Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


İslâm'da Râbıtayı İnkâr ve İtirazlara Verilen Cevaplar

Halis ECE

İslâm'da Râbıtayı İnkâr ve İtirazlara Verilen Cevaplar

Her devirde olduğu gibi, bu devirde de râbıtayı inkâr edenler bulunmuş; İslâm’da râbıtanın olmadığını, hatta bunun Hind yogasından tarîkatlere girdiğini iddiâ edegelmişlerdir. İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretlerinin ifâdesi ile bunlar; kötü âlimlerdir, din hırsızlarıdır! Onların; halk nazarında bir makam-mevki ve itibar sahibi olmaktan başka arzu ve istekleri yoktur... Fitnelerinden Allâh’a sığınırız.

Evet, âlimlerin en fazîletlisi, mahlûkâtın da en üstünüdür. Hatta, Beyhâkî’nin (rh.) İbn-i Mes‘ûd’dan (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulur: “Âlimlerin mürekkepleri, kıyâmet günü, Allah yolunda şehit olanların kanları ile tartılır; âlimlerin mürekkepleri daha ağır gelir.”(1)

Kezâ, insanların en kötüsü de, âlimlerin en kötü ve fenâ olanıdır.(2)

Binâenaleyh insanların kurtuluşu, âlimlerin varlığına bağlı olduğu gibi, âlemin hüsrânı da aynı şekilde onlara bağlıdır! Bu sebeple Ehl-i Sünnet âlimleri, dilleri ve kalemleri ile bu kötü âlimlerin hücumlarına mukâbele etmişler, onların inkâr ve itirazlarına cevap vermişlerdir.
Dilerseniz şimdi bunlara bir göz atalım...

Meselâ deniliyor ki;
“Mürîde, şeyhini tasavvur sûretiyle yapması emredilen râbıtanın me’mûrun bih olması gerekir... O zaman da, bu husustaki hükmün, vâcib veya mendub olması îcap eder. Bunlar, her ikisi de şer‘î birer husus olması hasebiyle, kendilerine edille-i şer‘iyeden delil lâzımdır. Binâenaleyh râbıtanın câiz olduğuna delil nedir? Ayrıca, Peygamberimiz (s.a.v.) ashâb-ı kirâmın şeyhidir; bütün zikir ve fikirleri ondan öğrenmişlerdir... Bununla beraber ashâbına, sûretinin tasavvur edilmesini emretmemiştir. Halbuki onun sûreti, insânî sûretlerin en kâmilidir.”

Bu ve benzeri itirazlara değişik tarzlarda cevaplar vermek mümkün... Şöyle ki:

Her şeyden evvel dünyada râbıtasız insan yoktur... Hemen herkes hatta her şey mutlaka bir yerlere, bir şeylere bağlıdır.(3) Bu sebeple aklı başında bir insanın, râbıtayı inkâr etmesi mümkün değildir. Hatta inkâr eden insan, bir lahza düşünse, inkâr ettiği şeyin kendisinde var olduğunu görecektir. Meselâ, namaz kılacak olan bir kimse, şayet gâfillerden ise, namaza durduğunda aklı, çeşitli evhâm ve efkâra dalar; Rabb’inden yüz çevirir... Ya çoluk-çocuğu ile, ya malı-mülkü veya bir başka sevdiği şeyle meşgul olur... Onlara bağlanır, onlara râbıta yapar! Fakat, namazdan sonra da râbıtasını inkâr eder!(4)

Râbıta-i şerife; gafleti giderme, hâtırâtı def‘etme ve nûr-i İlâhî’yi celbetme vâsıtalarının en başta gelenlerindendir.

İslâm dîninde, vâsıtalar için, maksatların hükmü vardır. Meselâ, zina haram olduğu gibi, zinaya götüren öpmek, şehvetle bakmak, kendisine nikâhı düşen birisi ile halvet, yani başkalarının izinsiz giremeyeceği hususi bir mekânda başbaşa kalmak da haramdır.

