Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


İslâm’da giyim-kuşamın ölçüsü

Halis ECE

İslâm’da giyim-kuşamın ölçüsü

IRZ – NÂMUS – HAYÂ VE TESETTÜR


Tanzimat’tan bu yana Batılı olmaya ve modern görünmeye çalıştık. Böylece ilerleyeceğimizi ve medenî olacağımızı zannettik. Hâlbuki umulanın tam aksiyle karşılaştık. Irz, namus, hayâ gibi hasletlerimizle beraber insanlığımızı da kaybettik. Çünkü asıl medeniyet kaynağı olan İslâmî hayattan uzaklaştık. Basının ve medyanın bildirdiklerine göre, kadınlara sataşma ve saldırılar artmaktadır. Niketkim 1992 yılında İstanbul’da gelir ve tahsili orta ve yüksek seviyede olan 500 kadınla, son senelerin moda tabiriyle, “cinsel taciz!” üzerine yapılan bir anketin neticeleri, insanı dahşete düşürecek seviyededir! Kadınların;

— Size elle veya sözle sarkıntılık yapıldı mı? sorusuna, yüzde 76’sı “Evet” demiştir.

— Lâf atıldı mı? sorusuna da, yüzde 98’i “Evet” diye cevap vermiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgiler de hiç içaçıcı değildir. Hatta “Çağdaş Hayatı Destekleme Derneği” bile bu vaziyetten bîzardır.

Fatih devrine gitmeye gerek yok 50-100 sene evvel bile böyle vakalar, şimdikine nazaran yok denecek kadar azdı. Bir sarkıntılık ve tecâvüz olsa, kıyâmet kopardı. Peki, nasıl oldu da biz bu hâle geldik?!

İşte kısa cevabı:

Tesettüre riayet etmez olduk. Kadın ve kızlarımız, evden dışarı çıkarken şık görünmeye, cazip olmaya çalıştılar. Bunun için de açık-saçık, daracık kıyafetler giyindiler. Yetmiyormuş gibi, bir de “baştan çıkartıcı” parfümler süründüler. Bu halleriyle işlerlerinde ve çeşitli müesseselerde erkeklerle beraber çalıştılar. Sokaklarda gezdiler, erkeklerle karışık tıkış-tıkış kalabalık umumî vasıtalara bindiler... Elbette bu hâl erkeklerin dikkat nazarlarını çekecek, duygulanmaya ve tahrike sebep olacaktı... ve oldu da.

... Bizi dîni millî terbiyemizden uzaklaştıran ana sebep, Batılılaşma ihtirâsıydı. Bütün yayın organları dinîmizin haram kıldığı kılık-kıyafeti âdeta teşvik etti. Hatta bazıları çıplaklığa özendirdi. Hayâ ve sıkılma hissi kalmadı. Vatandaşımız evde, yolda, iş yerlerinde şehvanî hislerin zehirli oklarına hedef oldu.

Hâlbuki dinimiz, kadınların örtünmelerine, namahrem erkeklere haram yerlerini göstermemelerine, erkeklerin de harama bakmamalarına çok büyük ehemmiyet verir. Zira böyle bir günah, sadece fizikî ve dünyevî bir zarara sebep olmakla kalmıyor; kalbi, ruhu kısacası manevî bünyeyi de yaralıyor, hatta tahrîb ediyor. Bu bakımdan İslâmiyet, kadının zaruret ve ihtiyaç olmadıkça evinde oturmasını, dışarı çıkma mecburiyetinde kalırsa örtünmesini emreder.

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “(Habibim!) Mü’min erkeklere de ki, gözlerini (kendilerine helâl olmayan şeylerden) kapayıp sakınsınlar.” (1) Bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor: “Kadın avrettir, (örtünmesi/korunması gerekli mahremlerdendir). Dışarı çıktığı vakit şeytan onu tâkip eder. Kadının Allah’a en yakın hâli, evinde bulunduğu zamandır.” (2)

Ahzab suresi 59. âyet-i kerimede de şöyle buyuruluyor: “Ey Peygamber! Kendi hanımlarına, kızlarına ve Müslüman kadınlara söyle ki: ‘(Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış elbiselerini üzerlerine örtsünler. Bu onların (iffetli) tanınmaları, eziyet edilmemeleri için daha uygundur...”

İslâmiyet, cihanşümul bir dindir. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bu bakımdan İslâm’ın emir ve yasaklarından, kim olursa olsun, ne kadar uzak bir hayat yaşarsa, o kadar zarar görür huzursuz olur.

Cinsî ta’cizin de teknoloji ile gelişme ve ilerlemeyle filan bir alâkası yoktur. Sadece açık-saçıklık, harama-helâle riâyet etmemekle, kısacası Canâb-ı Hakk’a isyan nisbeti ile alâkalıdır. Elbette bu hâl medeniyet değil, denaettir, gelişme değil düşüştür, hatta insanlığın yüz karasıdır. Bu ve benzeri ahlâksızlıklardan kurtulabilmenin çaresi de; insanımızda, hususiyle gençlerimizde ırz, namus ve hayâ duygularının geliştirmesidir. Bunun için de imanlarını kuvvetlendirmemiz gerekir. Çünkü “hayâ imandandır.” Hayâdan yoksun olan bir insandan her şey beklenir.

