Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
RAMAZANI ŞERİF,ORUÇ VE ZEKAT
RAMÂZAN-l ŞERÎF’TE ORUÇUN MÜKÂFÂTI
Rasûlüllâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki; “Ramazân-ı Şerîf’in ilk gecesinde Allâhü Teâlâ kullarına rahmet nazarı ile bakar. Allâhü Teâlâ rahmet nazarı ile baktığı kuluna, asla azâp etmez. Bu ayın her bir gününde, Hak Teâlâ bir milyon âsiyi, cehennemden âzâd eder.
Ramâzan-ı Şerif’in yirmi dokuzuncu gecesi olunca, bütün bir ay boyunca mağfiret ve âzâd olunan kadar daha mağfiret ve âzâd olunur. Bayram gecesi ve bayram sabahı müslümanlar, namaz için câmîlere toplanınca Allâhü Teâlâ tecellî eder ve meleklere;
“Ey melekler, işini bitirenin karşılığı nedir?” diye sorar. Melekler; “Ücretini tam vermektir.” derler. Allâhü Teâlâ “Ey meleklerim, şâhid olun. Ben ki, Allâh’ım, onları mağfiret ettim.” buyurur. (F-5)
RAMAZAN-I ŞERÎF’İN FAZİLETİ
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Selmân-ı Farisi’nin (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuşlardır: “Ey insanlar sizi büyük ve mübârek bir ay gölgeledi. Bu ay içinde bin aydan daha faziletli kadir gecesi vardır. Bu ayda Allâhü Teâlâ (gündüzleri) orucu farz kıldı. Gece ibâdetini de nâfile kıldı. Bu ay içerisinde (farz ve vâcip olmayan) nâfile bir hayır işleyen kimse diğer aylarda bir farz işlemiş gibi (sevâp ve ecir kazanır). Bu ay içerisinde bir farzı işleyen kimse diğer aylarda yetmiş farz işlemiş gibi sevâp ve ecir kazanır.”
“Bu ay sabır ayıdır. Sabrın sevâbı cennettir. Bu ay yardımlaşma ayıdır. Bu ayda mü’minin rızkı artar ve bereketlenir. Bu ayda kim bir oruçluya iftar ettirirse günâhları bağışlanır. Cehennemden âzâdına sebep olur. Oruçlunun sevâbından hiçbir şey eksilmeksizin oruçlunun sevâbı kadar sevap kazanır.” Ashâb-ı kirâm “Yâ Rasûlallâh, hepimiz oruçluya iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz.” dediklerinde şöyle buyurdu. “Allâhü Teâlâ bu sevâbı oruçluya bir hurma, bir içim su veya bir yudum süt ile iftar ettirene de verir.”
“Kim bir oruçluya su verirse Allâhü Teâlâ onu benim havzımdan sular. Bir daha cennete girinceye kadar hiç susamaz.”
Ramâzan-ı şerîf’in evveli rahmet, ortası mağfiret sonu cehennemden kurtuluştur. Kim bu ayda hizmetçi(işçi)sinin yükünü hafîfletirse Allâhü Teâlâ onu affedip cehennemden kurtarır.
Ramâzan ayında dört şeyi çok yapınız. Bunlardan ikisini yapmakla Rabbinizi râzı edersiniz. Diğer ikisini yapmaktan da müstağni olmazsınız. (Yâni her zaman bu iki şeye muhtaçsınız.) Rabbinizi râzı edeceğiniz iki haslet şudur.
1- Kelîme-i şahâdeti çok söylemek,
2- Allâhü Teâlâ’ya çok istiğfar edip tevbe etmektir.
