Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Cevşen Sahih Değil!

b. Bediüzzaman, el-Cevşenü’l-Kebîr’in, Kur’an’dan çıkan bir münâcât olduğunu belirterek, muhtevasının Kur’an’a uygun olduğuna işaret etmiştir. O, bu konuda şöyle demektedir:

"Yani, bin bir esmâ-i ilâhiyeye sarîhan ve işâreten bakan ve bir cihette Kur’an’dan çıkan bir hârika münâcât olan ve marifetullahta terakkî eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede: "Zırhı çıkar, onun yerine bu Cevşen’i oku" diye Cebrâîl vahiy getiren el-Cevşenü’l-Kebîr Münâcâtı içindeki hakîkatler ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, Muhammed’in (s.a.s.) Risâletine ve hakkaniyetine şehâdet ettiği gibi..."12

c. Bediüzzaman duânın kabulünün şartlarından bahsederken, el-Cevşenü’l-Kebîr’den de bahsederek onun nasıl okunacağı hususunda bilgi verir:

"Ubûdiyet, emr-i ilâhiye ve rızâ-ı ilâhiye bakar. Ubûdiyetin dâisi emr-i ilâhî ve neticesi rızâ-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gâiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubûdiyete münâfî olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubûdiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubûdiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
-
işte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibendî’yi veya bin hâsiyeti bulunan el-Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını maksûd-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremiyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubûdiyetten çıkar ve kıymetten düşer.

Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar ve müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rızâ-yı ilâhî için âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbûldur. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktâbdan ve Selef-i sâlihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hatta inkâr da eder".13

d. Cevşen, sürekli okunduğunda, okuyana birtakım maddî-manevî faydaları vardır ki, birçok ehl-i keşif ve islâm âlimi buna işaret etmişlerdir. Bunlardan birisi olarak Bediüzzaman da, el-Cevşenü’l-Kebîr’i okuma neticesinde gördüğü faydalardan şöyle bahseder:

"Münâfık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar...".14
-
"Kardeşlerim, merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrâd-ı Bahâiye bu defa dahi o dehşetli zehrin tehlikesine galebe etti. Tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor".15

e. Daha önce de dediğimiz gibi bazı zatlar, el-Cevşenü’l-Kebîr okumaya verilen sevaplar ile ilgili rivâyetlerin uydurma olabileceği düşüncesiyle Cevşen’i de inkâr yoluna gitmişlerdir. Biz bunlara kısaca cevap vermiştik. Bediüzzaman’ın hayatında da aynı hâdise cereyan etmiş ve şöyle cevap vermiştir:

- "Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhûr duâ-i Nebevî olan el-Cevşenü’l-Kebîr hakkında ve akıl hâricindeki sevap ve fazîletine dair bir hadîsi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş: "Râvî, Ehl-i Beyt’in imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübâlağa görünüyor. Meselâ, içinde der: "Bu duaya Kur’an kadar sevap verilir". Hem "Göklerdeki büyük melâikeler, o duâ sahibini gördükçe kürsîlerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler". Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez" diye, Risâle-i Nur’dan imdad istedi. Ben de Kur’an’dan ve Cevşen’den ve Nurlar’dan gayet kat’î ve tam akıl ve hikmete mutâbık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmâlini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:

Evvelâ: Yirmi Dördüncü Söz’ün üçüncü dalında on adet "usûl" var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izâle eder. Ona bak, cevabını al.

Sâniyen: Her gün bütün ümmet kadar hasenât ona işlenen ve bütün ümmetin saâdetlerine yardım eden ve ism-i a’zâm’ın mazharı ve kâinatın çekirdek-i asliyesi, hem en mükemmel ve câmi meyvesi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duânın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrâîl Aleyhisselâm’dan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde sevap, zât-ı Ahmediye’nin velâyet-i kübrâsından ona gelmiş. Küllî, umumî değil, belki o duânın mahiyetinde böyle harika bir kıymet var ve ism-i A’zâm mazharı olan Zâtın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvâzene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.