Kadın ve kızlarımıza açık-saçık giymenin zararları, erkeklerle karışık sürdürülen hayatın tehlikeleri hatırlatılmalı; erkeklere de harama bakmanın, sadece cinsî tâ’ciz ve tecâvüz gibi tahrîbâtları tevlid etmediği, bilhassa iman mahalli olan kalbi yaraladığı, imanı zayıflattığı; dolayısıyla âhirete ait ebedî bir zarara sebebiyet verdiği anlatılmalıdır. Günahkârlar için cehennem azabının şiddet ve dehşeti, küçük yaştan itibaren zihinlere iyice yerleştirilmelidir ki, insanımız bundan sakınıp korunmanın yollarını arasın. Dünya ve âhiret saadetini yakalayabilsin.
***

“KÂSİYÂTÜN– ÂRİYÂTÜN...”

Başlıkta zikrettiğimiz kelimeler bir hadîs-i şerifte geçmekte ve zamanımızdaki çığırından çıkmış kadın giyim-kuşamının ölçüsüzlüğünü ifade etmektedir. Sözü fazla uzatmadan, hadîste geçen bu kavramların izâhına ve günümüze ışık tutan cihetlerine bir göz atalım...

Kâsiyâtün!..” Kadınlar giyinmişler. Evet, giyinip kuşanmışlar. Ancak yine de “âriyâtün!” uryandırlar. Yani çıplaktırlar, tesettürlü sayılmazlar. Çünkü kadının giyinip örtünmesinden maksat, bedenindeki cazibesini gizlemesi, bakanları tahrik etmemesidir. Hâlbuki bugün, moda adı altında sunulan bu giyimler; öylesine dar, ince ve kısa ki, bedendeki cazibeyi gizleme şöyle dursun, aksine daha da tahrik edici hale getiriyor... Hatta olmayan “özellik” ve güzelliği bile var gibi gösteriyor. İşte bu yüzdendir ki, böyle tahrikçi bir giyim-kuşam içinde olan kadın, görünüşte “kâsiyâtün” (giyinmiş) de olsa, gerçekte “âriyâtün” yani çıplaktır. Zira çıplakken yapacağı tesiri bu giyimle yapıyor, benzeri fitneyi, bu sözde giyimle de uyandırabiliyor.

Evet, zamanımızda kadınların bir kısmında öylesine bir örf, âdet anarşisi yayılmış vaziyette ki, bunlar kendilerini bağlayacak belli bir ölçü ve kaide tanımazlar, bir bakıma sınırsız bir hürriyet arzusundadırlar. Bu bakımdan kendileri, “mâilâtün”dürler, yani meylederler. Sonra da, “mümilâtün”dürler, kendilerine meylettirirler. Giyim-kuşamları, tutum ve tavırları ile kendilerine bakanları meylettirir, cazibelerine takarlar. Hâlbuki Müslüman bir hanım “özellik” ve güzelliği; kimseyi kendine meylettirmemesi, kendisinin de kimseye meyletmemesi, sadece ve yegâne meyledeceği kimsenin nikâhlısı olmasıdır. Nikâhlısının dışındakilere ne kendisi meyleder, ne de kendisine meyledilmesinden memnuniyet duyar.

Hulâsa, imanlı bir kadın, inandığı kimselere benzemek ister. Resûlüllah’ın (s.a.v.) kızı aziz evlâdı Fâtıma (r.anhâ) vâlidemize kulak verir... Onun tarif ve tavsiyelerine uyar. O ise;

— Hanımların hayırlısı hangisidir? sualine şöyle ceavap veriyor:

— Hanımların hayırlısı, kendisi yabancı erkeğe bakmayan, yabancı erkeği de kendisine baktırmayandır!..
***

TESETTÜRDE GAYE NEDİR?

Hazret-i Âişe (r.anhâ) vâlidemiz anlatıyor:

“Allah Teâlâ muhacir kadınlara rahmet eylesin. ‘Kadınlar, baş örtülerini yakalarının üzerini (örtecek şekilde) koysunlar’(3) âyet-i kerîmesi indiği zaman, örtülerini (kenardan) yırtarak onunla (örtülmesi gereken diğer yerlerini de) örttüler.” (4)

İslâm’ın başlangıcında kadınlar, kılık-kıyafetçe cahiliye devrinin örf ve âdetlerine uyuyorlardı. Bu emir üzerine saçlarını-başlarını, kulaklarını-boyunlarını, gerdanlarını-göğüslerini açık tutmayıp derhal örtmeye başladılar.