Müslümanlar’ın Mevlâ’ya yönelip, feyz-i İlâhî ile nurlanmaları maksud ve matlub olunca, bunu temin eden râbıta-i şerife ile zikr-i kalbî de matlub ve maksud olur. Allâh’ın sevgili kullarını tasavvur etmenin faydasız olduğunu söylemekse, kesinlikle mümkün değildir.

İnsan; haram ve çirkin olan bir şeyi düşündüğü zaman, kalbini ve rûhunu kirlettiği gibi; güzel olan şeyleri, Allâh’ın Habîbi’ni ve onun vârisi olan Allah dostlarını tasavvur ettiği zaman da, feyz-i İlâhî’ye mazhar olur.

Demek ki râbıta-i şerife, şerîatın dışında bir husus değildir.(5)

DİPNOTLAR
(1) el-Mektûbât, 2, 30.
(2) İmâm Süyûtî (rh.), İmâm Beyhakî’nin (rh.) İbn Mes‘ûd’dan (r.a.) merfûan rivâyet ettiğini ifade ediyor. M. İ. R. hâşiye, c. 1, s. 166.
(3) el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbânî, 1, 194.
(4) Evet, bu âlemde her şey râbıta ile kaimdir, onunla ayakta durur, varlığını, nizam ve intizâmını bir başka şeye râbıta ile devam ettirir. Meselâ Dünya, Ay ve diğer bazı gezegenler Güneş’e râbıtalıdır... Güneş ise, Arş-ı A‘lây’a, o da sıfât-ı İlâhî’nin nûruna râbıta hâlindedir.
(5) Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-Hâbita…, Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbâni, c. 1, s. 218-219.

Hocam Allah razı olsun. Ellerinize sağlık.

Bende geçenlerde rabıta ile ilgili yapmış olduğum bir araştırmayı sizlerle paylaşmak isterim müsadeniz olursa. Hakkınızı helal edin...

********
Özellikle Nakşibendî tarikatında önemli bir yere sahip olan râbıtanın genelde benzer olmakla birlikte farklı tanımları vardır. Ünlü mutasavvıflardan Abdülhakîm Arvâsî’nin Râbıta-i Şerîfe isimli, râbıtayı anlatan risalesinin Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilmiş nüshasında râbıta şöyle tanımlanmaktadır: “Râbıta, İlâhî-Zâtî sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahede makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp, huzur ve gıyabında o zatın suretini hayâl hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir.”

Râbıtadan bir tasavvuf terimi olarak ilk kez bahseden eser Raşahât Ayn’ul-Hayât’tır. Ali bin Hüseyn el-Vâiz el-Kâşifî el-Beyhakıy tarafından Farsça kaleme alınan eserde çeşitli yerlerde râbıta sözcüğü geçmektedir. Râbıtanın tam bir tanımı veya uygulanışına dair herhangi detaylı bir bilgi içermez. Râbıtanın ilk detaylı açıklaması ve tanımı Nakşibendî Silsile-i Sâdât’ında da yer alan ünlü mutasavvıf Halid Bağdâdî tarafından yapılmıştır. Halid Bağdâdî’nin ilgili eseri Muhammed Esad Efendi’ye yazdığı bir mektuptur ve Risaletün fi Tahkıyk’ır-Râbıta olarak adlandırılmıştır. Bu eser salt râbıtaya ilişkin yazılmış ilk eserdir. Bu eserin ardından, büyük oranda bu esere dayanan ve sadece râbıtayı konu alan çeşitli eserler de kaleme alınmıştır, örneğin: er-Rahme’tül-Hâbita fi Tahkıyk’ır-Râbıta, İsbât’ul-Mesâlik fi Râbıta’tıs-Sâlik, Râbıta-ı Şerîf.
*****************

selam ve muhabbetle
güvercin

İlgin ve katkıların için teşekkür ederim sevgili güvercin24... Allah sizden de râzı olsun.