Sâlisen: O duâ, nasil ki zât-ı Ahmediye’ye baktığı vakit mübâlağadan münezzeh ve aynı hakîkat oluyor. Öyle de, o duadaki yüzer Esmâ-i Hüsnâ’nın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübâlağa, belki onların nihâyetsiz tecellilerinden gelmesi mümkün, ve gelebilen feyizlerin nihâyetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sâdık Aleyhisselâm haber vermiş ve teşvik için müphem ve mutlak bırakmış. Sonra, mürûr-u zamanla o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vâki ve külliye telâkkî edilmiş.

Râbian: Yirminci Lem’a-i ihlâsda, bir adama beş yüz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesine dair olan bir hâşiye var. Ona da bak, gör ki, o koca Cennet’in verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir mâlikiyet değil, belki insan nasıl husûsî hanesine çok cihetlerle mâliktir, sahiptir; öyle de, zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla mâliktir, tasarruf ve istifade edebilir. Hem, koca dünyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve güneş lâmbamdır diyebilir.

Demek bazı fevkalhad, harika ve akıl haricindeki bir kısım sevaplar, bu mezkûr hakikate bakar.

Hem İslâmiyet’te her sevabın, her fazîlet-i a’mâlin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada bir zerre sevabımızda, o duâda bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zât-ı Ahmediye (s.a.s.), husûsî virdler ve duâlar ve şeriat ve risâlet cihetiyle değil, belki velâyet-i Ahmediye noktasında ve umûmî olmayan derslerinden kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebâiyet eden has vârislerini, o noktalara teşvik eder.

"Gerçek Allah katındadır. Gaybı ancak Allah bilir" dedim. O vesvese edip şüphelere düşen adam, lillâhilhamd, kurtuldu, tam kanaatı geldi. Belki sizin bazılarınıza faydası var diye size de gönderdim. Umûmunuza binler selâm...".16

Dipnotlar:
10- Risale-i Nur Külliyatı, I,144 (24.Söz, Birinci Dal’ın sonu); I,817 (30.Lem’a, Beşinci Nükte’nin Hatimesi); I,872 (3.Şua’nın son paragrafı); I,973 (11.Şua, Onuncu Mesele).
11- R.N. Külliyatı, I,908-909 (7.Şua, Ayetü’l-Kübra, Birinci Makamın Onaltıncı Mertebesi); I,1131 (15.Şua, Onbeşinci Şehadet); II,1389 (Mesnevi-i Nuriye, Nokta,Onuncu Ders).
12- R.N. Külliyatı, I,1128 (15.Şua, Beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci küllî şehadetler); I,872 (3.Şua, son paragraf), I,973(11.Şua, Onuncu Mesele).
13- R.N. Külliyatı, I,652-653 (17.Lem’a, On üçüncü Nota).
14- R.N.Külliyatı, II,1738 (Emirdağ Lâhikası I).
15- R.N.Külliyatı, II,1736.(Emirdağ Lâhikası I).
16- R.N.Külliyatı, II,1745-1746 (Emirdağ Lâhikası I)..
17- R.N. Külliyatı, II,1824 (Emirdağ Lâhikası II).

Kaynak: Prof. Dr. Davut Aydüz

Evet, "cevşen" bahsinden rahatsız olan arkadaşların, "selam verip geçeriz" deseler de bir türlü diyalogcu sitelerden uzun uzun yazılar kopyalayıp yapıştırmaktan kendilerini alıkoyamadıklarını hayretle müşahade etmekteyim...

Önceki yazımızda, "diyalogcubaşı" nın Cevşen üzerine yazdığı yazı kopyalanmıştı. Bu yazıdaki büyük hatalar yazıldı çizildi...

İmam-ı Gazali Hazretleri'ne atılan iftira gözler önüne serildi......

Ve sorular sorduk?

Cevap istedik?

Ne oldu? Büyük bir hiç.............................!!!!!!!!!!!!!!!!!

Şimdi de kendilerinin dahi okuduğuna kendimi inandırmak için büyük çaba sarfettiğim yine aynı şeyler etrafında dolanan bu yazıyı göndermişler....

Peki yazıyı kim kaleme almış,başka bir diyalogcu!