Müfessirlerin nakline göre, Cahiliye kadınları da başörtüsü kullanıyorlardı. Fakat İslâm’ın emrettiği tarzda ve ölçüde değildi... Ya saçlarını tam örtmeyecek şekilde başlarına takarlar veya enselerine bağlarlardı. Yukaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açığa çıkardı. Zînetleri ve zînet mahalleri görünürdü. Demek ki, son zamanlarda “modernlik-çağdaşlık” sayılan açık-saçıklık, böyle eski bir Cahiliye âdeti imiş... İslâmiyet, böyle açıklığı yasaklayıp, başörtülerinin yakalar üzerine indirilmesini emrederek tesettürü farz kılmıştır. Görüldüğü üzere bu emirde; tesettürün yalnız farziyeti değil, kendine mahsus usûl ve hudûdu da gösterilmiştir.

Cahiliye döneminde ictimaî hayatta, kadın-erkek ihtilâtı esastı. Yani karışık bir halde yaşıyorlardı. Bu hayat tarzı, İslâm’da cinsler arasındaki ayırımı ve kadın kıyafetini tanzim eden Nûr sûresinin 30-31’inci âyetleri gelinceye kadar devam etti. Bu ayetlerin inzalinden sonra ise, cahili âdetlerinin yerine, derhal İlâhi ahlâk esasları kaim ve hâkim oldu.

Tesettürle alâkalı bu iki âyet-i kerîmenin tam olarak meâlleri şöyledir: “(Habîbim), mü’min erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz (bir hareket)dir. Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyla haberdardır.

“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımları (yüz ve eller) müstesna olmak üzere, zînetlerini (ve zînetlerinin bulunduğu mevzileri ki; baş, kulak, boyun, göğüs, bazu, kol ve ayaklarını) açmasınlar. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zînetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zînetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Hep birden Allah’a tevbe edin ki, korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.”


Hâsılı, bozuk bir cemiyette kurtuluş ümidi olmaz. Cemiyetin bozukluğu da hem erkeklerin hem de kadınların müşterek kusur ve hatalarındandır. Bundan dolayı, başta erkekler olmak üzere bütün mü’minler, imana zarar veren, cahiliye izleri taşıyan kusur ve hatalardan tevbe ile Allâh’a dönüp O’nun yardımına sığınmalıdır... Emir ve yasaklarına da dikkat ve hassasiyet göstermelidirler ki, topluca kurtuluşa erebilsinler.

Tesettürün hikmet ve gayesini ise, Rabbimiz (c.c.) şöyle beyan buyuruyor:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle: (Bir ihtiyaç için evlerinden dışarı çıktıkları zaman) cilbablarını (dış örtülerini, manto-pardesü gibi ) üzerlerine alsınlar. Bu onların tanınmaları ve incitilmemeleri için en elverişli olanıdır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır, çok rahmet edicidir.” (5)

Görülüyor ki bu âyet-i kerimede de emir, sadece Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’in hanımlarına ve kızlarına değildir. Nûr sûresinde olduğu gibi, diğer bütün mü’min kadınlar da bu emrin muhâtabıdırlar.

Cahiliye devrinde Araplar’da tesettür âdet değildi. Kadına hürmet yoktu. Kadınlar arasında da, erkeklerin dikkatlerini çekmek için, göz alıcı biçimde açılıp saçılarak meydanlara çıkan, orta malı olanlar tabiî ki vardı. Bundan dolayı da kız çocuklarını diri diri gömenler olmuştu. İslâmiyet ise kadının şânını-şerefini, iffet ve ismetini vakar ve haysiyetini yükseltiyordu... Ve Müslüman kadınların, hiçbir şekilde eziyete uğramamaları için Cenâb-ı Hak, ‘... Cilbâb(6) larını (dış örtülerini) üzerlerine alsınlar’ buyuruyor. Bu âyet-i kerimeler inzal olduğunda, örtünme emrine, istisnâsız bütün Müslüman kadınlar derhal uyup tatbik etmişlerdir.

İşte bu tesettür, onların tanınmalarına, âdi ve ahlâksız kadınlardan vakar ve iffetleriyle seçilerek hürmet edilmelerine; dolayısıyle incitilmemelerine münasip ve elverişli olan biçimdir.

Gerçi eziyeti kendilerine davet edecek, sataşılmaktan hoşlanacak olan içi bozukların bu hâline tesettür mâni olacak değildir. Fakat imanlı, ahlâklı ve temiz kadınların; pis ve çirkin bakışlardan, yuvalarında-mahfazalarında gizli inciler gibi korunmalarına en uygun olan tarz da budur. (7)
***

MÜSLÜMAN ERKEK VE KADININ GİYİM-KUŞAMI NASIL OLMALI?

“İmam Ahmed ve Ebû Dâvud’un Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet ettikleri bir hadîs-i şerifte Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

“Kadın elbisesi giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına lânet olsun.’