Müstağni olmadığınız iki haslet ise:
1- Allâhü Teâlâ’dan rızasını ve cennetini istemeniz,
2- Allâhü Teâlâ’nın gadabından ve cehenneminden ona sığınmanızdır.(FH-21)
MALIN HAKİKÎ SÂHİBİ VE İNFÂK
Mü’minlerin ibâdetlerinden biri de, Allâh’ın fazlı ile ihsan buyurduğu mallarından, hikmetiyle fakir kıldığı kullarına, onun rızâsını kazanmak için vermek, onların meşrû ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Nitekim, Allahü Teâlâ; (meâlen) “Ve Allâh yolunda infâk ediniz. Ve kendi nefislerinizi tehlikeye düşürmeyiniz ve ihsanda bulununuz. Şüphe yok ki Allâhü Teâlâ muhsin olanları sever.” (Sûre-i Bakara, âyet 195) buyurmuştur. Hadîd Sûresi’nin 7. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Allâh’a ve onun Peygamberine îman edin” çünkü onun tebliğatını, emirlerini, nehiylerini o getirecek, o beyan edecektir. “Sizi istihlâf buyurduğu şeylerden infâk eyleyin ki iman edip de infak eyleyenleriniz için büyük bir ecir vardır.” buyurulmuştur. Yâni, hakikatte mülk onun olduğu gibi sizin sâhip olduğunuz şeyler de onundur. Ancak size salâhiyet verip onlarda tasarruf etmek için sizi vekil kılmıştır.
Burada fukâraya, sırf Allâh (c.c.) rızâsı için infâk etmenin, Allâh’a ve Resûlü’ne îmandan hemen sonra zikredilmesi, bu infâk işinin îmâna en yakın amel ve îmân ettikten sonra işlenecek sâlih amellerden en mühimi olduğuna açık delildir.
Fahruddin Râzî ve Ebûssuud merhûmların tefsîrlerine göre, insanın elindeki mallar hakîkatte Allâh’ındır. Meşrû şekilde faydalanmak için kullarına teslim etmiş, kendi emrince kullanmakta kulunu malı üzerine vekîl kılmıştır. Şu halde insanların elinde bulunan mallardaki tasarruf, vekîlin tasarrufu gibidir. Mal sâhibi ne emrederse ona uyması lâzımdır. Binaenaleyh malların hakikî sahibi olan Allâhü Teâlâ muhtaç olanlara sadaka ve nafaka vermekle emredince o emre itâat icap eder. Kul, yed-i emîndir. Bu yüzden emre muhâlif hareket etmesi câiz değildir.
İnsanın elinde bulunan mal, ya verâset yoluyla öncekilerden intikal etmiş veya başka suretle kazanılmıştır. Bu halde her mal sâhibinin kendisinden evvel geçenlerden ibret alıp onlar nasıl bu dünyâdan her şeyi terk edip gitmişlerse kendisinin de aynı âkıbete uğrayacağını düşünerek lâyık olanlara sadaka, emrine riâyetleri icâp eder.
Bu infâkla murat, öncelikle zekât ve sadaka-i fıtr ise de lafzın mutlak olarak zikredilmesi farz, vâcib ve nâfile bütün hayrât ve hasenâtı içine almaktadır. (İ.4)
RAMAZÂN-I ŞERÎF’DE VERİLEN BEŞ ŞEY
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki; “Allâhü Teâlâ, benim ümmetime Ramazân-ı Şerîf’te beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir peygambere vermemiştir:
1- Ramazânı-ı Şerîf’in birinci gecesi, Allâhü Teâlâ müminlere rahmet eder. Rahmetle baktığı kuluna hiç âzâp etmez.
2- İftar zamanında oruçlunun ağız kokusu, Allâhü Teâlâ’ya misk kokusundan daha güzeldir.
3-Melekler, Ramazân-ı Şerîf’in her gece ve gündüzünde, oruç tutanların afvolması için duâ ederler.
4- Ramazân-ı Şerîf’de Allâhü Teâlâ, oruç tutanlara, cennette yer tayin eder ve: “Ey cennet! Yakında dünyâ mihnet ve sıkıntılarından kurtarıp, ikrâm ve rahmetime kavuşturacağım kullarım için süslen ve hazır ol.” buyurur.
5- Ramazân-ı Şerîf’in son günü gelince, “Ramazân-ı Şerîf’de oruç tutan bütün ümmetimi afveder.”
Eshâb-ı Kirâm’dan birisi “Ya Rasûlallâh, o gece Kadir Gecesi midir?” diye sorduğunda “Bilmez misiniz ki, iş yapanlara işi bitirdiklerinde ücretleri verilir.” buyurdu. (F-5
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ YERLER
Masârıf-ı zekât, zekâtın verilip sarfolunabileceği yerler demektir ki, sekizdir. Tevbe sûresinin 60. âyetinde açıklanmıştır.