Yani şıracının şahidi varmış! O da bozacı !!!!

Daha diyalogcubaşının iftirasına cevap verilmezken,ardarda böyle yazıların gönderilmesi, okuyucuya yapılmış bir haksızlıktır.


Böylelikle bizim sorularımız perdelenecek mi?

Çok satır işgal etmiş olan "doğru" mu olacak?

Bir yazı kirliliği mi amaçlanıyor?

Onu da bilemem.....


Ama buna rağmen, ben sorularımı sormaya devam edeceğim.

Bir yalanın tekrarlana tekrarlana "doğru" olmasını istemiyorum.

Hepsi o kadar....

Bu yazılar Cevşen'in sahih olmadığını gösteren konunun en başındaki makaleyi desteklemektedir. Cevşen'in sunni müslümanlar arasına risale-i nur cemaatleri tarafından sokulduğunu kendi ağızlarıyla isbat etmektedir.

Yazı kendi kendisiyle çelişmektedir.

Bakınız, diğer yazılarda olduğu gibi burda da ağdağalı bir dil var. Fakat bu ağdağalı dil imla hataları ile doludur. Ne Arapça'da ne Farsça'da ne de Osmanlıca'da kullanılmayan tamlamalar kullanılır, yerli yerinde olmayan sözcükler vardır vs. (Bu mesele başka bir yerde ele alınabilir.)

Ne yazık ki (!) bu ağdağalı dil çelişkileri örtmeye yetmez.

Alıntı yapan yazar, Cevşen'in Kur'an'dan çıkan bir münacat olduğu iddiası içinde.

Asıl yazar, bir cihetle Kur'an'dan çıktığını iddia ediyor.

Sonrasında ise, bir gazvede Peygamber Efendimize -sallallahü aleyhi vessellem- vahyedildiği iddiasını öne sürüyor.....


Bu noktada sorularımız var.......

Kur'an'dan çıkmış olmak ne demektir?

Hem Kur'an'dan çıkmış hem de "vahiy" olarak mı inmiş?

Sonra, söz konusu vahiy hangi gazvede gelmiştir?

Resulullahın herhangi bir gazvede zırhını çıkardığına dair hiçbir rivayet yoktur.


"Asıl yazar" böyle büyük bir olayın kaynağını neden veremez?

------------------------------------------------------------------------------------------------

Bu noktada bir parantez açmak elzem oldu. Piyasada satılan Cevşenlerin içinden bir kağıt çıkıyor, "asıl yazar" ın iddia ettiği gibi bir olayı anlatıyor.

Bu vahyin Uhud Savaşın'da geldiğini yazıyor.


!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
!!!!!!!!!!!!!!!!
!!!!!!!!
!!!!

Oysa,savaşta zırhı çıkarmak şöyle dursun, Peygamber Efendimiz Uhud Günü iki zırhı üst üste giymiştir.İbn Mâce, Cihâd, 18/2806.



!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
!!!!!!!!!!!!!!!!
!!!!!!!!
!!!!

Evet, bunların iftiraları bitmek bilmiyor.

Efendimiz'in Uhud'da iki zırh giydiği Ehl-i Sünnet alimleri tarafından yazıldığı halde bunlar zırhın çıkarılmasından bahsedebiliyorlar!

----------------------------------------------------------------------------------------------------

"Asıl yazar" ın iddiaları bitmek bilmiyor....

Bir de Cevşen'in "marifetullahta terakkî eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkinde" olduğunu söylüyor. Böyle bir bilgiyi hangi kaynaktan almış? Yoksa o da kimden geldiği belli olmayan ilhamlara mı müptela?

Cevşen, Efendimiz’e vahiy yoluyla gelmiş, ama Ehl-i Sünnetin hiçbir muhaddisi oralı olmamış öyle mi?

Efendimize gelen vahyi Ehl-i Sünnet rivayet etmeyecek, buna karşın Şia güruhu rivayet edecek ha?

Hadis kitaplarında Peygamber Efendimiz'den sahih olarak rivayet edilen yüzlerce dua varken, böyle kaynaksız mesnetsiz bir münacatın dua olarak mislinin olmadığı iddiası, çürütülmeye bile gerek olmayan bir iddiadan öteye geçemez.