“Metâlibü’l-Mü’minîn isimli eserde de, ‘Kadın erkeğe benzememelidir, erkek de kadına... Şayet benzerlerse, her iki grup ta mel’undur’ denilmektedir.

Fakîr(8)e göre (İmâm-ı Rabbâni hazretleri kendi zât-ı âlilerini kastediyor) doğru olan; erkeklerin kadınlara ben¬zemesi yasaklanınca, hüküm, (bulunulan yerdeki) kadınların (giyim-kuşamdaki örf ve) âdetlerini bilmeye kalır. Bu durumda bakarız; bir yerde kadınlar, (meselâ) yakası göğüse doğru açılan gömlek giyiyorlarsa, orada münâsip olan, -kadınlara benzememek için- erkeklerin omuzdan açılan gömlek giymeleri gerekir. Ama bir yerde, kadınlar omuza doğru açılan gömlek giyiyorlarsa, orada da erkekler göğüse doğru açılan gömlek giyerler...

“Kur’ân-ı Kerim’de, ‘Her birinin bir yönü vardır, o ona yönelir’ buyurulmuştur. (9)
***

Meselenin özü:

İslâm dini, giyim-kuşam, kılık-kıyâfet mevzuunda hususi bir şekil getirmemiştir. Her beldenin, her mahallin insanlarının, kendilerine mahsus örf, âdet ve gelenekleri vardır. Bu iti¬barla giyim-kuşamda ölçü, dinî sınırlar çerçevesinde, kadın ve erkeğin birbirlerine benzememeleridir.


DİPNOTLAR
(1) Nûr sûresi, 30.
(2) Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, 1, 227.
(3) Nûr sûresi, 31.
(4) Ebû Dâvud, Sünen, Libas, 4102.
(5) Ahzab sûresi, 59.
(6) Cilbâb; kadınların, elbiselerinin üzerine giydikleri, vücutlarını baştan aşağı, tepeden tırnağa örten her çeşit dış elbisenin adıdır.
(7) Kaynaklar: Muhtelif tefsir ve hadîs serhleri.
(8) Fakîr, kelime olarak yoksulluk demek. Tasavvufta ise, mâneviyat erbâbının Hak’ta fâni olması ve her hâlükârda kendini ona muhtaç bilmesidir. “Ey insanlar, sizler fakirsiniz; Allâh’a muhtaçsınız” (Fâtır s., 35/15) İki türlü fakr vardır: 1) Sûrî fakirlik: Kişinin malı mülkü olmaması. 2) Mânevî fakirlik: Kişinin kendisini mutlak surette Allâh’a muhtaç bilmesi, varlıklı olma ile yoksul olma hallerini müsavi görmesi, olunca şımarmayıp olmayınca da üzülmemesidir.
(9) Bakara sûresi, 148; el-Mektûbat, İmâm-ı Rabbâni, 1, 313.

Ahzab Suresini 59.Ayet-i kerimesindeki ''CİLBAB'' ayeti;tesettürün keyfiyetini,manto ve başörtüsünün şer'i bir tesettür olmadığını gayet açık bir şekilde beyan ettiği halde;bu asırdaki ekser insanlar gaflet,iğfal,gelenek,görenek ve cehalet gibi sebeplerle böyle bedihi bir meselede bile aldanmakta;hatta geniş bir mantonun da tesettür yerine geçebileceğini iddia etmektedirler.Onların temeldeki hataları,ayetin sadece ''setr-i avret''i emrettiğini zannetmeleridir.Halbuki ayet,''setr-i avretle beraber,asıl setr-i zineti emretmektedir.Ayetin manasını anlamak için,nazil olduğu zamana fikren gitmek lazımdır.Şöyle ki;
Bu ayet-i kerime Medine'de nazil olmuştur.O zamanki Arap kadınları,setr-i avrete riayet etmekteydiler.Yani,başörtüleri ve elbiseleri vardı.Cilbab ayeti,Müslüman kadınların başörtülerini ve elbiselerini örtmeleri için nazil olmuştur.Demek,''cilbab'' ayetinin nüzul sebebi, sadece setr-i avret için değil,belki kadının-yüz dahil-baştan ayağa kadar bütün bedenini ve başörtüsü,elbise ve zinetlerini setretmek içindir.
Böylece cilbab ayeti;Müslüman kadınların,giydikleri elbiseler cinsinden olmayan başka bir örtü ile örtünmelerini ve Kur'anın nazarında zinet kabul edilen elbiselerini de o örtüyle örtmelerini emretmektedir.Üstteki örtünün alttaki elbise ile aynı cinsten olmasıyla,yani elbisenin üstüne bir başka elbise giymekle tesettür emrinin yerine gelmeyeceği açıktır.Eğer Kur'anın tesettür emri bu şekilde olsaydı;bu durumda Kur'an-ı Hakimin bu emri-haşa-abes olurdu.Manto ise;bluz,kazak,ceket ve etek gibi bir elbisedir.Çünkü,''elbise'' giyilen ve süs sayılan ve onunla setr-i avret yapılan şeydir.''Örtü'' ise;giyilmeyip, başın üstünden sarkıtılarak,bütün beden ve elbiselerin onunla saklandığı şeydir.Bu mavzuun daha iyi anlaşılması için şöyle bir izahat getirilebilir:Bir kadın manto giyse ve başörtüsü taksa;setr-i avret tahakkuk etmiş olur ve onunla namaz kılabilir.Fakat
namahrem erkeklere karşı onunla tesettür etmiş sayılmaz.Ancak,baştan ayağı kadar bütün vücudu örten,şeffaf ve ince olmayan,vücud hatlarını belli etmeyecek derecede geniş olan,zinet özelliği taşımayan,erkeklerin nazar-ı dikkatlerini celbetmeyen ve erkeklerin elbiselerine de benzemeyen bir '''örtü''' ile ''örtünürse'' tesettür etmiş olur.
''Cilbab'' kelimesi hakkında :Milhafe,yani çarşaf,vücudu baştan ayağa kadar örten bir örtü;mikna'a,yani peçe,başörtüsünün üzerinden örtülen rida;kadının elbisesinin ve başörtüsünün üzerinden büründüğü çarşaf.(Bu açıklamalar,''Cilbab'' kelimesinin pek çok tefsirden çıkarılan tarifinin özetidir.)
Ortak özellik;''Cilbab''ın ''giyilen'' den çok ''bürünülen ve normal elbisenin üzerine ''örtülen'' bir ''örtü'' olduğudur.