1) Nisâb(miktarı mal)a sâhip olmayan fakirler,
2) (Hiçbir şeyi bulunmayan) miskinler,
3) Zekât toplama memurları,
4) Müellefe-i kulûb,
5) Kölelikten kurtulacak kimseler,
6) (Borcuna karşılık malı olmayan) Borçlular,
7) (Fi sebîlillah) Allâh yolunda hizmet edenler,
8) Yolda kalmış ve harçlığı olmayanlar.
Zekâtın verilmesi en faziletli olanı, hiçbir şeyi olmayan miskinler ve fîsebîlillâh (Allâh yolu)dur.
HANGİ MALDAN ZEKÂT VERİLİR?
Allâhü Teâlâ, temizdir. Ancak temizi kabul eder. Zekât ve sadakanın kabul olunması için kişinin; en kıymetli, en iyi, en güzel, en helâl, en temiz, en sevdiği maldan vermesi lâzımdır. Allâh (c.c.) Bakara sûresinin 267. âyetinde (meâlen):
“Ey îman edenler! İnfâkı gerek kazandıklarınızın ve gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın, kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız fenâsını vermeye yeltenmeyin ve Allâh’ın Ganî, Hamîd olduğunu bilin.” buyuruyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Helâlden kazandığı malını infâk edene müjde olsun” buyurmuşlardır. (İLA 148)
İSLÂM’IN ŞARTLARINDAN ZEKÂT
Zekât, hicretin ikinci yılında emredilen farzlardandır. Nisâb miktarındaki nakitlerin veya ticâret mallarının üzerinden bir sene geçtiği zaman zekât vermek icâbeder.
Zekâtın alenî, açıktan verilmesi daha fazîletlidir. Bunda başkalarına nümûne olmak ve sûi zandan kurtulmak vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde (meâlen) “Mallarınızı zekât ile koruyunuz, hastalıklarınızı sadaka ile tedavi ediniz, belâ dalgalarını duâ ile karşılayınız.” buyurmuşlardır.
Zekâtla mükellef olacak kişi hür, akıllı ve bâliğ olmalıdır.
Zekât mükellefi, asli ihtiyaçlarından ve borcundan başka nisâb miktarı veya daha fazla bir mala mâlik, sâhib bulunmalıdır.
Zekâtta altının nisabı 20 miskal(=80.18 gr)dir. Bu miktarda altını veya bu değerde nakit parası olan müslümanın zekâtını vermesi icâb eder.
Lüzûmlu ihtiyaçlar: Ev ve ev için lüzûmlu eşya, elbiseler, âletler, kitaplar, binek (at veya araba), hizmetçi ve bir aylık diğer bir görüşe göre bir senelik erzâk aslî ihtiyaçlardır. Borç karşılığı para da asli ihtiyaçlardandır.
Zekâtta mâlik hakîkaten veya hükmen (nâmi) artıcı olmalıdır. Ticaret ile olan (nemâ) artış hakiki nemadandır.
Altın ve gümüş de hükmen nemâ (artış) vardır. Altın ve gümüş, nakitler, külçeler, zînet takımları bunlarla ticâret yapılmasa dahi nisab miktarına ulaştığı zaman zekât vermek icâbeder.
Zekâtın farz olması için nisaba kavuştuktan sonra malın üzerinden bir yıl geçmelidir.
Nisâb miktarının sene içinde eksilmesi zekât vermeye mânî değildir. Nisab sevîyesinin senenin başında ve sonunda mevcut olması yeterlidir.
Zekât verirken veya vermek üzere ayırırken kalben zekâta niyet edilmesi lâzımdır. Dil ile söylemek lâzım gelmez. Zekât niyeti ile verirken hediye veya borç olarak verdiğini söylemekte bir mahzur yoktur. (Büyük İsl. İlm.)
