Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
''Ne Olusan Ol,Yine Gel!''
Mevlana Celaleddin-i Rumi (ra) 'a nisbet edilen bu söz doğrudur,ancak Mevlana Hazretlerinin muradı üzere olsa...
Daha önce yazılan şu esasata göre:
http://www.mollacami.com/konu/kur-an-muslumanligi-muste-rikler-mezhepsi-12391.html
Aynen öyle de;bütün İslam alimlerinin mücmel(özlü) sözleri,önce ''Kitab,Sünnet,İcma-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha'ya muvafık bir başka yerdeki mufassal(ayrıntılı) izahlarıyla ma'na edilmelidir.Eğer eserlerinde böyle bir izahat bulunmazsa, o zaman o İslam aliminin ''Kitab,Sünnet,İcma-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha''ya zahiren muhalif görünen mücmel cümleleri,edille-i şer'iyyeye göre te'vil(ma'nalandırma) edilir.Mesela Şeyh Muhyiddin-i Arabi(ks)'nun eserinin bir yerinde mücmel bir ifadeye rastlanılsa ve o mücmel ifadeler de zahiren edille-i şer'iyyeye muhalif ise;o mücmel ifadelere ''Kitab,Sünnet,İcma-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha ''ya muvafık başka bir yerdeki mufassal izahatına müracaat edilir.Eğer böyle bir izahat yoksa,o zaman o zatın sözlerini edille-i şer'iyye ile te'vil etmek lazım gelir.
İşte!''Ne olursan ol,yine gel!! sözü ile;Mevlana'nın hakiki muradı ise;ancak yukarıdaki ve linkteki esasata göre anlaşılır.O ma'na-yı maksud da üç noktada mütalea edilebilir.
Birincisi:
Yahudiler,neseben Yahudi olmayanları Yahudi dinine kabul etmiyorlar.Çünkü,onların inancına göre din,Yahudi ırkı üzerine kurulmuştur ve milli bir dindir.Din-i Hak olan İslamiyyete göre ise böyle bir inanç batıl ve merduddur.Yani,din-i Muhammedi(asm),belli bir kavmin dini değildir.''Ne olursan ol, yani hangi ırk ve dine mensub olursan ol,din-i Muhammedi(asm)'a gel'' demektir.(Bakınız:Sebe,28)
İkincisi:
Diğer peygamberlerin her biri,belli bir kavme peygamber olarak gelmiştir.Rasul-i Ekrem(asm) ise umum insanların peygamberidir.Buna binaen,''Ne olursan ol,yani hangi ümmetten olursan ol,La ilahe illallah ,Muhammedun Rasulullah'de ve Kur'an-ı kabu et'' demektir.(Bakınız,A'raf,158 ve Enbiya,107)
Üçüncüsü:
Eski şeriatlerde tevbenin kabulü,ancak kebair işleyen kimsenin kendisini öldürmesine bağlı idi.Mücerred tevbe kafi değildi.(Bakınız:Bakara Suresi,54)
Şeriat-ı Muhammediyye (asm) 'da ise nasuh tevbe ile günahlar afvolur.Onun için ''Ne olursan ol,yine gel!'' Yani,günahım çoktur diyerek rahmet-i ilahiyyeden ümidini kesme!''Allah tevbeleri kabul eder.Gel,günahından tevbe et'' demektir.Yoksa,''Bulunduğun gayr-ı meşru' hal üzerine devam et'' demek veya onların günah olan hallerini hoş görmek demek değildir.
Meseleyi daha iyi anlamak için bakınız:
http://www.mollacami.com/konu/islam-hukukunun-asli-ve-fer-i-kaynaklari-12356.html
_______________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.
Bir başka misal ile meseleye nokta koymak isterim ta ki;incelemeleriniz ve bu konuda dikkatiniz ziyade olsun.