Not:Aşağıdaki linkte kaydettiğm en son yazımda bulunan linkteki şerhten alınan yukarıdaki açıklamaların tafsilatı ve delilleri için ilgili şerhi temin edip inceleyiniz............


http://www.mollacami.com/konu/makbul-ser-i-tesettur-10967.html

_____________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Sevgili kardeşim YOLCU;

Cilbab üzerinde hayli durmuşsun. Ama gele gele deyim yerindeyse, cennet mekân II. Abdülhamid Han rahmetullahi aleyh'in bir fermanla yasakladğı "çarşaf"ta karar kılmışsın. Oysa hiç zorlamana-zorlanmana gerek yoktu. Kısaca meselenin özü şu:

İslâm dini giyim-kuşamda şekil değil, mahremiyet ölçülerine ve erkek-kadın farkına göre kıstas/ölçü belirlemiştir. Dolayısiyle Müslümanlar, karşı cinse benzememek ve mahremiyet hudutlarına riayet etmek suretiyle neyi nasıl giyeceklerine kendileri karar verirler. Gösterilen kriterler dahilindeki bir pardesü ya da manto niçin "cilbab" yani dış giyim kabul edilmesin? Adı geçen giysiler ev içinde giymek için midir? Burada önemli olan İslâm'ın tayin ettiği sınırların dışına taşmamaktır. Yoksa başka türlü te'vil-tefsir zorlamaları Müslümanları sıkıntıya sokar. Zihniyet karışıklıklarına sebep olur.

Cilbab'ın en uygun manasını da dipnot'ta belirttik. Ne demişiz: "Cilbâb; kadınların, elbiselerinin üzerine giydikleri, vücutlarını baştan aşağı, tepeden tırnağa örten her çeşit dış elbisenin adıdır."

Bu kavram üzerinden "ma'lumu i'lam" yarışına girmenin bir gereği de faydası da olacağına inanmıyorum. Ve lütfen daha fazla zihin karışıklığına meydan vermeden noktalayalım diyorum.

Okuduğun o makale, öyle bir günün mahsulü filan değil. Ayrıca pekçok ilim erbabının da tasdikinden geçmiş bir çalışmadır. Bunu da bilesin.

Ayrıca senin meseleyi nasıl değerlendirdiğin, çevrene ne giydireceğin de tabii ki başkalarını olduğu gibi bizi de ilgilendirmez. O senin bileceğin bir şey, senin kararına kalmış bir iş. Bu husus, senin açından böyle olduğu gibi, bittabii bizim açımızdan da böyledir. Yazı gayet geniş ve açık; gereksiz yorumlarla zihinleri meşgul etmenin bir manası olmadığını düşünüyorum.

Vesselam...

Hocam sağolun bugün İnşallah dolu dolu ayrılacağım siteden sizin ve kardeşlerimizin sayesinde. Allah razı olsun. Paylaştığınız bu konu çok faideli ve zengin. Belki bildiğimiz şeylerdi fakat ara sıra hatırlatılması gerekktiği inancındayım. Çünkü yukarıda bahsi geçen bazı mevzulara dikkat etmiyor, edemiyoruz maalesef. Tekrar tekrar teşekkür ederim.