Cevşen’in dahi misli olmadığı iddiası da boştur...

gördügüm kadariyla her ikitarafta delillerini ve argumanlarini ortaya koymus durumda, bundan sonra denilecek son söz herkesin inanci kendine...vesselam...

Allah(c.c)selami üzerimize olsun.

Bu dünyanin cefasindan sefasina sira gelmez,
gafil olma ilme calis gecen günler geri gelmez.
S.H.T. k.s.

evet ben şahsen fırttıx arkadaşımız kadar derin ilme sahip değilim ve dediği gibi buarada cevşen tartışılıyor fakat bediuzzaman asrın sahibi dediğiniz zat alim olabilir (bende eski şakirtlerindendim 15 yılevvele dek) ama zamanın sahibi mahibi değildir. Delillerim;

1: Ladikli Ahmet Aga ya sorulan bu sorunun cevabını araştırınız. Zamanın sahibi olmak şurda dursun divanussalihine katılmadığını söylüyor. Çünki Zamanın sahibi divanussalihinin de eş başkanlığını yapar Rasulümüzle...
2: Madem öyle tarihçeyi hayatta eski said yeni said davasını açıklarmısınız? (eskiden okuduğum için sayfa vermiyorum)
3: Barla lahikasında zamanın sahibinde mürşidden bahseder hatta iki mürşid var denir. Mürşidi daimi yani kuaranı kerimdir ve Mürşidi şahsi (yani zamanın sahibi) nin özelliklerini anlatır ağdalı ve uzun bir devrik cümle ile sonunda derki eğer benden sonra veya ben hayatta iken şahsıma şakirdlerime ve risalelerime zamanın sahibi Mürşidi kamilden İHTAR gelirse siz gidin zamanın sahibi zatın elini öpün ve dönün risale okumaya devam edin şeklinde .... Öyle ise demek ki saidi nursi zamanın sahibi değilim diyor burada ... ve zamanın sahibi kalbleri kşefedendir deyip onun elini öpün ihtarını savuşturun diyor işte ben burayı okuduğumda isyan bayarağını çekmiştim ve ayıktım şükürler olsun.
4: İmamı Gazali Hazeratına (bize şefaat etsin) mevzu etmişsiniz. Ben başak bir cephaden yaklaşacağım haddim olmayarak, İmamı Maliki R.A. diyorki " Her kim ki İmamı Gazalinin şahsına eserlerine en ufacık bir buğz etse ZINDIKTIR". Şimdi bu ağır kelamı terazinin sağına koyalım. Geçelim Kozadan kelebeğe adlı eserin 27. sayfasında malum ağlayan hocanın sözüne "islamın geri kalmasının sebebi felsefenin haram kabul edilmesindendir. Özellikle ihayasında İmamı Gazali felsefeyi haram kabul etmiş ve buna sebeb olmuştur. Günümüzde İslam coğrafyasının sıkıntı sebebi budur" gibisinden sözler. Bunuda sol kefeye koyalım. Kardeşim tartıyıda siz yapın Allah aşkına yaw.
Son sözüm şudur ki sadi nursinin de ağlayan malum hocanında pozisyonu bellidir.
Halifeye karşı gelen ilmi tartışamalarda karşı tarafı alt etmeyi ilim sayan bir insanla onun devamı olduğunu söyleyen ama onun kenarından bile geçemeyen bir adamın sözleri bizim için malesef boştur. Bize onların sözünü değil RASULUMUZ başta olmak üzere Büyük iamamların sözlerini Eshabın sözlerini getiriseniz seviniriz.

Vesselam artık kabul edin güneşin balçığı kuruyor... Benim gibi bir çok arkadaşım aklı selim olunca meseleyi anlayım terk ediyor bu işleri....Umarım bu yazılardan sonra sizlerede Rabbim hidayet eder.Duacıyım hepinize. Amin


" Amcanız Abdulhamid han....." Efn.Hzr.
" Abdulhamid hanı anlamak demek, herşeyi anlamak demektir." NFK

hal böyle olunca biz amcamızı , amcamızda bizi sever. kemâli

Sevgili fırttıx

Cevşenle alakadar yazını ve yorumlarını demin okudum Sanırım bu kendini yanlış yerde gelitirdiğin için olmuş

Herkesin bildiği gibi Doğrular Doğru yerde aranır Yanlış yerde aranan Doğrular Doğru Değildir

Cevşenle alakadar olan yazına cevap vermek istiyorum.