Son dönem İslam alimlerinden merhum Bediüzzaman Hazretleri,telif ettiği Mektubat adlı eserinde;''Hayr-ı kesir(çok hayır) için şerr-i kalil(az şer) kabul edilir.''(Mektubat,s.43) mücmel cümlesi ile muradı ne iken;ne anlaşılıyor bakınız!
''Şerr-i kalil'' den maksad,şeriat-ı teklifiyyenin haram ettiği ''şer''ler, yani ''günahlar'' değildir;belki şeriat-ı tekviniyyedeki ''bela,musibet,meşakkat,maddi zarar''dır.Bediüzzaman (rh.a) bu cümlesiyle -haşa-Büyük hayırları elde etmek için küçük şerler,yani günahlar işlenebilir'' demek istememiştir.Zira,bu durumda herkese günah kapısı açılır ve neticede din ortadan kalkar.
Haşa!Dine hizmet namı altında hiçbir şer ve günah işlenemez! Belki dine hizmet,günahların önünü kesmek ve Sünnet-i Seniyyeyi ihya etmekle olur.Çünkü günahlar,gadab-ı ilahiyyeyi celbeder.Ancak,cebr ve ikrah ile işlenmeye zorlanan günahlar müstesnadır.''İkrah'' ise şeriatta ''ölüm,şiddetli darb veya bir uzvun kesilmesi'' gibi hallerdir.
İşte!Bediüzzman Hazretlerinin bu mücmel cümlesi,mufassal başka yerlerdeki ifadeleriyle izah edilmediği için maksud mananın dışında bir ma'na verilmek suretiyle dalalete süluk edilmiş olur.Bediüzzman Hazretleri ise haksız bir ithama uğratılmış olur.
Bakınız! Bediüzzaman, eserlerinin başka yerlerinde nasıl mufassal izahat veriyor:
''Bugünlerde, Kur’an-ı Hakimin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azime içinde amel-i salihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır.
Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i salihadır. ''(Kastamonu Lahikası)
Hâşâ, halk-ı şer şer değil, belki kesb-i şer şerdir. Çünkü, halk ve icad bütün netâice bakar. Kesb, hususî bir mübaşeret olduğu için, hususî netâice bakar. Meselâ, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var; bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse, "Yağmurun icadı rahmet değildir" diyemez, "Yağmurun halkı şerdir" diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faydalar var; bütünü de hayırdır. Fakat bazılar, sû-i kesbiyle, sû-i istimaliyle ateşten zarar görse, "Ateşin halkı şerdir" diyemez. Çünkü, ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış. Belki o, kendi sû-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.
Elhasıl: Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesiri intaç eden bir şer terk edilse, o vakit şerr-i kesir irtikâp edilmiş olur. Meselâ, cihada asker sevk etmekte, elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesir var ki, İslâm, küffârın istilâsından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse, o vakit hayr-ı kesir gittikten sonra, şerr-i kesir gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem meselâ, kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir. Halbuki zâhiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesir olur. (Mektubat)
Demek,kudret-i ezeliyye,tekvini şeriatin gereği olarak külli maslahat ve hayr-ı kesir için şerr-i kalili,yani meşakkat,zahmet ve musibetleri halk eder.Yani,buradaki ''ŞER''den maksad''MEŞAKKAT;SIKINTI,MUSİBET VE ZARAR''dır
Özetle;''Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir.'' cümlesinde geçen ''ŞER'' kelimesinden maksud olan ma'na ''ŞERİAT-I TEKLİFİYYE'' ce haram kılınan ''günahlar'' değil;belki(kesinlik ifade eder) ''ŞERİAT-I TEKVİNİYYE ''ce kabul edilen''BELA,MUSİBET,MADDİ ZARAR VE MEŞAKKATLER ''dir.
Cenab-ı Hak(cc),cümlemizi; umum İslam alimlerinin mücmel ifadelerini, maksud ma'nalar dışında bir ma'na ile ma'nalandırarak; müslümanları ifsad için çalışan dinsizlik cereyanından muhafaza eylesin!!!!
Teemmül! Teemmül!Teemmül! Lütfen!!................
_______________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.