Mukabil hayır dualar, selam ve muhabbetler...

Not: “Râbıta, İlâhî-Zâtî sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahede makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp, huzur ve gıyabında o zatın suretini hayâl hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir.”

Yukarıda geçen tarifteki kavram "mükemmel" değil, "mükemmil" olacak. Zira mürşidin kendisinin mükemmeliyeti yetmez, başkalarını tekemmül ettirebilecek istidat ve kabiliyetin de sahibi olması gerekir.

Rabıtaya karşı gelenlere öyle örnek vermişin ki. Sanki felsefik bir şeye karşı gelene felsefik cevap vermiş gibi.Eğer islami konuda bir savunma veya eleştiri olcaksa bu kuran ve sünnetlerden kaynak ve örnek gösteriler verilir.Sen bunu yaparsanda böyle olur onu yaparsanda şöyle olur böyle açıklama olmaz.

Sevgili güvercin;

İlgin ve mesajın için teşekkür ederim. Ancak naklinde bulunduğun bilgilerde ele alınması gerekli hayli hususlar var. Bunlarla alakalı olarak bizim Aynü'l-Hakika fi Rabıtati't-Tarika adlı eser üzerindeki çalışmamızı gözden geçirmeniz umarım mesajında iktibasta bulunduğun tartışma götürür bilgilerin ekmel ve etemmini görmenizi temin edecektir.

Selam ve dualarımla...

***

Tümer nickli kardeşim;

Her şeyden evvel İslâm'da felsefe olmadığı için, tefelsüf de yoktur. Peki var olan nedir? Tefekkür'dür. Bu da Kur'an'ın emridir zaten mü'minlere... İlimle tefekkür-taakkul-teemmül beraber yürür İslâm'da.

Peki felsefe ya da vesvese nedir dersen, işte o da tam da senin yaptığındır.

At gözlüğünü çıkartıp peşin hükümlerden kurtularak, anlatılanlara iyi niyetle ve salim bir akıl-gönül ortaklığıyla bakabilmeni, anlayabilmeni Cenab-ı Feyyaz-ı Mutlak'tan niyaz ederim. Gerçi, kafa değiştirmek, paslı çivi sökmek kadar zordur ama, Allah'tan da ümit kesilmez malum!

Measselâm...

Soruyu öyle sor ki; ne kendine utanç, ne de sorulana azap olsun.

Selamün aleyküm millet...
Rabıta özel bir olaydır. Ve herkesin anlaması, kabul etmesi iman ve akıl seviyesi nedeniyle mümkün görünmemektedir. Sahabelerin bir kısmı bile rabıtadan bir haberdi. Çünkü puta tapan bir toplumdan çıkan kişilerin her birinin seviyesi farklı. Bu arada sahabelerin seviyesinin ne kadar üstün olduğunu da belirtmek isterim. Rabıtayı bilmeyenleri var diye asla onları eksik olarak tanımlamak istemem.
O nedenle acizane derim ki, rabıta yapan yapmaya devam etsin, anlamayanlar ise lütfen karşı gelmesin. Ayet ve hadislerle sabit olan bir olayı red etmek şakaya gelmez bir durumdur. Allah son nefes dahil hepimize iman üzere yaşamak nasip etsin... Amin...

Ve aleyküm Selam sevgili neyyen...

Güzel bir mukayeseyle süslediğin mesajın için teşekkür ederim. Ellerine sağlık...

Vaziyeta tam da o pencereden bakabilir aslında, anlamakta-kavramakta zorluk çeken mü'minler... İlla da akılla-mantıkla bir neticeye varacağız diye kendilerini zorlamaya, sıkıntıya sokmaya gerek yok.

Selamlar, dualar...

Soruyu öyle sor ki; ne kendine utanç, ne de sorulana azap olsun.


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com