Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
Şairlerin Sultanı'nı rahmetle anıyoruz
Üstad Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergiler ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Tek parti yönetimine muhalefeti neticesinde hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi, makaleleri Büyük Doğu'nun yanısıra Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Millî Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı.
Sultan-üş Şuara üstad Necip Fazıl Kısakürek 26 Mayıs 1905'da doğdu. Maraş'lı bir aileden gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejlerinde yaptı. Bahriye Mektebi'nde 3 yıl okuduktan sonra diploma almayı beklerken okul 4 yıla çıkarılınca bıraktı. Bahriye Mektebi yıllarını kendisi şöyle özetliyor: "O zamanın ütopyasına göre harp kazanıldıktan sonra bize geçecek olan Fransız donanmasının zırhlılarında vazife görmeğe ve prenseslerin ellerinden öpmeğe namzet zabitler yetiştirildiğimiz, bu şartlara göre seçilip alındığımız, herkes saman ekmeği yerken, nefis sofralara oturduğumuz, müzikle yemek yediğimiz, saraylara mahsus muaşeret edepleri içinde yoğurulduğumuz, böyleyken disiplinlerin en yakıcısı ile kavrulduğumuz, memleketin en namlı hocalarına malik bulunduğumuz ve tatile üç ayda bir çıktığımız, Bahriye (denizcilik okulu) mektebi. Şairliğim işte orada başladı.
Hocalarım Tarihte: Yahya Kemal Beyatlı, Edebiyatta: Hamdullah Suphi Tanrıöver, Felsefede: İbrahim Aşki ve Din dersleri hocamız Aksekili Ahmet Hamdi efendiydi. Demokrat Parti döneminde Diyanet işleri reisliğinde bulunan ve makamıyla vicdanı arasındaki muhasebe neticesinde kalbi çatlayıp ölen Ahmed Hamdi Aksekili...
Bahriye mektebinden çıkınca birden bire kendimi sokaklarda elvan elvan, biçim biçim, İngiliz, Fransız, İtalyan askerleri, gittikçe açılan tango çarşaflı kadınlar, İstanbul'un içine birer fuhuş şeytanı halinde düşen Ruslar, nereye gideceklerini ve ne yapacaklarını bilmeyen şaşırmış beyaz sarıklı hocalar, yere egik astıragan zabit kalpakları ve fesler; Hummasız ve meselesiz kafalar üzerinde kırmızı fesler. Hiçliğe doğru uğul uğul akan bir cemiyet içinde buldum elveda Bahriye mektebi...
1921'lerde ben 17 yaşlarındayım ve Bahriye mektebinde olduğu gibi Darulfünuna kayıt yaptırmış en küçük talebeyim. Şiirlerim devamlı yayınlanmakta. Arkadaşım ise Hasan Ali Yücel. İlk şiirlerimi ona okuyorum ve o bayılıyor. Kadroda Ahmet Haşim, Fevzi Lütfi, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Halide Edip, Refik Halid, Ahmed Refik, Köprülüzade Fuad ve benzerleri var işte..."
İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Necip Fazıl Paris hayatını sadece bir cümle ile anlatır: "Kâbus şehrindeki hayatımı anlatmaya hicabım ve İslâmi edebim manidir."
Paris'te geçen günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı(1939-43).
Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.
İlk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Bir mısraı bir millete yeten şair diye tanıtıldı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü
Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç oldu. O günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışarak bir daha ondan kopamadı. İlk karşılaşmayı, şu mısralarla dile getirir, "Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız/ Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız."
Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.
Üstad Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergiler ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi(1936, 17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi, Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Millî Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla büyük ilgi topladı, bir manada Anadolu'yu yeniden ayağa kaldırdı.
1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) alan Necip Fazıl Kısakürek, ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazandı.
Ve 25 Mayıs 1983'te rahmeti Rahman'a göç etti. Eyüp Sultan'da Şeyhi'nin dergahının yanına defnedildi. Makamı Cennet olsun. Eserleri, halen çok satanlar arasında yer almaktadır.