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ EN HAYIRLI YER
Cenâb-ı Hakk, Bakara Sûresi’nin, 273. âyet-i kerîmesinde meâlen;
“(Yapacağınız hayırları) Kendilerini Allâh yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere verin. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allâh bilir.” buyurmaktadır. Elmalılı Hamdi Efendi merhum, bu âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken;
“İlim tahsili, ibâdet, din uğrunda her çeşit meşakkate tahammül ile iffeti muhâfaza ve dînin yayılmasına hizmet, îcâbında (Allâh yolunda) cihaddır.” dedikten sonra
“Allâh rızâsı için düşmana karşı nöbet bekleyen, medreselerde dirsek çürüten, umûmun hizmetine nefsini vakfeden ve bu ahvâl içinde malı mülkü olmayıp, muhtâç olmakla berâber nafakasını kazanmaya vakit bulamayan veyâ kudreti yetişemeyen mü’min fakirler bu âyetîn hükmüne dâhildir. Bunlar sadakaların sarf edileceği en güzel kısmını teşkil eder.” demektedir.
Abdullâh bin Mübârek (r.h.) sadakalarını bilhassa âlimlerin fakirlerine verirdi. Niçin böyle yaptığı sorulduğunda;
“Ben peygamberlikten sonra ilimden daha üstün bir rütbe olduğunu zannetmiyorum. Âlimlerden biri bir ihtiyaçla karşılaşınca onun ile meşgûl olur da okuyamaz. Onun ihtiyâcını temin edip okumasını sağlamak daha makbuldür.” diye cevap vermiştir. (İLA 148)
ZEKÂTI FAZLA VERMEK
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Übeyyi (r.a.) zekât toplamakla vazifelendirdi. Hz. Übey vazîfeye çıktığı bir gün kendisine zekât olarak iki yaşında bir dişi deve vermesi gereken birisine uğrar. Hz. Übeyy (r.a.), ona; “İki yaşında bir dişi deve vermen gerekiyor!” der; O ise “Böyle bir devenin ne sütü vardır, ne yünü kırkılır, ne de yük taşıyabilir. Onun yerine sana daha büyük, daha semiz bir deve vereyim.” der. Übeyy (r.a.) de; “Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) izin vermediği bir şeyi alamam. Gider ona söylersin; kabûl ederse ben de ederim. Eğer almayacak olursa ben de almam.” der.
Bunun üzerine o kişi deveyi de yanına alarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e gider ve şunları söyler:
“Ey Allâh’ın Rasûlü! Gönderdiğin elçi malımın zekâtını almak için bana geldi. Allâh’a (c.c.) yemin ederim ki ne Allâh’ın peygamberi ve ne de elçisi mallarımı daha önce görmüştür. Ben onun gelişi üzerine mallarımı getirerek kendisine gösterdim. Bana iki yaşında bir dişi deve vermem gerektiğini söyledi. Buna karşılık ben de böyle bir devenin ne süt verebileceğini ve ne de yük taşıyabileceğini söyleyerek ondan daha büyük ve daha semizini vermek istedim. Ama elçin bunu kabul etmedi. Siz de bakın ve ona göre karar verin, işte deve de buradadır.” Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona şöyle buyurdular:
“Sana düşen elçinin söylediği kadarını vermendir. Ancak sen kendi gönlünle ve Allâh (c.c.) rızâsı için daha büyüğünü verirsen Allâh da senin mükâfaatını versin. Biz onu alır, kabûl ederiz.” Adam devesini verir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona malının bereketli olması için duâ eder.(K-11)
)
ORUCU BOZUP SADECE KAZÂ ÎCÂP ETTİREN ŞEYLER
1) Oruç hatırında iken boğazına bir şey kaçmak,
2) Ağzına aldığı, burnuna çektiği su boğazına kaçmak,
3) Niyetin vakti geçip öğleden sonra niyet etmek,
4) Unutarak yedikten sonra, orucu bozulmadığı halde herhangi bir şeyi kasden yemek,
5) Ağzına giren kar veya yağmur suyunu yutmak,
6) İğne vurdurmak, burnuna ilâç çekmek,
7) Kulağına yağ akıtmak,
8) Fecr-i sâdık doğmadığı zannı ile sahur yemek,
9) Güneş battığı zannı ile iftar etmek,
10) Kusmuğunu ağzından çıkarmayıp yutmak,
11) Arkadaşı veya eşinden başkasının tükürüğünü yutmak,
12) Kendi tükürüğünü dışarı çıkarıp sonra yutmak,
13) Dişi kanayıp kanı, tükürüğünden fazla veya tükrüğü ile müsâvi olduğu halde yutmak,
14) Buhur dumanını boğazına kaçırmak.