Belki haddim değil ama birşey de söylemek istiyorum müsadenizle. Yukarıdaki yazınızdada geçtiği üzere NAMAHREM kelimesinin bu zamana kadar yanlış kullanıldığını düşünüyordum. Sizin yazınızdada görünce araştırmak istedim. Nitekim yanıldığımı anladım. Benim gibi düşünen arkadaşlarım varmı bilmiyorum ama ben yinede yanıldığım noktayı izah etmek isterim;

mahrem; gizli , -ait olmak mânasındadır. (harem)
namahrem; gizli olmayan, -ait olmayan mânasına gelmektedir.

Ben mahrem kelimesini bu şekilde düşünmemiştim. Belkide haram kelimesine olan benzerliğinden dolayı HARAM gibi algılamışım bu zamana kadar. Namahrem kelimesinide HARAM OLMAYAN mânasında düşünüp bu kelimenin yanlış kullanıldığını idda ederdim. Ama sizin yazınızdada bu kelimeyi görünce araştırıp doğrusunu öğrendim. Vesile olduğunuz içinde ayrı olarak teşekkür ederim.

saygı ve muhabbetle


İNSANI TÜKETEN YOLLAR DEĞİL; ERİŞEMEĞİ MUTLULUKLARDIR:( sevgi ve muhabbetle güvercin

Sanal ortamda da olsa;tanışmaktan çok memnun olduğum ve kendimi bahtiyar bildiğim;Çok Kıymetli Abimiz Halis ECE,

Bu yazım; bu meseledeki son ifadelerim olacaktır inşaallah.

Ma'lum olsun ki;kadınlara çarşafı farz kılan cilbab ayeti nazil olunca,başta Peygamber Efendimiz(asm)'ın ezvac-ı tahiratı olmak üzere,bütün sahabe-i kiramın hanımları ve onlardan sonra gelen bütün müslümanların hanımları,Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle;bin üç yüz elli sene boyunca bilfiil çarşafa bürünmüşlerdir.Ancak,kılık-kıyafet inkılabı ile beraber,Kur'n-ı Azimüşşanın kadınlara farz kıldığı bu tesettür-i şer'i olan çarşaf kaldırıldı.Onun yerine,şer'an zinet sayılan ve üzerleri çarşafla örtünmeleri gereken ''manto ve başörtüsü'' ikame edildi.Üstad Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken ve ''Tesettür Risalesi'' ni yazdığı devirde resmen baş açıklık yoktu.Çarşaf yerine manto ve başörtüsü getirilmişti.Üstad Bediüzzaman Hazretleri,açık saçıklık ile değil;manto ve başörtüsü ile,yüzü açık bırakma bid'ası ile mücadele etti.Çünkü,kılık kıyafet inkılabı,çarşafa karşı yapılmıştı.Bu kıyafet,yani manto ve başörtüsü,1960 Cemal Gürsel inkılabına kadar devam etti.Daha sonra açık saçıklık yayıldı.Hatta,okullarda okutulan ders kitablarında,Kur'anın farz emri olan çarşafın kadınlar için bir esaret alameti olduğu, onun yerine ikame edilen manto ve başörtüsünün ise;güya kadınlar için hürriyet ve serbestiyet alameti ve medeniyyeti-sefihenin mahasini olduğu ''fotoğraflarla'' gösrterilmiş;böylece bin üç yüz elli seneden beri devam edegelen Kur'anın bu hükmüne karşı muaraza edilmiştir.Dolayısıyla,sadece ders kitablarındaki fotoğraflara bakılsa bile,tesettür-i şer'inin çarşaf olduğu,manto ve başörtüsünün ise onun yerine ikame edildiği bedaheten görülecektir.
Son olarak; daha önce verdiğim linkteki şerhi, kaleme alanların ifadesiyle;

Bu eserin,bir çok mümine hanımın çarşaf hususunda Kur'an'ın emrine tabi' olmalarına vesile olmasını;tabi' olamayanların ise;çarşafın farz olup aksinin haram olduğuna inanıp -kebairle alude olsalar da-iman dairesinde kalmalarına,ve nedametle afvlarını Allah'tan istemelerine,ve tesettürü,dini ve fıtri görmeyenlerin intibahlarına sebep olmasını ve bu hizmetimizi rızasına muvafık kabul buyurmasını Rabb-i Rahimimizden niyaz ederiz.

Ellerinizden hürmetle öperim..................

İlme liyakatı olmayan,ancak;
İlme meftun,çok kusurlu kardeşin yolcu,

_______________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Sevgili YOLCU Kardeşim;

Naklettiklerine, önceki mesajımda da belirttiğim gibi, direkt olarak cevap vermeye gerek olmadığını düşünüyorum. O bakımdan, bir başka sitede aynı yazıyı sizin zaviyenizden değerlendiren bir okuyucumuza, bir başka okuyucumuzun verdiği icevabı aynen iktibas etmekle iktifa edeceğim.
***
Bediüzzaman Hazretleri 24. Lem’anın 1. hikmetinde, kadının tesettüründen bahsederken, ‘Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor’ derken çarşaf kelimesi hangi anlama gelmektedir? Tesettürün çarşaftan ibaret mi olduğunu söylüyor? Açıklayıcı bir bilgi verir misiniz?”

