Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Yol Bilenin Elinden Tutarak
Nakşibendiyye yoluna bağlı olanlar Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat alimlerinin bildirdiği gibi inanır ve ibadetlerini de ona göre yaparlar. Hz. Peygamber s.a.v.’in Ashab-ı Kiram’a öğrettiği, onlardan Tabiîn’e, Tabiîn’den de bize kadar ulaşan yoldan sapmazlar.
Bu yolun esası, yüce dinimiz İslâm’ın hükümlerini muhafaza etmektir. Bu yüzden ihtiyaç hissedilen konularda bilgi sahibi olmak ve onunla amel etmek herkes için gerekir. Dinin hükümleri doğru bilinip uygulanmalıdır.
Çirkin ya da hatalı, yani mekruh olan bir işi bilip terk etmek, zikirden, tefekkürden, murakabe ve teveccühten daha kıymetlidir. Zaten zikrin fikrin bütün gayesi, hayatı Rasulullah s.a.v.’in bildirdiklerine uygun hale getirmektir.
Tasavvuf yolunun bütün usulleri buna ulaşmak içindir. Mürşidin varlık sebebi de budur. O, bağlılarının idrak sahibi bir akla, uyanık bir kalbe ulaşmaları için gayret eder.
Edinilen bilgilerin kalbe yerleşip tesir etmesi, hak ve hakikatin anlaşılması için kâmil bir velinin manevi tasarrufu gereklidir. Meşhur velî Ebu Ali Dakkak hazretlerine göre, anne ve baba olmadan bu dünyaya doğum olmadığı gibi, bir mürşidin terbiyesine girmeden de kalbin mana alemine doğması zordur.
Muhyiddin Arabî hazretleri de kâmil ve mükemmil bir mürşide bağlanmanın her mümin için zorunlu olduğunu söylemiştir. Muhammed b. Süleyman Bağdadî de şöyle buyurmaktadır: “Zahir ilmini öğrenmiş olmak insanı bâtın ilmini öğrenmeye ihtiyaçsız hale getirmez. İnsanın selim bir kalbe ulaşması için bâtın ilmini öğrenmesi gerekir.”
Zahir ilmiyle yetinmeyip bâtın ilmine ulaşmayı emreden dört mezhebin çok sayıda büyük alim ve velileri vardır. Hanefî alimlerinden İbnü’l-Hümam, Şiblî, Hayreddin Remzî, Hamevî; Şafiî alimlerinden İzzeddin Abdüsselam, İmam Gazalî, Taceddin Sübkî, İmam Süyutî, Şeyhülislam Kadı Zekeriya; Malikî ialimlerinden Hasan Şazelî, Seyyid Ebu’l-Abbas Musî, Ataullah İskenderî; Hanbelî alimlerinden Abdülkadir Geylanî, Şeyh İbnu’l-Buharî (Allah cümlerine rahmet etsin) bunlardan bazılarıdır.
Bu zatlar bâtın ilmine ehil olan kimselere yakınlık ile, seyr-i süluk ile, doğru itikat ve ihlâs ile, fena hallerden faziletli işlere avdet ile bâtın ilmini tahsil ettiler. Sonra kendileri de bu ilme kaynak oldular.
İmam Gazalî hazretleri Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nden ayrılarak onbir sene Şam’da, Kudüs’te, Medine-i Münevvere’de nefsini tezkiye ve kalbini tasfiyeyle meşgul oldu. Bir keresinde bir alim, üzerinde yamalı elbise, elinde ibrikle İmam Gazalî’yi gördüğünde “Medresede kalıp ders verseydin bundan iyi olmaz mıydı?” demiş. İmam Gazalî şöyle cevaplamış: “Allah’ın saadeti gönlüme doğdu. İradem elimden gitti. Aklım vuslat güneşine yöneldi.”
Sonra medreseye müceddit olarak döndü. Şöyle söylüyor: “Benim medreseye dönmem tahsilime devam için değil, öğrendiğim manevi ilmi öğretmek içindir.”
Abdülvehhab Şaranî hazretleri de şöyle demiştir: “Alimler, Allah’ın huzuruna kalp huzuruyla çıkmayı engelleyen sıfatlardan kurtaran bir kâmil mürşide intisap etmenin gerekli olduğuna icma ve ittifak etmişlerdir.”