maalesef idrak edemiyoruz.
NELER YAPILABİLİR OYSA!
Sorumluluklarımız sadece gündüzü kapsayan iş ilişkilerimizle, işveren ve meslektaş münasebetlerimizden oluşmuyor. Başta eş ve çocuklarımız olmak üzere, akraba ve komşularımızın üzerimizde hakları ve onlara karşı yerine getirmemiz gereken yükümlülüklerimiz var. Bunlardan en önemlisi de onlarla sohbet etme, kendilerine zaman ayırma, hayatlarımızın içinde yer verme. Ayrıca, kişinin istirahatın dışında, kendisi ve Rabbi’yle baş başa kalma, sadece tefekkür ve ibadetle geçireceği vakitler bulması da üzerindeki haklardandır. Bunlar için en uygun zaman, zemin ve koşulları da gece barındırır içinde. Ama kahir ekseriyetle, bu hakları yeterince yerine getirmiyoruz. Hatta bunların birer sorumluluk olduğunun bilincinden bile çok uzak düşmüşüz çağdaş ve parlak insanlar olarak; varsa yoksa heva ü heveslerimiz içinde gündüzlerimizi geçiriyor, gecelerimizi tüketiyoruz. Zaten değer veren, kıymet üreten insanlar sırasından çıkıp “tüketen canlı” sınıfına gireli çok oldu ve günümüz dünyası sadece bu insanı yetiştiriyor, teşvik ediyor, öne çıkarıyor. Tüketimimiz keşke sadece ürün ve hizmetlerden ibaret olsa… Ömrümüzün gece ve gündüzlerini bir hiç uğruna tüketiyoruz, dolayısıyla kendimizi de…
YABANCILAŞMA
Modern insanın en büyük çıkmazlarından olan yabancılaşmaya sebep de aslında; bu çevresinden, kendisinden ve Rahman’dan olan uzaklaşması ve uzak durmasıdır. Çağdaş yaşam biçimleri bir bütünün parçası olan insanı tabiattan, diğer insanlardan (başta akraba ve komşular) sürekli koparıp yalnızlaşmaya mahkum ediyor. Bunu, bireyciliği ve hazzı sürekli vurgulayıp uyararak yapıyor. Sistemin içerisinde başkalarını düşünme, başkaları için de yaşama erdemi bulunmadığından, kişiler sadece ego tatmini için koca bir hayatı ve yığınla imkanı harcıyor, harcayabiliyor. Burada arkadaşlık ilişkilerini ayrı tutmakta yarar var; çünkü arkadaşları akraba ve komşulardan ayıran bir taraf var. Arkadaşlarla birliktelik ya da onlara yapılan iyilik akraba ve komşular için yapılandan birkaç derece düşüktür ahlaki olarak. Çünkü bunlar için yapılanlar ilahi emir ve teşvik dairesine girerken, arkadaşlıkların nefsani zemin üzerinde yükselme ihtimali her zaman mevcuttur ve günümüzdeki yoğun ve güçlü arkadaşlık ilişkileri ile sadakatini bu bağlamda anlamak ve anlamlandırmak mümkündür.
Böylesi bir yaşam sürerken kendinden de uzaklaşıyor insan. Ruh ve kalbi bir kenarda bırakarak sadece nefsi tatmin peşinde koşmak yabancılaşmanın bu ikinci kısmını meydana getiriyor. Ve elbette bu yaşam biçimi, Yaradan’dan uzak düşmesine sebep oluyor, çünkü tüm unsurlarıyla sürdürdüğü hayatı, din ve güzel ahlakla örtüşmüyor aksine çatışıyor. Çatışma da uzaklaşma ve kaçınmayı getiriyor. Sonda anlatmış olsak da yabancılaşmanın (yabanilik mi desek) birinci halkasını, Allah’tan uzaklaşmak oluşturur. Allah’tan uzaklaşan, nefsi hariç herkesten ve her şeyden uzak düşer, hevayı put edinmenin doğal sonucu olarak.
Geceleri de, sadece varoluş gayesini anlamış insanlar idrak ve ihya eder. Bu onlara nasip olur. Onlar, yerlere ve göklere varis kılınanlardır. Zamanın gecesi ve gündüzünün sırtına binip ötelere yol almak kendilerine tahsis edilmiştir. Avama düşense bellidir.