Cevabım:

Kur’ân’ın tanımladığı giyim tarzı, ecdadımızca, çarşaf adıyla ve biçimiyle yorumlanmıştır. Oysa, sorudan anlaşıldığı üzere isim üzerinde duracak isek eğer; Kur’ân’ın, çerçevesini çizdiği giyim tarzına verdiği isim çarşaf değil, cilbabdır. Buna bizim kültürümüzde örfen “çarşaf” denmiştir. Şüphesiz çarşafla cilbab kast edilirse bunda bir sakınca yok. Zaten Üstad Bediüzzaman Hazretleri de bu örf terimini cilbab mânâsında aynen kullanmakta bir sakınca görmemiştir.

Fakat bir giyim tarzı olarak, cilbab emrinin ancak çarşaf tarzı ile yerine getirildiğini iddia etmek cilbab mânâsını daraltmak demek olur. İslâmiyet dar bir din değildir. Genel çerçeveyi çizer; ayrıntıyı, zevk ve renk tercihini kişilere bırakır. Genel çerçeveye duyarlı olan insanın, özel tercihini makbul sayar.

Bu çerçevede, çarşafın cilbab mânâsını içerdiğini kabul ediyoruz. Fakat cilbabın sadece çarşaftan ibaret olduğunu söyleyemeyiz. İsimlere ve resimlere takılmamak ve Kur’ân’ın ruhunu esas almak gerekiyor. Vücut hatlarını belli etmeyen çarşaf cilbab mânâsını içerdiği gibi, baş örtüsü ile birlikte baştan ayağa örten bir dış elbise olan pardösü de, köylü kadının vücut hatlarını tamamen kaybeden baş örtüsü, ceketi ve şalvarı da cilbab mânâsını içeriyor. Vücudu tamamen örten ve vücut hatlarını belli etmeyen her dış elbise tarzına cilbab mânâsını vermek mümkündür. Dolayısıyla esas olan, kadının, giyimde ve tesettürde cilbab mânâsını korumasıdır.

Değerli hocam, Rabbim sizlerden razı olsun bilgilerinizden istifade edip amel edebilmeyi nasip etsin, benim size bunu sormamın sebebi yolcu kardeşimizin cilbabla ilgili yazısından dolayı idi tekrar teşekkür eder hayırlı akşamlar dilerim

Tesettüre riayet etmez olduk. Kadın ve kızlarımız, evden dışarı çıkarken şık görünmeye, cazip olmaya çalıştılar......
bir bayanın cazip olaya çalışması demek o bayan için çok aşşağılayıcı bir durum olarak düşünüyorum inş. bayanlarda bu şekilde düşünüp değerlendiriyorlardır !!!
(dikkat edenleri tenzi ediyorum, caiz olan durumlardışında dır sözlerim )
inanın çok doğru kime neden cazip olmaya çalışıyorsun ki cenab-ı hak neyi nasıl emretmiş_?
bunuda iyi bilip ne aşırıya nede çıplaklıga adım atmadan gereklerini yerine getirmek gerekir.

ADIGÜZEL

Değerli NUSRET ve ADIDAGÜZEL;

Öncelikle bu nazik ve bir o kadar da önemli mevzuya olan ilginizden dolayı teşekkür ederim.

ADIDAGÜZEL kardeşimizin hayli ağır ve bayağı da keskin değerlendirmelerine gelince...

Tabbii ki Müslüman hanımların, evlerinin dışında cazip görünmeye çalışmaları İslâm ahkâm ve ahlâkı açısından tasvip edilen bir durum değil, bilakis mezmûm. Cazibelerini ancak kendi nikâhlılarına karşı kullanabilirler, hatta kullanmalıdırlar da.

Hasılı, İslâm ne ifrat ne de tefrit dinidir; her şeyde olduğu gibi bu noktada da itidâli elden bırakmamak gerekir.

Selam ve mubbetler...

etrafımızdaki çoğu insan tesettürün kadını aşağıladığını,özgürlüğünü kısıtladığını düşünüyor.kadının güzelliğini koruması için Rabbimin verdiği bir lütuf olduğunu anlatabilmek ne mümkün....

Ben de müsaade ederseniz bir şey sormak istiyorum.Bir kadın kendisine mahrem olan kişilerin yanına nasıl çıkmalı?

Zinetlerinizi, çarşafla örtmeksizin çıkabilirsiniz.(Zinetin ne olduğu; bir önceki yazılarımda mevcuttur.)