Cevşenin içeriği hepimizin malumudur. CENAB-I HAKKın 1001 ismi ile yapılan dualar bulunmaktadır

Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180); denmektedir

a) Diyelimki Hadis sahih değildir.

Bir insanın ALLAHın isimlerinin baktığı yönde olan bir ihtiyacına karşın o yöne bakan ismi ile dua etmesinin zaramı faydasımı vardır

Elbetteki aklı başında olan ve şuurunu kaybetmemiş olan herkes diyecektirki Faydası vardır çünkü ayet öyle istiyor Ayetin sahibi olan Cenab-ı Hakk'ta öyle istiyor

Cenab-ı Hakkın istediği birşeyi Cenab-ı Hakka tam iman ettiğini ifade eden birisi itiraz edebilirmi sorarım size

b) Cevşenin diğer adı Münacat-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm' dır.
Günümüzde Münacat-ı Veysel Karani dahi ulaşmışsa Hiç mümkünmüdürki her söylediği kayıt altına alınan ve çevresindekiler tarafında harf harf kaydedilen bir zatın münacatı ulaşamasın sorarım size


c) Hadis sahihdir.

Bir hadisin Sahih olup olmadığını anlayabilmek için Müteşabih Ayetleri yorumlayabilecek kapasitede bir ilme vakıf (sahip) olmak gerektir

Sen kendini o ilme sahipmi görüyorsun

Sahip olabilmen için Belağatınıda (belağat:tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı.) çok kuvvetli olması gerekir. Ama senin belağatının o kadar kuvvetli olmadığı yazdığın yazılardan ve yaptığın yorumlardan anlamak mümkündür.

İşte RİSALE-İ NUR gibi otuzüç ayetle işaret edilen ve hiç tefsir müellifinin benim tefsirimi okursanız bukadar sevap alırsınız demeye cesaret edemediği ve Üstad Besiüzzaman(çağın eşsiz güzeli) Said Nursi Hazretlerinin
her kitabının sonunda vurgulamış olduğu değilki tümüne kitap içinde geçen herbirkelimeye dahi onlarca yüzlerce binlerce sevap vardır
demesine rağmen kimsenin karşı çıkamadığı bir tefsiri anlayamaman veya yanlış yorumlamanın sebebide budur.

Peygamber Efendimiz Uhud Günü iki zırhı üst üste giymiştir.İbn Mâce, Cihâd, 18/2806.

Yukarıdaki hadisi senin yorumundan aldım Sen yazdığına göre kabul etmişsindirki yazmışsın

Sorarım sana iki zırhı üstüste giymek ne demektir?. Burda anlatılmak iştenen nedir?

Gerçektende avamın anladığı gibi yani Mecaz ilmini bilmeyenlerin anladığı gibi iki zırhmı giyilmiştir? Yoksa Ehl-i ilminde anladığı gibi biri maddi zırh diğeride manevi zırh (CEVŞEN) mıdır.

Hem hangi hadis kitabında yazıyor diye sormuşsun Hepimizcede malumdurki Bizler hadisleri ancak tercümesi yapılmış eserlerden takip edebilmekteyiz ve ancak çevrilmesine müsaade edilen kısımlar kadar bilmekteyiz.

Hatta Riyazüssalihin ismindeki hadis kitabıda kaçyıldan fazladır Diyanette çevrilmeyi bekliyor Ama çevrilen sadece cüz'i bir kısım yani çok az bir kısım hala çevrilecek hala çevrilecek.

Ama ben çevrilmeyi bekleyemem diyorsan o zaman iyi bir arabi bilgiye sahip olman gerekecek yada belagatın veya müçtehidlik makamında ilmin veya müteşabih ayetleri yorumlayacak kadar bilgin veya adını hiç duymadığın MAHREC ünvanın olmadığı için bunu bulamaman gayet normal.