23 Mayıs 1983
Kendi kaleminden, hapishane yıllarıyla ilgili bir kaç söz
"Sabahın saat onu Hapishanenin önündeyim. İçinde unutulmuş insanların hayalleri gezen bir Ortaçağ kalesi. Yanımda zevcem...
Ben, DİN propagandası yapmaktan hapse atılıyorum ya. Çilekeş kadına sormak istiyorum: Söyle acaba içinden ‚ "Şu adamın zevcesi olacağıma, bir bakkalın, bir kunduracının karısı olsaydım.'' gibi bir duygu geçiyor mu? Söyle, hiç bir günü öbürüne uymayan bu belalı, bu netameli adam senden af dilemeğe muhtaç mı? Fakat çilekeş kadının asaletini biliyorum. O bütün hayatı dalgalı bir ummanda ve kaptan köprüsünde geçen kocasından, sahilde sessiz bir balıkçı kulübesine mahsus bir yaşayış istemez. Mazlum ve Mütevekkil kadıncağız çıkıp gittikten sonra onun arkasından o kadar gözyaşı zaptettim ki, onları Toptaşı kasvet ocağının asırlık, şerha şerha süngere dönmüş duvarlarına verseydim içemezdi, yutamazdı. Alamazdı bu duvarlar."
"Önümde madeni bir sürahi sürahiyi çalkaladım. Acaba ne kadar su var diye. Sabaha yetiştirememekten korkuyorum. Birdenbire, elindeki suyu günlerce idareye mecbur bir kazazade haline geldim. Niçin mi?
Bana Paşakapısı ceza evinde hususi bir oda verdiler? Umumi avlu üzerinde basık bir mahzenden geçip bir kat çıktıktan sonra tek bir oda küçük bir holle geçilen gusul hanesi, abdesthanesi ve el yıkayacak yeri var... Fakat suyu yok. Müdür beyin sözüne göre borular tamir ediliyormuş, yakında açılacakmış... Altındaki bodrum kapısını da üstüme kapadılar. Kaldım mı susuz?"
"Bizi kolay kolay anlayamayacaklar, anlasalar da asırlardan beri muhtaç oldukları şeyin de ne olduğunu anlarlar !.. Biz dördüncü buuttan bahs eden, sekizinci rengi arayan delilerin muamelesine uğruyoruz, zira kolayına, ucuzuna gitmiyoruz. Ne alemin en griftini ucuzlaştırmış sözde müminler, ne de onu alemin en büyük ucuzu diye gören yeni zaman perakendicisi ibiş münkirler bizdendir. Soylu fikir adamı için bu kainatın mutlaka izahı lazımdır. O da Allah... Allah, izah edilemeyişinin tek izahıdır. Bu son izaha malik olmayansa hayvandan aşağı..."
"Bizde hapishane, hiç bir suçun ızdırap ve intibah (uyanıklık) yatağı değil her suçun tam teşekkül ve tekemmül akademisidir. O bir yılan kuyudur ve bekçileri içine değil yalnız kapağına hakimdir. Herkes, her nevi adamı, kuyunun kapağını aralayıp buraya atarlar. Atılanın, ister tırtıl veya solucan olsun... Ya kuyunun dibinde yılanlaşacak, yahut yılanlara gıda olacaktır."
Necip Fazıl, böylesi yerlerde, 1943'te olmak üzere, 1947, 1950, 1951 ve 1962 yıllarında bulundu. Hatta bir defasında genel af çıkmasına rağmen hapisten salınmayan tek kişi olarak tarihe geçti.
İşte o zamanları anlatan bir şiiri:
Somurtmuş ki bıçak, nara ki tokat.
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat.
Yalnız SECCADEMİN yönünde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem.
Öp beni alnımdan sen öp SECCADEM...
REHBER GÜZEL OLUNCA HERŞEY GÜZEL OLUR.