Şu hususa dikkat ediniz.Yaratılıştaki zinetlerden olan kadının siması, mahremlerine karşı; şehveti uyandırmaz.Ancak; yine yaratılıştaki zinetlerden olan bacakları açık bırakmak ise;caiz değildir.Bunu izah eden bir alıntı:

İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!(Risale-i Nur,24.Lema)

______________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Bir Haber,aynen naklediyorum.

"Hürriyet Gazetesi'nde geçen hafta sonu "Kara çarşafımı nasıl yaktıysam türbanımı da atmayı bilirim" başlığıyla bir haber yayımlandı.

Haberin kahramanı 23 yaşındaki Açıköğretim Lisesi öğrencisi Asiye Gençti. 14 yaşında babasına direnerek okumaya karar veren ve gizlice açıköğretim lisesine kaydolan Asiye'nin hayat hikayesini Hürriyet yayınlamıştı.

Asiye okumak için verdiği mücadeleyi tüm insanlarla paylaşmak için 'Okuma Aşkı' isimli bir kitap yazdı. Hürriyet muhabiri kitabı için Asiye ile röportaj yaptı. Söyleşi ertesi günü farklı yansıdı. Röportaj "Kara çarşafımı nasıl yaktıysam türbanımı da atmayı bilirim" başlığı ile verildi.

Peki Asiye böyle bir şey demiş miydi? Yoksa Hürriyet'in yine klasik bir çarpıtma haberi miydi? Mağdur olduğunu iddia eden Asiye, Yeni Şafak muhabiri Helin Şahin'e konuştu ve çarşaf ve türban hikayesinin iç yüzünü anlattı:

"Ben böyle bir şey söylemedim” diyen Asiye, "Muhabir, bana 'Nerde çarşafın, getir bakayım' dedi. Ben de bir çarşafım olduğunu; ancak köyde kalan eski eşyalarla attığımızı söyledim. Kalkıp bu lafımın üzerinden böyle bir hikaye yazılacağını bilemezdim ki. 'Peki üniversiteyi kazanırsan türbanlı nasıl gideceksin?' şeklindeki sorusuna ise 'Tüm türbanlı genç kızlar gibi. Üniversiteye girince türbanımı çıkaracağım, tekrar takacağım. Ancak bu sözlerim çok farklı yönlere çekilmiş"


'Tüm türbanlı genç kızlar gibi. Üniversiteye girince türbanımı çıkaracağım, tekrar takacağım.

Bu kisim iste, nasilda kaybediyor insanoglu imtihani.Gitmeyin kardesim ne isiniz var.Biz bir universite okuduk,zararlarini paklamak icin elimizden geleni yapmaya calisiyoruz ama olmuyor. Farz olan ilim bu ilim degil kardeslerim. Aman dikkat,bu Cenab i Hakkin bir imtihandir.Vesselam

Sevgili HADIME ve CARPE DİEM;

İlginiz için teşekkürler… Hassasiyetiniz için tebrikler…

Sevgili HADIME, tabii ki düşünce ve sitayişlerinde haklısın, hem de çoook… Hatta “Arş’tan Ferş’e kadar” desek, yanlış olmaz gibime geliyor.

Rabbim emirlerini ifa ve edada, nehiylerinden hazer ve içtinapta bu hassasiyetimizi, dikkat ve titizliğimizi tezyid eylesin.

CARPE DİEM kardeşimizin sorusuna gelince…

Müslüman bir hanım, mahrem olan kişilerle beraber oturmalarda tesettür ve konuşmalarına azami derecede dikkat edecek. Mesela kayınları gibilerinin bulunduğu bir mecliste kadınsı bir endam ile konuşmayacak, hal ve hareketlerde bulunmayacak. Kısacası ciddi olacak. Süsünü-zinetini, kokunusu orada kullanmayacak. Omuzlarını göğüslerine kadar örten genişçe, fazla süslü-püslü bulunmayan, dikkat çekici olmayan bir başörtüsü ile başını örtecek. Vs…

Bu hususta daha geniş bilgi için, http://www.sorularlaislamiyet.com/index.php bu adresten mahrem ve mahremlikle ilgili kısımlara bakılabilir. Tabii bu arada “mahrem”le “namahrem”i karıştırmamaya dikkat etmek lazım. İkisi ayrı manalaradır, haliyle hükümleri de farklıdır.

Bilvesile selamlar…

Muhterem Halis Ece Abi,

Yazının yazarı olarak, suale sizin cevap vermenizin daha uygun olduğu gerçeğini gözardı ettiğimi farkettim.Bu yüzden; özür dilemek istedim. Özür dilerim..

Cevabınızda, ''kayınların'' mahrem olduğu ifadesi anlaşılıyor mu? Yoksa ben mi yanlış anladım?İzah buyurursanız çok memnun olurum.
Ellerinizden hürmetle öperim.

_____________________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Haklısın YOLCU kardeşim. Biz mahremi anlatacakken na-mahremi anlatmışız, misale onlarla devam etmişiz. Ama zarar yok, zaten siz yukarda temas etmişsiniz mevzuya... Teşekkür ederim.

Selamlar...


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com