Yada bu makamın birine sahip olan birinin çevirip bize anlatmasını bekleyebilriz. Ama onu nerden bulacağız diye üzülme çünki saydığım makamların tümüne sahip olan biriçevirip bize söylemiş o kişide elbetteki

Ahirzaman Müceddidi ve şuana kadar mahrec(Kainatta tahsil edilmemiş ilim bırakmamak yani astroni fizik kimya biyolofi cebir ve tabiki bütün Dini ilimler hakkında enaz o dallarda bir prof kadar bilgili olan demektir) ünvanı almış tek kişi olan Üstad Bediüzzaman Said Nursiden Başkası değildir.

Madem ki o bunu yapmıştır ve sen veya sana dayanan veya senin dayandıkların bunu yapamamışsa ve isbat edememişse;

Üzgünüm burda ispat konuşur deyip senin dediklerini eksik bilgine veriyoruz

Allah razı olsun sizden, çok güzel acıklamışsınız...

Ben cevheni savunmuyorum da yermiyorumda...İnandığı gibi yaşamaya çalışan biriyim ve bunun çabasını sarfediyorum.Bi şeyhim,üstadım yok ama olsun istiyorum.Birinin yolundan gitmek istiyorum.Çünkü cemaat veya tarikat bunlar olmayınca olmuyor tek başına.Ama sizler böyle konuşursanız biz nereye nasıl bağlanırız.Her cemaat hakikat benim diyor ve o cemaatte olan insanlarda hakikat bizim yolumuz diyo...Bu işlere yeni başlayan seçim yapmak isteyen birinin hakkına giriyorsunuz.
Ben cevheni okudum...Haşa içinde ne küfür var ne başka birşey.Bırak okusun insanlar,sonuçta Allah'a zikretmek değilmi...Hadi senin ilmin var biliyorsun yada sizler bildiğnizi zannedip tartışıyorsunuz...ama bu yola gönül veren bir cevşen okuyarak gününü geçiren insanlar var...hiçbirşey yapmamasından daha iyi değil mi...
Zaten şu zamanda olan cemaat başlarında ki insanlar doğru yapsada sürüsü öyle saptırıyor ki...nefsini öyle ön plana geçiriyor ki..insanın ne bi yola giresi kalıyor ne de bi davayı savunası..biz cahiller de namaz kılıp oruç tutuyoruz sonra amenna...
ALLAH HEPİNİZDEN RAZI OLSUN...

Okumak isteyen okuyabilir cevşeni.. Fakat her cemaatin kendine göre zikr hiyarerşisi sistemi vardır. Bir cemaate katıldıkdan sonra insan kendi keyfine göre cevşen vs gibi şeylere meyil etmemeli..

Her cemaat hakikattır. Onlara bu hakikat nurunu veren kuranı kerimin kendisi, Allah rasülünün yoludur. Elbetteki Kuran ve Allah rasülünün yolunda olan hiç bir cemaat sapık değil yanlış yolda değildir..

Farklı olanlar usul ve yöntemlerdir. Siz gönlünüze en uygun olanı seçiniz.

Cevşeni eleştirenler açıp okudumu bilmiyorum. sahih olup olmadığını araştıran kişi önce bi açıp içine baksın ne var ne yazıyo? üzerinde sadece taşıyanlar üzerinden yorum yapıyorsanız çok görmem. Ancak içinde ne yazıyor biliyormusunuz?
Allah'ın isimlerini şefaatçi kılarak dua ediliyor. Böyle birşeyin sahih olmadığı mı savunuluyor. nerden geldiği günümüze nasıl geldiğinin önemi var mı? bu bir dua. dua etmek sahih değil mi?
bişeylere karşı olmak için karşı olunmaz. günümüze gelen birçok dua kenzül arş, delailün hayrat ve salavatlar. o zaman hepsini oturup derin derin tıkandığı yere kadar araştıralım (Allah korusun)


Fıkıh & ilmihal

MollaCami.Com